Of Çeken Çok Yıkılan Dağ Yok

                Kimle karşılaşsanız dertli,  kimle konuşsanız sıkıntılı… Ülke dertliler kampı sanki. İşsizler işsizlikten, işi olanlar az para kazanmaktan, zengin olanlar doymayan hırslarının zebunu olmaktan,  gelin kaynanadan kaynana gelinden, patron işçiden işçi patrondan,  öğretmen öğrenciden öğrenci öğretmenden, polis hırsızdan hırsız polisten, iktidar muhalefetten muhalefet iktidardan, baba evlattan evlat ebeveyn den yana dertli, sıkıntılı. 

                Parkta birinin yanına oturun ve sorun:  Nasılsın?  Çok şükür dedikten az sonra başlar sızlanmalar, ah çekmeler, of çekmeler. Babana sor:  Baba, nasıl geçti hayatın? Sana birkaç roman yazacak kadar sıkıntı anlatır saatlerce. Öğretmenler derse başlamadan, siyasiler propaganda konuşmalarında, komutanlar eğitim esnasında, ustalar çırakların en basit hatasından sonra alırlar dertli sazlarını ellerine, neler çektiklerini anlatırlar size saatlerce bıkmadan, usanmadan.

                 İşin garip yanı sıkıntılarını, çektiklerini anlatırken adeta zevk almaları! “Gızım bi gaynanam vardı. Beni zabahın köründe galdırır gice yarılarına gader hizmetçi gibim gullanırdı. Birde baban gelince ona şikâyet ider dayak mı isten, hakaret mi isten… Of!  Of! “Çocuklar biz sizin yaşlarınızda iken ne üstte vardı ne başta. Kitaplarımız ikinci eldi, defter kalem bulmak zor işlerdi.  Ayakkabılarımız yırtık pırtıktı. Kışın palto bizler için bir hayaldi, kitap defter parasını bile zar zor bulurduk. Of! Of!” “Ulen oğlum sen bu sofrayı beğenmiyorsun ama biz sizin yaşınızda iken bir soğan, bir çökelek bulduk mu…! Of Of !”

                 Bu acındırma, bu of çekme durumu kültürümüzün ayrılmaz bir parçası haline geldi. Koskoca adamlar, çocuklarının, arkadaşlarının yanında askerde çavuştan yediği dayağı öyle ballandırarak anlatıyorlar ki adam sanki dayak yememiş büyük bir kahramanlık yapmış.  Bu “hastalık “ ferdilikten çıkıp toplumsallaştı mı (ki bu gün o tehlike var) bir kültür haline gelir. Bu da bir millet için pek de iyi bir durum değildir. Bu hale en büyük örnek İran’dır. İranlılar Şia’nın tesiri ile sürekli ağlayan, sürekli zulme uğramışlığını öne çıkaran,  sürekli Kerbela, devamlı Ali,  kesintisiz Hüseyin ağıtları yaka yaka, millet olarak bir “ağlama duvarı” haline gelmişlerdir. Ağlamak, gözyaşı dökmek, sızlanmak onlarda bir mağduriyet kültürü oluşturmuştur. Böyle kültürlerden lider ülke, böyle kültürlerden lider insan çıkmaz.

                  Bu nedenle ailemizde, toplumumuzda, yolda, sokakta, okulda, siyasette, edebiyatta, sinemada bu kültürden acilen kurtulmalıyız. Yoksa daha çok of çeker, daha çok sızlanır, daha çok mızmızlanırız. Üstelik çektiğimiz oflardan ne dağlar yıkılır ne denizler çalkalanır. Çünkü oflarımız sahte ve zayıf. Bunlar her insanın başına gelebilecek türden sıkıntılar ve dertler.  Allahtan böyle, yoksa Türkiye de yıkılmadık dağ çökmedik tepe kalmazdı. Zavallı coğrafyacılarda ne yapacağını şaşırır, her gün yeni bir fiziki harita çizmek zorunda kalırlardı!

Not : Kurana inanan bizler şu ayeti ve hadisi sıkça hatırlamalıyız.

(Lekad ḣalaknâ-l-insâne fî kebed: Andolsun, biz insanı bir zorluk içinde yarattık. Beled 90)

Ebu Hureyre (R.A.)dan rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

“Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.”1 buyurmuşlardır.

Katâde bin Nu'man (R.A.)dan rivayete
göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

“Allah Cebrail'i, bana gönderdiği suretlerin en güzelinde indirdi. Cebrail şöyle dedi: "Ey Muhammed, yüce Allah sana selâm söylüyor ve şöyle buyuruyor:

“Ben dünyaya dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim.  Tâ ki, Bana kavuşmayı özlesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım için de bir Cennet olarak yarattım.”

 

     

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum