HZ MUHAMMED' İN (as) KÂLPSEL DÖNÜŞÜM YÖNTEMİ: LÂ

Hz. Peygamberin (as) kâlpsel dönüşüm yöntemine geçmeden önce dönemin cahiliyesinin içerisinde bulunduğu durumdan bahsetmemiz gerekir.

Yerleşik bir hayatları olmayan, bir devlet yapısı bulunmayan, kabileler halinde yaşayan cahiliye arapları siyasî birlikten uzak, düşman istilalarına elverişli bir coğrafyada kan davaları, iç savaşlar ve kabileler arasındaki anlaşmazlıklarla çalkalanmaktaydılar. 

Yine bu coğrafya, zulmün her çeşidinin kolgezdiği, sosyal sınıfların ayyuka çıktığı, köleliğin en şiddetli şekilde uygulandığı, hak, hukuk ve özgürlüklerden söz etmenin imkânsız olduğu bir durumdaydı. 

Fuhuşun her türlüsünün işlendiği kırmızı bayraklı çadırlar sıradan bir hâl almıştı. Genel evleri andıran bu nikâh (!) çadırlarında onlarca çeşit ahlâksızlık türetilmişti. Bu çadırlarda aynı gece 9 erkekle zina eden zaniye ilişkiden doğan veled-i zinasını, zina ettiği zanilerden birine tombala usûlü isnat ediyor, isnat edilen zani de bu çocuğu kabul ediyordu. Bu insanlık dışı fiil, nikâh çeşitlerinden sadece biriydi.  

Cahiliye araplarında kız çocuklarının diri diri gömülmesi kuşkusuz sebepsiz değildi. Kızlar bu zina çukuruna düşmesinler diye kendilerine özgü "çarpık bir namus anlayışı" neticesinde diri diri çukurlara gömülüyorlardı. Bazı namuslu (!) müşrikler, kızlarını diri diri gömmeyi, o çadırlarda görmeye tercih ediyorlardı. 

Peki böyle bir ortamda, bu ahlâksızların her türlüsünden berî ve uzak bir şekilde yetişen ve büyüyen, daha sonra baş dümanı olacak Ebu Cehil' in bile kendisine Muhammed' ul Emin diyecek kadar güvendiği, çevresinde sevilen ve el üstünde tutulan ve rabbimizin kendisine;

"...Çünkü sen, muhteşem bir ahlâka sahipsin"(Kalem, 4) dediği Hz. Peygamber (as), toplumunun bu enkaz haldeki kalplerinin dönüşümünde hangi yöntemi izlemişti?

O' nun (as) kalpsel dönüşümdeki ilk kelimesi "LÂ" olmuştu.

O (as) toplumunun içerisinde bulunduğu cahiliye enkazının ürettiği sineklerden kurtuluş formûlünü çok iyi biliyordu. Puthaneye döndürülmüş, zulmün ve ahlâksızlığın kol gezdiği enkaz kalplerin yıkılması için kavmini öncelikle şu muhteşem cümleye davet etti:

"Kûlû lâ ilâhe illallah, tuflihu." (Lâ ilâhe illallah deyiniz, kurtulunuz!)

Evet, Allah resulü (as) öncelikle siyasî anlamda birliktelikten uzak, işgâle elverişli konumdaki toplumuna siyâsî birlik çağrılarında bulunmadı. Belki toplumunu vatan-millet-bayrak aşkına bir olmaya çağırsaydı, bugün olduğu gibi devlet putu önünde eğilecek devletperest ulusçular çıkabilecekti.

Yine zulmün her türlüsünün kolgezdiği, köleliğin tavan yaptığı, bir avuç mutlu azınlığın kaymak yediği toplumunda "sömürü düzenine hayır", "zulüm ve işkenceye paydos" gibi özgürlük-hak-hukuk sloganlarıyla da çıkmadı. 

Ahlâksızlığın her türlüsünün sıradanlaştığı, kız çocuklarının diri diri gömüldüğü toplumunu öncelikle ahlâka da çağırmadı. Belki kavmini öncelikle ahlâka çağırsaydı, bu çağrıya kulak verecek namuslu (!) müşrikler düşünmeden gelebileceklerdi. 
Ancak O' nun (as) çağrısı yine o muhteşem cümle oldu:

"Kûlû lâ ilâhe illallah, tuflihu." (Lâ ilâhe illallah deyiniz, kurtulunuz!)

Amaç yine aynıydı. Allah' tan gayrıya tahsis edilen enkaz kalplerin yıkılıp, yeniden Allah' a tahsis edilmiş bir şekilde imar edilmesiydi.

Kuşkusuz insanları ahlâka, siyasi birliğe, hak, hukuk ve eşitliğe çağırmak güzel şeylerdi. Ancak bu çağırılar hakikâtin yani tevhîdin sadece birer parçasıydı. 

Öncelikli davet olan tevhid kelimesi yani "La ilahe illallah"; "kötülükten iyiliğe, çirkinlikten güzelliğe, zulümden adalete, ahlâksızlıktan ahlâka, anarşiden birlik ve düzene çağrı anlamlarının tamamını taşıyordu."

 Sadece bir kelime olan bu muhteşem parola kısaca hayatı değiştirmek anlamına geliyordu.

İslâm' dan önce şirkin insanları olan sahabe efendilerimiz (ra) bu çağrıyı çok iyi anladılar. Tevhidi kuru bir slogan olarak tekrarlamak yerine hayatlarını dizayn eden bir yaşama biçimi olarak gördüler. Onlar tevhidi kalplerine, düşüncelerine, tasavvurlarına, işlerine, yaşantılarına ve toplumlarına bir hayat biçimi olarak hakim kıldılar.  Neticede, herbiri insanlığın önünde birer yıldız oldular.

Bugün bizler de "La ilahe illallah" diyoruz ancak kurtulamıyoruz. Sahabelerin (ra) her birini birer yıldız haline getiren kelime-i tevhid bizlere tesir etmiyor.. 
Çünkü bizler papağan gibi, cd formatında sloganlaştırdığımız tevhidi anlamadan, yaşamadan bilmem kaç sefer tekrarladığımız halde kendi cahiliye düzenlerimizin enkazından çıkamıyoruz.

Ne yazık ki; tevhîdi, Hz Peygamberi (as) ve Hz. Peygamberle (as) indirilen Kur' an' ı çok iyi bilmesine rağmen hayatında yaşamayı reddeden Ebu Cehil' den (*) hiçbir farkımız yok.

Bugün insanlık yani bizler o kutlu çağrıyı anlamaya her zamankinden daha çok muhtacız. Puthaneye çevirdiğimiz kalpler, yetmiş üç fırkaya ayrılan ümmet ve cahiliye dönemini mumla aratan bir ahlâkî seviyeden kurtuluşun yolu yine tevhidi sahabeler gibi yaşamaktan geçiyor.

O gün insanlar nasıl ve neyle kurtuldularsa bugün de ancak aynı şekilde kurtulabileceklerdir. Ve kalplerdeki dönüşüm sağlanamadan başka hiçbir dönüşüm sağlanamayacaktır.

Vesselâm...

(*) http://www.habername.com/yazi-kenan-ozmen-ebu-cehil-olmak-2156.htm

kenanozmen@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.