İskender Pala'nın 'darbeler' kitabı

Bu yıl pazar gününe rastladı 28 Şubat... Sizi bilmem, ama bu yıl daha farklı bir ruh haliyle geçirdim bu özel anlamlı günü. Bana o hali İskender Pala'nın askerlik anılarını anlattığı 'İki Darbe Arasında' kitabı (Kapı Yayınları) yaşattı.

Darbelerin birincisi, öğretmenlik aşkıyla yanan Edebiyat Fakültesi mezunu bir gencin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde görevlendirildiği 12 Eylül (1980) oluyor. Sınavlar geçirerek girdiği askerlikte emeklilik hakkı kazanacağı 15 yılın dolmasına birkaç ay kala YAŞ kararıyla askerlikten ihraç ediliyor o genç, 28 Şubat'ın (1997) buğulu günlerinde...

İnançlı, ama inancını başkalarının gözüne sokmaktan kaçınan, eşi başörtülü bir askerin yaşadıkları aynı kaderi paylaşmış üçbin kadar re'sen emekli subayın çoğunun da başına gelendir. "Çoğunun" dememin sebebini yine İskender Pala'nın anlatımından biliyoruz: Askerlik mesleğinin kendisine göre olmadığını anlayanlar için tek çıkış yolu uzun yıllar yabancı biriyle evlilik yapmak iken, 28 Şubat süreci sonrasında, kendini dışarı atmak isteyen, yalan ihbarlar ve uydurma belgelerle kendini 'irticacı' gösterme yoluna başvurmuş...

"TSK hiç kimseyi namaz kıldığı yahut eşi başörtülü olduğu için kapı dışarı etmez; asla bunu yapmamıştır, yapmaz da" diyor İskender Pala şaşırtıcı bir biçimde. Eeee? Eğer namaz kılan TSK mensubu, "İşte namaz kılan biri" dendiğinde dudaklarda küçümseme meydana geliyorsa, ihraç edilmezmiş...

Peki kimler edilir? "Namaz kılan biri başarılıysa, geçimliyse, herkes tarafından seviliyorsa, gittiği yerde herkes onu iyi tanıyorsa, elbette onun başarılarını örnek alacak astlarının namazını da örnek alma ihtimali vardır ve işte bu ihtimal, birilerine göre, askerlik mesleğiyle bağdaşmaz, onun ordudan ihracı gerekir..."

Çok keskin ve üzücü bir tespit, değil mi?

Bu keskin tespiti yapan insan biraz gönülsüz içine girmiş olsa da TSK'yı seviyor... Yol boyunca karşısına çıkan komutanların hep iyi yönlerini görmeye çalışıyor, eleştirirken övgülerini de esirgemiyor... Kendisine önyargıyla yanaşanların bazısını birlikte geçirdikleri süre içerisinde yumuşattığını öğreniyoruz... Güven Erkaya'dan önceki Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Orhan Karabulut için beslediği olumlu izlenimlerini okurlarıyla paylaşmaktan da kaçınmıyor...

En acımasız eleştirileri kendisine ve çevresine yöneltiyor İskender Pala... 28 Şubat'ın malzeme olarak kullandığı görüntülere inançlı insanların bilinçsiz örneklerle katkıda bulunduğunu anlatırken eleştirilerinden kendisini de esirgemiyor... Çizdiği 'sağcı' tiplemesi de gerçeğe çok ters değil: TSK içinde 'binbaşı' rütbesiyle bulunurken kendisini üniversitelerine öğretim üyesi olarak davet eden, akıl çelici teklifler yöneltenlerin, ordudan atılması sonrasında sergiledikleri 'tanımama' tavrı, eski tanıdıklarının kapısını çalmamaları, açlığa terk edilme...

Biri, işi, "Hocam, ismimi cep telefonunun hafızasından siler misin?" teklifinde bulunmaya kadar vardırmış...

Yakını olduğu çevreye ve 28 Şubat'a giden yolda dindarların olumsuz ve bilinçsiz tavırlarına yönelik eleştirilerini "Bak, sizden biri neler yazmış" dalgacılığıyla 28 Şubat'a mazeret olarak kullanma açıkgözlülüğü gösteren çıktı. Umarım gözü sadece o bölümlere takılmamış, şu satırları da okumuştur:

"1997 yılı başlarında şapkamı çıkardığım günlerde TSK'dan disiplinsizlik gerekçesiyle ihraç edilen yaklaşık üçbin subay/astsubay mevcut idi. Hepsi askerlik meslekleri boyunca çeşitli ödüller, madalyalar, üstün hizmet bröveleri almış insanlar. Kısaca kendi mesleğini en iyi yapan, iyi yetişmiş bireyler..."

O bireylerin İslâmî duyguları olmasaydı?... "Eğer onların vicdan duyguları ve vatan sevgileri İslâm ahlâkına göre şekillenmemiş olsaydı, bu üçbin kişi biraraya gelip örgütlenerek pekâlâ yasa-dışı gizli bir güç oluşturabilir, bunca sıkıntı çekmek yerine paşalar gibi yaşar, hatta derin devletler kurup ülke yönetimini bile ele geçirebilirlerdi..."

Derin devlet kurmak? Ülke yönetimini ele geçirmek? Ne demek bunlar? Şu demek: "Her bakımdan mükemmel ve silâh kullanmayı bilen üçbin kişi sizce de müthiş bir güç değil midir?!.. Ama hayır!.. Demokratikleşememiş bir ülkede, düşünceleri hoşa gitmediği için, disiplinsizlik (!) gibi uydurma bir sebeple ve asla hakkını arayamayacak konumda ordudan ihraç edilen bu insanların sayısı, aileleri ve yakınları da hesaba katıldığında, en az 100 bin kişidir. Buna rağmen YAŞ dolayısıyla gözünde yaş olan, iç içe yaşadığımız bu 100 bin kişiden hiçbirisi, evet hiçbirisi, kanunsuz bir şey yapmayı akıllarından bile geçirmez."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.