AVUSTURYA CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Avusturya, AB içinde sekiz milyonluk nüfusu ile yer alan ve halihazırda 600 bini aşkın müslümanın yaşadığı bir ülke!

24 Nisan 2016 tarihinde ülkenin Cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleştirildi.

Seçimlere katılan altı adaydan kimse salt çoğunluğu elde edemediği için en çok oyu alan iki aday 22 Mayıs tarihinde yeniden devletin en üst makamı için yarışmış oldular.

Bu süreçten daha normal ne var ki, hakkında yazı yazmak icabetti denilebilir.

Bunun sebebi aslında sadece Avusturya’da değil, diğer Avrupa ülkelerini de bir nevi sarmalına alan aşırı sağ görüşlerin politik arenada gösterdikleri başarı ile izah edilmelidir.

Avusturya yaklaşık son elli yıldır koalisyonlarla idare edilen bir ülkedir. Ağırlıklı olarak sosyalist parti ve halk partinin kurdukları büyük koalisyonlar görevde olmuştur.

Cumhurbaşkanlığı makamına geçenler de hep bu iki parti tarafından aday gösterilen kimselerden seçilmiştir.

Genel olarak sosyalist ve halk partilerin adaylarının neredeyse birbiriyle yarıştıkları, ikisinden birinin cumhurbaşkanlığı görevini aldığı gelenek hakimdi ve şimdiye kadar vuku bulmuş cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, günümüzdeki kadar hareketlilik yaşanmamıştı.

Şimdi ise hükümet partilerinin hezimete uğradıkları ve ilk kez iki muhalefet partisinin adaylarının ikinci tura kaldığı bir tabloyla karşı karşıya bulunmaktayız.

Biri çok liberal ve tamamen özgürlükçü bir profil çizen, kiliseden ayrılmış ve ateist olduğunu ifadeden çekinmeyen, bir dönem başkanlıklarını yaptığı yeşillerin (Die Grünen) de destekledikleri Alexander van der Bellen.

Diğeri ise aşırı sağcı olarak bilinen partinin (FPÖ) adayı, seçildiğinde kamusal alanda başörtüsünü yasaklamak isteyen ve T.C. nin AB üyeliği için ülkesinde halkoylaması yolunu yeğleyeceğini açıkça ifade eden Norbert Hofer.

Seçimleri 23 bin kadar oy farkıyla (%50,3) Alexander van der Bellen kazandı ve Avusturya’nın yeni Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş oldu.

İki adaylı seçimlerde kaçınılmaz olan sonuç vuku buldu.

Üzerinde durulması gereken şey, ülkeyi bu neticeye götüren sebepler olmalıdır.

1- Uzun zamandır iktidarda olan iki büyük partiye karşı insanların pesimist yaklaşımları!

2- Koalisyon ortaklarının basın önündeki açıklamalarında bile tezat teşkil eden izahatta bulunmaları!

3- İşsizliğin rekor seviyeye ulaşması ve sadra şifa adımların atılmaması!

4- Vatandaşın alım gücünün reel manada düşmesi!

5- İslam karşıtı söylemler!

6- Ve belki de en önemli amil olarak Avrupa’nın da bir müddet daha başını ağrıtacağa benzeyen mülteci sorunu burada öne çıkan sebepler olarak zikredilebilir.

Diğer Avrupa ülkelerinde yükselişe geçen aşırı sağ partilerin başarıları için de mülteciler ve beraberinde getirdiği korku aynen geçerlilik arzetmektedir.

2018 yılında yapılacak genel seçimlerde aşırı sağcı parti FPÖ’nün son kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği üzere birinci parti olma olasığı bir hayli yüksektir.

İkinci turda seçilemese de, sadece Avusturya vatandaşlarının cumhurbaşkanı olacağını söyleyen bir adayın halen meclis 3. başkanlığını yürüttüğü partisinin, meclise en büyük fraksiyon olarak girmesinin yabancılar için beraberinde getireceği sürprizleri ise hep birlikte göreceğiz inş.

Önceki ve Sonraki Yazılar