TARİH BUNU YAZMADI!..

Geçenlerde Kazan Çok Programlı Lisesini ziyaret ettim. Öğretmenler Odasına girdiğimde bir grup öğretmen masanın etrafında otururken, bir öğretmen arkadaş da bilgisayarın başında e-okula not girmekle meşgul oluyordu. Okul Müdürü Mehmet ÖZHAN ve Müdür Yardımcısı Nurullah CEYLAN Beyler ise, odada bulunan sandalyeleri, koltukları, bilgisayarları, yazıcıları inceleyip eksik gedikleri var mı, diye bakıyorlardı. Nurullah CEYLAN Hoca elinde bir vida yanımıza geldi ve bu koltuk vidasının neden söküldüğünü anlattı. Ben hayretler içinde, iki idareci arkadaşıma dedim ki: ‘Benim çalıştığım okullarda, idareci arkadaşlar, Öğretmenler Odasına ya sene başı sen sonu toplantıları için girerler, ya acil bir duyuru varsa onu söylemek için girer, çok nadir olarak da iki muhabbet yapmak için girerler. Bugüne kadar böyle bir şey görmedim.’ Mehmet ve Nurullah Beylerin bana cevapları şu oldu: ‘Hocam, biz öğretmeniz, biz nereden geldiğimizi çok iyi biliyoruz ve bunu asla unutmuyoruz. Her zaman da buraya dönmeye hazırlıklıyız. Onun için biz sabah-akşam ilk önce, Öğretmenler Odasının düzenine, tertibine bakarız, eksiğini gediğini tamamlarız, arkadaşlara biz istekleri olup olmadıklarını sorarız.’

 

Bu muhteşem cevap karşısında nutkum tutuldu ve gözlerimden birkaç damla yaş döküldü. Çünkü bir hafta önce (25 Mayıs 2011 Çarşamba), asıl mesleği Kimya Öğretmenliği olmasına rağmen, öğretmen olduğunu unutan bir yöneticinin saldırı, küfür ve hakaretlerine maruz kalmıştım. Olay yargıya taşındığı için ayrıntısına girmeyeceğim. Yukarıdaki verdiğim örnekle paralel olarak, benim şahsıma ve orada bulunan bütün öğretmen arkadaşların manevi şahıslarına yapılan bu saldırı, küfür ve hareketler karşısında neden suskun kaldığımı izah edeceğim.

 

Sevgili Dostlar, inanın o an, öğretmen olduğuma utandım, o arkadaşla aynı sıfatı taşıyor olmaktan utandım. O anlarda, İlkokul Öğretmenim Molla Yusuf Güler’i hatırladım, ortaokul öğretmenlerimi, lise öğretmenlerimi hatırladım, bütün manevi öğreticilerimi hatırladım…bana sokak kabadayısı tavrıyla saldıran ve küfreden bu arkadaşa aynı şekilde karşılık versem, beni yetiştiren öğretmenlerimin yüzüne nasıl bakarım, diye utandım, yerin dibine girdim. O arkadaşın bana ettiği küfürlerden daha çok, 12 yıldır tanıdığım, beraber mesai yaptığım, eğitim adına yaptığı her işe destek olmaya çalıştığım o arkadaşın, ‘öğretmenlik’ sıfatından çıkması beni üzdü, yıktı, yerle yeksan etti. Onun aslında, bir öğretmen olmadığını bilmek, beni dehşete düşürdü. Kaldı ki o arkadaşa, benzer bir şekilde karşılık vermiş olsaydım, ben de öğretmenlik mesleğinden çıkmış olur, bir daha öğrencilerimin karşısına çıkamazdım.

 

Programda görev alan bütün öğretmenler olarak, o gün kan kusup kızılcık şerbeti içtik, Kazan Kaymakamlığı adına görevli olduğumuz programı, hiçbir şey belli etmeden büyük bir üzüntüyle tamamladık. Sonradan öğrendik ki o arkadaş aynı küfür ve inadına o akşam da devam etmiş, ertesi gün de devam ediyor. Yani bu davranış, ‘kötü söz sahibine aittir’ (kaldı ki yüz yüze söylenen kötü söz sahibine aittir, meydanda herkesin ortasında edilen küfür, bütün dünya hukuklarında aynı cezayı gerektirir.) ile ‘bir anlık bir öfke’ ile izah edilemeyecek bir durumdu.

 

Sevgili Dostlar, tarih bunu yazmadı, bir daha da yazmayacak. Bir öğretmen, bir öğretmene saldırmaz, küfretmez; bir alim bir alime saldırmaz, küfretmez; farklı dinlere, inançlara mensup alim ve bilginler bile birbirlerine hakaret etmezler, küfür etmezler… Biz öğretmenler “ilmiye sınıfındanız”, “terbiye sınıfındanız”,  ilim sahipleri peygamberlerin varisleridir. Sadece derse girip çıkmak öğretmenliği tanımlamaya yetmez. Öğretmenlik bir meslek değildir, hayat biçimidir. Marangoz, sadece atölyesinde marangozdur. Öğretmen ise, hayatın her alanında, her ortamda, tutum ve davranışlarıyla örnek ve önder şahsiyettir.

 

Yazının başındaki örneğe dönecek olursak, idareci oldum, derse girmiyorum diye kimse öğretmenliğini unutmayacak. İdareciliğini gözünde fazla büyütüp makama tutunma hırsıyla nefsini azdırmayacak. Tarih bunu yazmadı, bir daha da yazmayacak.

 

Görüyorsunuz işte, ben hala neyin derdindeyim, insanlar neyin derdinde? Çünkü ben çok iyi biliyorum ki eğitimde başarılı okul, başarılı idareci falan yoktur; idealist öğretmen ve başarılı öğrenci vardır. Çünkü ben çok iyi biliyorum ki, öğretmen olduğunu unutan o arkadaşla yaşadığım bu üzücü olayla ilgili şikayetim sonuçsuz kalırsa, Kazan’da bir daha hiç kimse idealist öğretmenlik yapamaz, Kazan’da bir daha hiçbir öğretmen, derse girip çıkmanın dışında eğitimle ilgili ekstra bir uğraşın içinde olmak istemez.

 

Şahsım adına değil, nefsim için değil; Hz. Adem’den bugüne gelmiş geçmiş bütün öğreticilerin şerefini ayaklar altına aldırmamak adına; beni yetiştiren öğretmenlerim adına; öğretilerinden feyz aldığım bütün alimler, bilginler, şairler, yazarlar adına ve en önemlisi benim yetiştirdiğim, yol gösterdiğim ‘öğretmen öğrencilerim’ adına bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar