Merkezle sıfır sorun politikası

Dün gündemin ilk maddesi hiç tartışmasız ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Türkiye ziyareti ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile iki saate yakın görüşmesiydi...

Joe Biden, Hürriyet’e verdiği demeçte son gelişmeler ışığında ABD-Türkiye ilişkilerini şöyle değerlendiriyordu:

“Cumhurbaşkanı Gül, yakın zamanda ABD ve Türkiye arasındaki ilişkileri hiç olmadığı kadar ‘sağlıklı’ olarak tanımladı. Katılıyorum. Bazen taktiklerde farklılaşabiliyor olsak da bir stratejik vizyonu paylaşıyoruz. ABD, NATO’nun karşı karşıya olduğu 21. yüzyıl tehditlerinden küresel ekonomiye, nükleer silahların çoğalmasının engellenmesinden Avrupa’nın füze savunmasına, değişen Ortadoğu’ya, terörizme ve bizim büyüyen ikili ticaretimiz ve yatırım bağlarımıza kadar uzanan geniş stratejik bir gündemde Türkiye’yi bir dost ve ortak olarak düşünüyor. İki ülkenin yararına olarak istişare edip işbirliğinde bulunmadığımız uluslararası bir mesele yok gibi.”

Demokratikleşme konusundaki atalete yönelik eleştirileri bir yana bırakılır ise ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da iki ülke ilişkilerinin fevkalade uyumlu olduğunu teyit etmekte...

***

ABD ile ilişkiler nasıl oldu da hiç olmadığı kadar sağlıklı oldu?

Galiba bunun ilk sebebi ‘komşularla sıfır sorun’ politikasının çökmesi.

Türkiye evrensel ilkeler üzerinden dış politika geliştirmek ve küreselleşmenin gereğini yapmak yerine, diktatörlerin cirit attığı Ortadoğu’nun kaygan zemininde belirsiz bir tavır sergiledi.

Son bir yıl içinde gerek Libya, gerekse Suriye ile ilişkiler bu politika yaklaşımının epey öngörüsüz olduğunu ortaya koydu.

***

Gördüğümüz kadarıyla ‘komşularla sıfır sorun politikası’ duvara toslayınca Ankara’nın yeni dış politikası ‘merkezle sıfır sorun politikası’ olarak değişti.

Ömer Taşpınar, geçen gün yazdığı ‘İsrail’e rağmen neden AK Parti-ABD ilişkileri sağlam’ başlıklı yazıda mevcut durumun nedenleri şöyle açıklıyordu:

“Kanımca Obama yönetiminin Türkiye konusunda olumlu tavır almasının temel nedeni AK Parti hükümetinin NATO füze savunma sistemi konusunda aldığı karar oldu. Bu sistem için gerekli radarların Türkiye topraklarına yerleştirilmesi Washington açısından son derece ciddi öneme sahipti. Ankara’nın çok çetin geçen bu görüşmelerden sonra geçen yaz olumlu yönde karar vermesi Washington’da Beyaz Saray, Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı nezdinde Türkiye konusundaki bütün negatif değerlendirmeleri hallaç pamuğu gibi attı.”

***

‘Kent Dindarlığı’ kitabımda da uzun uzadıya anlattım, dünyadaki 57 Müslüman ülkenin nüfusu dünyanın dörtte biri iken, 57 ülkenin toplam üretimi dünyanın ancak onda biri kadar.

Kalabalık ama yoksul bu grubu, gelişmiş ülkeler, tabii kendi çıkarı nedeniyle dünya sistemine entegre etmek, yeni teknolojik ürünleri kullanabilecek kadar da geliştirmek amacında...

Türkiye de bu yeni hedefin rol model ülkesi... Türkiye hem Müslüman, hem demokrat, hem AB üyesi olunabileceğini sağlam bir zeminde gösterebilirse, Müslüman âleminin dünya sistemine eklemlenmesi çok kolaylaşacak...

Ne var ki Ankara ‘muhafazakârlaşma-demokratikleşme’ dengesini tutturmakta çok başarılı değil... Muhafazakârlaşma, genellikle demokratikleşmenin önünde gidiyor...

***

Keşke Türkiye çağı iyi okuyabilse de çağa uygun hızlı adımlar atarken dış politika da buna göre daha sağlıklı oluşsa...

Ne yazık ki Ankara küreselleşmeyi ve gereklerini, ne içeride ne de dışarıda tutarlı ve kurallı bir biçimde içselleştirebiliyor...

Bunun başarılması sorunlu olunca, önce ‘komşularla sıfır sorun’ politikası uyguluyoruz, çöker çökmez de hemen ardından gene çok hızlıca ‘merkezle sıfır sorun politikası’na dönüyoruz...

Joe Biden’in söyledikleri de zaten bunu teyit etmekte...

Hâlbuki esas amaç tarihin temposunu, zamanın ruhunu iyi okuyup, bu uygulamanın doğal sonucu olarak ortaya çıkacak olan anlayışı da iç ve dış politikanın pusulası yapmak olmalı...

Kısacası, Türkiye’nin yıldızını küreselleşme parlatırken, Türkiye’nin siyasetini de küreselleşmenin dinamikleri belirlemeli...

Önceki ve Sonraki Yazılar