Rafet İMAMOĞLU

Rafet İMAMOĞLU

Mengenelere sıkışmış insanlar…

 

Geçen Cuma akşamı birkaç arkadaş ile beraber çayımızı yudumlarken sohbet ortamının keyfini çıkarıyorduk. 6-7 kişi vardık. Bir eldeki beş parmağın eşit olmadığı gibi o akşam orada bulunanlar da farklı fikir yapılarına sahip kişilerdi. Orada bulunan herkesin samimi düşüncelere sahip olduğundan ve olaylara at gözlüğü ile bakan, sadece bir takım fikirlerin bağnaz savunucuları konumunda olmadığından şüphem olmadığını belirtmem gerekir.

 

Fakat konu öyle bir noktaya geldi ki, televizyonda Atatürk"ü sevmediğini, Humeyni"yi sevdiğini söyleyen genç bayanın durumunu konuşur olduk. Bazıları insanın kalbine hükmedilemeyeceğini, herkesin istediğini sevip sevmeme hakkı olduğunu söylerken bazıları da Türkiye"de doğup büyüyen birinin Atatürk"e nasıl nefret duyabileceğini anlayamadıklarını ifade ediyorlardı. Ama herkesin mutabık olduğu nokta, o bayanın fikirlerini açıklamada yerinin ve zamanının doğru olmadığıydı.

 

Ben burada kimin hangi noktalarda doğru veya yanlış olduğunu analiz edecek değilim. Benim gelmek istediğim nokta, o akşamki tartışmada gördüm ki Türkiye"de insanlar iki büyük mengene arasında sıkışmış, kendisini doğru şekilde ifade etmeye çalışıyor. O akşam birileri Atatürk"ü savunmaya çalışırken başörtüsü karşıtı gibi görünmemeye ve din düşmanı gibi algılanmamaya, diğerleri ise başörtülü kızın bu düşüncelerine sebep olan şeyin Atatürk"ün hatırasını suistimal ederek kendi vatandaşlarına baskı kuranlara tepkinin bir sonucu olduğunu savunurken Atatürk düşmanı gibi algılanmamaya çalışıyordu. Beni o an değişik düşüncelere sevk eden bu oldu.

 

Türkiye"de hem dindar hem de Atatürkçü geçinen bazı insanların özellikle medyayı kullanarak insanları işin içinden çıkılmaz bir hale getirmeleri çok acı. Hani meşhur bir sözdür, “Delinin biri kuyuya bir taş atmış da kırk akıllı çıkaramamış” derler. O hesap. Dindarlık ve Atatürkçülük kıskacındaki insanlarımız fikri baskıya maruz kalmışlar ve doğru tavır göstermeyi bir türlü becerememişler. Karşımızdakine konuşurken “muhakkak bu yaftalardan biri bize yapıştırılacak” endişesiyle konuşur olmuşuz. Hani Hz. Mevlana"nın bir sözü vardır: “Ne kadar anlatırsan anlat, anlattıkların karşındakinin anlayabildiği kadardır” Kendimizi karşıdakine doğru ifade etme stresiyle konuşur hale gelmişiz.

 

Aslında en önemli ortak paydalarımızdan birisi ülkemizin ilim, bilim ekonomi ve dış siyaset gibi birçok kulvarlarda en önde olmasını sağlamak ve bunları konuşmaktır. Avrupa futbol şampiyonasında her kesimden insanın bunun için tek yürek olduğunu görmedik mi? Biraz olsun milli birlikteliğin hazzını kalp atışlarımızda duymadık mı? Diğer yanda Müslüman kimliği altında Filistin gibi arap ülkelerindeki dindaşlarımızın sevincine şahid olmadık mı?

Bu birlikteliği diğer alanlarda da görmeyi isteyen o kadar çok vatandaşımız var ki. Ama Türkiye, birkaç kendini bilmezin oluşturduğu gündem ile bir belirsizlik içinde, pusulası çoğu zaman yanlış gösteren, düşe kalka yol almaya çalışan bir gemi misali zaman yolculuğuna kürek çekiyor. Geçen zamana, yanlış şeyler için sarfedilen çabalara yazık.

 

Bizler sürekli analitik ve kritik düşünmeyi üzerimizde bir meleke olarak yerleştirmeli ve bizleri dolduruşa ve ayrımcılık kavşağına getirmeye çalışanlara düzgün ve söndürücü cevaplar verebilmeli, muhataplarımızla konuşurken başkalarının gündemine alet olmadan fikrimizi beyan edebilmeliyiz. Aksi bir tavır uçurumların derinliğini artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.    

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum