Die Zeit Gazetesinin F.Gülen'le Röportajı Üzerine

15 Temmuz belki de cumhuriyet tarihinde hakkında bu kadar kısa sürede bu yoğunlukta yazı kaleme alınan bir gün, ve ona sebep olan olay da aynı önemde unutulmayacak bir hadise olarak tarihe geçecektir.

Bendeniz bu tür konularda yazmayı biraz zamana bırakmanın gerekliliğine kaniyim. Zira meseleler ilk heyecanla değerlendirilip kaleme alınınca, insan belki de istemeden de olsa Rıza-i Bari’ye uygun hareket etmemiş olma endişesi taşıyabiliyor.

Yazmamaya meyilli olmama rağmen, 29 Eylül tarihinde Die Zeit gazetesinin Fetullah Gülen ile yapılan röportajını okuyunca, bunu okuyucularımla paylaşmak istedim.

Die Zeit Fetullah Gülen ile uzunca bir söyleşi gerçekleştirmiş. Söyleşinin başlığı da “Belki de Allah bizi cezalandırmak istiyor” diye atılmış. Yerini bulmuş bir başlık mı desem?

Röportajın tamamını buraya aktaracak değilim. Meraklıları, gazetenin 29 Eylül tarihli baskıya giden şeklini bulurlarsa bunu okuyabilirler.

Sizlerle, beni de eskiye götürüp, vuku bulan hadiseleri yeniden düşünmeye sevkeden bazı bölümlerini kısaca değerlendirmek istiyorum.

Bir milyona yakın taraftarı olan bir hareketin lideri olarak devlet düşmanı ilan edildiniz, kendinizi nasıl hissediyorsunuz sorusunu Gülen, “tacize uğramış” diye cevaplarken, demokrat olmaları sebebiyle Süleyman Demirel ve Turgut Özal’ı desteklediğini de ekliyor.

1999 yılında hükümeti devirmekten yargılandığı konusuna da yüksek yargı organlarınca beraatinin verildiği cevabını veriyor.

Siyasal İslam’ı her zaman reddettiği de cevapları arasında.

Söyleşide dikkatimi çeken pasaj, kendisine, yetmişli yıllarda rahmetli Erbakan’ın Milli Görüş hareketini desteklemeleri karşılığında, mecliste bir sandalye teklif ettiğini, buna farklı görüşlerden cemaate sahip olan bir imam olmak hasebiyle olumsuz cevap verdiğini, aksinin onlara (cemaatine) karşı dürüst davranmamak olacağını söylemesi, diyebilirim.

Oysa aynı destek Süleyman Demirel ve Turgut Özal söz konusu olunca iftiharla dile getirilebiliyor.

Öyle bir teklifin hakikatte varlığının, o gün rahmetli Erbakan’la dava arkadaşı olan zevat tarafından açıklığa kavuşturulması gerekir diye düşünüyorum.

Oysa 15 Temmuz “Sabahsız İhanet Harekatı” sonrasında konuşan herkes, bu güruhun sadece Erbakan ve hareketi ile bağdaşamadığını yazmışlardı! Milli Görüş mensuplarının bu konuda en son yargılanacak grup olduğunu burada seslice tekrar dile getirmeli sanırım.

Bu söylemler mi ağırına gitti de röportajında böyle bir ifade kullanma ihtiyacı hissetti acaba, bilemiyorum.

Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’yi desteklemesini de Avrupa Birliği’ne ülkemizi sokmak istemesine bağlarken, bundan dolayı Erdoğan taraftarlarının kendisini gayri islami olmakla suçladıklarını da söylüyor.

Bunlara Gülen mi ağlayan mı olmalı, okuyucuya bırakıyorum.

Sizi şahsen Erdoğan’a bağlayan ne idi sorusuna da enteresan bir cevap veriyor. “Öyle zannedilse de, ne ben ne de arakadaşlarım ona yakın değildik. Sadece birkaç kez görüşmüşlüğümüz vardır. 2003 seçimlerinde demokrasi, insan haklarını güçlendirme ve askeriyenin siyasi gücünü azaltmayı taahhüt ettiği için, hizmet kendisini destekledi. Oysa 2011 yılında üçüncü kez seçimleri kazanınca, sözünden döndü ve başkanlık sistemine yöneldi.”

Devrin AKP’li erkanınca kamuoyunda döktürülen methiyeler, demek laf olsun diye ve insanımızın konuşacak bir mevzusu bulunsun diye edilmiş.

Şu an bulunduğu ABD acaba hangi sistemle yönetiliyor, sormak lazım.

Erdoğan’la arasındaki kırılmanın sebebini de, 2006 da devlet memurlarının yerlerinin değiştirilmesine bağlıyor. Kendisine bir mektup yazdığını ve demokratik anlayışa yeniden dönmesini istediğini, buna karşın onun adamlarının kendilerine başkanlık hususunda destek olmadıkları takdirde, dershanelerinin kapatılacağını vurguladıklarını dile getiriyor.

İronik ifadelerden biri de, tutuklananlar arsında kelepçeli asker ve subayları gördüğünde gözlerinin yaşardığını söylemesi. Oysa yukarı pasajlarda, hizmet’in Erdoğan’ı destekeleme sebeplerinden biri de, askerin siyasi gücünün azaltılması noktası olarak gösterilmiş idi.

Siyasetle uğraşmadığını vurgulayan biri için bu tür şeylerden rahatsızlığını ifadesi ve siyasi erkanla dostluğunu sonlandırması da üzerinde düşünülmesi gereken bir vakıa.

Gezi olaylarını neden desteklemediniz sorusunun cevabı da manidar!

“Bunu kim iddia edebilir? Gezi protestoları esnasında hükümeti, polisin katı tutumundan dolayı çok sert bir şekilde eleştirdim. Erdoğan’dan halkın protestolarına kulak vermesini talep ettim.” şeklinde.

ABD’nin kendisini TC makamlarına teslim edip etmeyeceği hususunda, Birleşik Devletlerin hukuk devleti ilkesine sahip olduğunu, ama buna rağmen ilkeden ödün verecek olursa, kendi biletini alıp Türkiye’ye döneceğini vurguluyor.

Biz de bir an önce “bu hasret bitsin” diyoruz.

Bendenizi gülümsemeye sevkeden bir ifade de: Yazışmalara attığı imzalarda kendini “HİÇ” olarak belirtmesi. Bir "HİÇ" için mi bu kadar kargaşa ve karmaşa diyesi geliyor insanın!

İslam’ın durumunu, sizin hareketinize karşı da bir güvensizliğin ortaya çıktığı ve inanç terörünün revaçta olduğu böyle bir zamanda nasıl değerlendiriyorsunuz sorusuna verdiği cevap, söyleşinin başlığının belirlendiği yer oluyor.

“Endişeliyim. Belki de biz müslümanlar bazı şeyleri yanlış yaptık. Belki de Allah bizi cezalandırmak istiyor. Allah bilir, biz bilmiyoruz. Biz müslümanlar sorunlarımızı tek başımıza çözemeyeceğiz, demokratik devletlerin desteğine ihtiyacımız var.”

Bu Türkiye için de geçerli mi sorusunun cevabı da: “...bunsuz Erdoğan’ın haksızlıklarını geri çeviremeyiz” oluyor.

Geçmişinizde söyleyip şimdi pişmanllık duyduğunuz bir şey var mı sorusuna da: “Önceki vaazlarımda batıyı yekünen eleştirmiştim. Bugün farklı düşünüyorum. Her insan kendi devrinin ürünüdür. Gençliğimde Amerikalılar, Ruslar, Vatikan ve Yahudiler müslümaların çektiklerinin sorumlusu sayılıyordu. O zamanlar kirli kampanyalar ve komplo teorileri beni de etkilemiş.”

Bu düşüncenizde bir değişiklik var mı diye sorulunca da: “hıristiyan ve yahudilerle şahsi karşılaşmalarım bu düşüncemi düzeltme konusunda bana ders verdi.” diyor ve söyleşiyi tamamlıyor.

İslam aleminin içinde bulunduğu tabloya bakılınca, sorumlunun kim olduğu sorusunu yeniden sormak gerekir. İnsanları temiz bir İslam anlayışı ile irşad etmesi gerekenler, idarede adil olması gerekenler bundan uzak olunca, kurtuluş yine demokratik olduğuna inanılan, fakat çıkarları için Suriye’de beş yıldır süren savaşı bitirme hususunda ali cengiz oyunlarını sürdüren devletlerden bekleniyor.

Kurtuluş, birliği amir olan Allah’ın kitabında ve bu yolla kurulacak olan İslam Birliği’ndedir.

Hamiş: 15 Temmuz için “Sabahsız İhanet Harekatı” ifadesini bize kazandıran Milli Gazete yazarı Necati Tuncer beyi buradan saygıyla anıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar