OBAMA, KÜRESEL EKSEN DEĞİŞİMİ VE TÜRKİYE


ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Ankara’ya gerçekleştirdiği 5 saatlik ziyaretin en çok ses getiren gelişmesi, ABD’nin değişim ve umut sloganıyla seçilen 44. Başkanı Barack H. Obama’nın Türkiye’yi bir ay içerisinde ziyaret edeceğinin açıklanmasıydı. Bu ziyaret Türk-ABD ilişkileri açısından da bir ilki işaret etmektedir. Çünkü daha önce hiçbir ABD Başkanı göreve başlama süresi üç yıla ulaşmadan Türkiye’yi ziyaret ajandası arasına almamıştı.

Doksanlı yılların başından itibaren ABD Başkanlarının ziyaret noktalarından birisi haline gelen Türkiye’de, Obama’nın ziyareti, ikili ilişkilerde yeni zirve noktasını işaret etmektir. Tabii bu ziyareti yalnızca Türk-ABD ilişkilerindeki bir bahar havası olarak tanımlamak eksik olacaktır. Açıktır ki bu ziyaret ABD’nin 21. yüzyılda küresel sistemdeki eksen değişiklikleri ile de yakından ilgili olacaktır. ABD’de Brzezinski’nin başını çektiği ve yönetim katında etkili olduğu bilinen bir grubun, 21. yüzyılın ABD ve Çin yüzyılı olarak görmek istediği, şu sıralar yayınlanan birkaç kitapta ve söyleşide görülmektedir. Brzezinski’nin temelini oluşturduğu bu düşünce Çin’in 21. yüzyılın Sovyetler Birliği olmasına izin vermeden, onu ABD ile birlikte eşitler arasında birinci yapacak bir konum sağlamayı ve dünyayı Doğu-Batı ekseninde çift kutuplu bir sistem dahilinde kontrol etmeyi amaçladığı söylenebilir. Bu amaçla Obama dönemine ithaf edilen Smart Power-Akıllı Güç’ün yeni küresel eksenin oluşmasında baş rolü oynayacağı söylenebilir. Smart Power temelleri Amerikan idealizmine dayanan, diplomasi ve diyalogu öne çıkartan, askeri gücü ise, caydırmak amacıyla kullanmayı temel alan bir olgudur. Obama döneminde bu olguya sıkça rastlayacağımızı ifade edebiliriz. Bunun ilk örnekleri ABD’nin yeni dışişleri bakanı Hillary Clinton’un geçtiğimiz haftalardaki ziyaretlerinde verilmiştir. Hillary Clinton’un çıktığı dünya turunda ilk duraklarından birisinin Japonya’dan sonra Çin olması hayli manidardır. Açıktır ki ABD Çin’in sadece bir ekonomik partner olarak değil siyasi olarak da yanında görmek istiyor.

ABD, II. Dünya Savaşı sonunda kurulan küresel düzenin, “değişim” karşısında yeterli ve sürdürülebilir olmadığını görmektedir. O nedenle ki, Obama’nın, gelecek ay yapılacak Londra’da G-20 ve NATO’nun 60. yılı sebebiyle Berlin’de düzenlenecek toplantılarda vereceği mesajları dikkatle izlememiz gerekmektedir. Londra ve Berlin gibi 20. yüzyılın siyasal güç merkezlerinde verilecek bu mesajların 21. yüzyıl için mesajlar taşıyacağını ve eski dünya ile gelecek arasındaki farkı ortaya çıkaracağı söylenebilir. Bu duruma itiraz olarak Obama’nın Atlantik’in iki yakasındaki ilişkileri önemseyen ve sahip çıkan bir ekibe  sahip olduğu ve ilişkileri onarma çabası içinde olduğu ifade edilebilir. Ancak Obama’nın 21. yüzyıldaki konumu için dönüşümün liderliğini yaptığı düşünüldüğünde, geleceği inşa etmek istediği ve bu noktada Avrupa’nın da yardımına ihtiyaç duyduğunu söyleyebiliriz. ABD ve Çin gelecektir, Avrupa ise bugünün meselesidir. Bununla beraber 21. yüzyılda Avrupa’nın mevcut siyasal, ekonomik, sosyal yapısıyla, liderlik rolünü oynayamayacağı da görülmektedir. Avrupa’nın bölgesel olarak liderliğini devam ettirmesinin şartı Rusya ile Türkiye’nin mevcut yapıya eklemlenmesidir. O nedenle ki ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Şarm El Şeyhte Türk mevkidaşı Ali Babacan’la görüşmesinin ertesinde, Rusya üzerinden Türkiye’ye gelmesi anlamlıdır. Clinton bu ziyareti ile yeni dönemde Rusya ile sıcak ilişkinin mümkün olacağı ve Türkiye ile Rusya’yı birbirine alternatif olarak görmediğini ortaya koymuştur. Clinton, Türkiye ziyareti sırasında Türkiye’nin sahip olduğu laiklik, insan hakları ve demokrasi ile Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine yaptığı vurgu ve ılımlı islam deyimini reddetmesi, ABD’nin yeni eksende Türkiye’yi bir Ortadoğu’lu güç olmaktan ziyade, oluşmasını istediği AB-Rusya-Türkiye ekseninde görmek istediğinin bir ön  hazırlığı olmuştur.

Obama’nın 6-7 Nisan tarihlerinde gerçekleşecek ziyaretinde de bu çerçevede mesajlar vermesini bekleyebiliriz. ABD, Türkiye’nin ancak gelişen demokrasisi, siyasal özgürlükler ve müslüman-laik yapısıyla Ortadoğu’da etkin bir güç olabileceğini gördüğü söylenebilir. Bu çerçevede Türkiye’nin Geniş Ortadoğu’da nispi bir özgürlüğe sahip olmakla birlikte Batı dünyasının bir temsilcisi olarak varlığının kabul edildiğine dönük bir mesajın da verildiği düşünülebilir. Türkiye açıktır ki ABD’nin “Smart Power” olgusunun önemli dayanak noktalarından birisi olması planlanmaktadır. Bu amaçla Türkiye’nin AB yolundan sapmaması, insan hakları ve demokrasideki gelişimin, zenginleşmenin sürmesi gerekmektedir. Türkiye’nin gelecek dönemdeki iç siyasal yapısının da bu duruma göre şekilleneceği düşünülebilir.

Yukarıda çizdiğimiz çerçeve içinde Clinton’un gerçekleşen ve Obama’nın gerçekleşecek ziyaretlerinin iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Türkiye kendi alternatif modelini de söz konusu süreci görerek üretmek durumundadır. Türkiye’nin karşısında yeni fırsat ve tehditleri içeren 7 Nisan itibariyle yeni bir dünya olacaktır. Kürt meselesi, kuzey Irak, alevi vatandaşlarımızın sorunu, yeni anayasa gibi konuların bu süreçle yakın bağlantıları olacağını öngörmek mümkündür. Bunun etkileri bugün dahi Türkiye’deki Kürt meselesi ile ilgili açılımlar da ve Türkiye’nin Irak’ın genelinde ve Kuzey Irak’ta artan etkinliğinde görülebilecektir. İkibin onlu yılları geriye dönüp baktığımızda tıpkı doksanlar gibi kayıp yıllar olarak anmak istemiyorsak, Obama’nın Amerikasını ve getireceği tsunamiyi şimdiden görmek mecburiyetindeyiz. 20 Ocak 2009’dan bu yana başka bir ABD ve başka bir dünya vardır karşımızda. Bu yolda Türkiye’nin önceliği, sevgi ile buluşan insan, adalet ile yükselen toplum olmalıdır.


ABD’nin 44. Başkanı Barack H. Obama’ya Türkiye’ye şimdiden hoş geldin diyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar