DÜŞÜNCENİN GÜCÜ

                                                                       

Bu yazımı kuantum alanında ve kuantum diliyle anlatmayacağım.

Bazen niyetlerimize göre amel ederiz, bazen de amellerimiz niyetsizdir. Niyet, burada düşüncedir. Ameller niyetlere göredir, niyetler amellere göre değildir. Niyetlerimize ve ya düşüncelerimize muamele edecek olan, cevap verecek olan Allah’tır. Çünkü niyetleri Allah bilir. Yani kalpten geçenleri O (c.c.) bilir. Biz amellere göre konuşuruz. Niyetiniz yüce ve ulvi ise, ameliniz varsın küçük olsun. Çekirdeğin niyeti ağaç olmaksa, çekirdek kalmaz o, ağaç olur. İşte bunun gibi! Hedefi belirleyen, kalbin bir şeye karar vermesini sağlayan, onun için yapıldığını bilmesidir niyet. Hayaller olmasaydı, niyetler ve düşünceler gerçekleşmezdi. Hakikatlere hayalden gidilir. Olmazsa hayal olur. Yazmayı niyet ettiğim için, bilgisayarımın başına oturdum ve yazdım. Yazma hayalim ve düşüncem olmasaydı, yazı ortaya çıkmazdı. Siz de şu an bu yazıyı okuyorsanız, okumayı hayal ettiğiniz için düşünce gerçekleşti ve okuma ameli (eylemi)gerçekleşti. Mutfakta yemek yapmak için ocağın başına geçen evin hanımı, ocağın başında ne yemek yapacağını düşünmüyor. Ne yemek yapacağını düşündükten sonra ocağın başına geçiyor. Yani önce hayal, niyet ve düşünce oluşuyor, sonra da amele, eyleme geçiş başlıyor. Burada önemli olan niyetlerin ve düşüncelerin saf ve duru olması gerekir. Düşüncelerimizi halis tutmalıyız.

Düşünce, karar alma demektir. Rüzgarın esişine, suyun akışına bırakmıyoruz düşüncelerimizi. Hedefimiz olduğu için, düşüncelerimiz ‘karar’ alma vasfına bürünmüş oluyor. Yol üzerinde gördüğümüz bir çiviyi kaldırıp atmak, iyi niyetimizin ve düşüncemizin eyleme geçmiş halidir. Bizim bu basit düşünce ve amelimiz, evrende, yolumuzda ve karşımıza çıkacak olan bir engeli, herhangi bir sebeple geri çekiverir, ortadan kaldırır. Önceden oluşan iyi niyetimiz, gelecekte ki zararı ve ya sıkıntı, ya geciktirecek, ya da engelleyecektir. Karıncanın ameli değildir onu kurtaran. Ağzında iki damla taşıyacağı suyu yangına götürme niyetidir.

Düşüncelerimize göre bakar, düşüncelerimize göre görür, düşüncelerimize göre çevremiz oluşur. Bedenimizi ayaklarımız götürür, ama ayaklarımızı düşüncelerimiz tetikler. Kalbimizle bakar, kalbimizle severiz. Kalbimizle hissederiz. Gözler vücudun birer penceresidir. Ruhumuz, o pencereden dış dünyayı seyreder. Ölünce ruh çıkıp giderken gözler yerinde durmaktadır. Demek ki göz değil ruhtur düzenleyen. Canım sıkılıyor derken ruhu kastediyoruz. Ruh gidince vücudun geri kalan hiçbir organı işe yaramamaktadır. İnsanı değeli kılan, paha biçilmez kılan ‘Ruhtur’ diyebiliriz. Öyleyse bedenden önce ruhun terbiyesi önemlidir. Kalpte olanlar, niyetler, düşünceler,  oluşumun mutfak tarafıdır. Ellerimizle, ayaklarımızla, ses ve konuşmalarımızla dışımıza servis ederiz. Düşünceler ve niyetler, arabanın kontağının çevrilişi gibidir. Yirmi tonluk arabanın hareket etmesiyle, iki tonluk arabanın hareket etmesi, sadece kontağın çevrilmesine bağlıdır. Niyetin ve düşüncenin gücü budur. Bütün bedeni harekete geçirir. İyi ve ya kötü işlerin yapılması, niyetin tamamen saflığına ve dürüstlüğüne bağlıdır. Güzel arzu ve isteklerin kabulü, düşüncelerin saflığına bağlıdır. Kötü düşüncelerde de, çok ısrar edilirse, gerçekleşir. O zaman ‘kendim ettim kendim buldum’ olur.

Dünyanın dili bu. Hayatın çözünülürlüğü böyle. Yaşanılanlar, düşüncenin geri yansımasıdır. Dil, kalp ve düşünce bütünlüğü olmalıdır. Çünkü onlar, hayatın itici güçleridir. Niyet ve düşüncede iyimserlik varsa, kararlı olunabilir. Israrın yerini sabır, öfkenin yerini huzur, nefretin yerini sevgi, korkunu yerini güven, karamsarlığın yerini saf ve duru niyet, ümitsizliğin yerini ümit aldığında, hafıza gücü, pozitif enerji ve kainata yayılan evrensel titreşimimiz mükemmel olacaktır.

Evren ya da kainat; hiçbir şey kaybolmamaktadır. Her şey kayıt altına alınıyor. Görüntü ve seslere varıncaya kadar muhafaza ediliyor. Ses kayıt ve fotoğraf cihazları icat edilmeden önce, bu pek anlaşılamayabilirdi. Ama kayıt cihazların icadıyla biliniyor ki, onların olmadığı yerde de sesleri ve görüntüleri kaydeden evrensel bir cihaz vardır. Aya ilk giden Amerikalı astronomun, Mısır da konferans verirken duyduğu ezan sesiyle konuşmasına ara vermesi, sorduğunda ezan sesi olduğunu öğrendiğinde; ayda da aynı sesi duyduğu itiraf ederek Müslüman olması neyi gösterir! Demek ezan sesi faza da, uzay boşluğunda da olsa kaybolmamaktadır. Bundan mülhem, ‘hiçbir ses kaybolmamaktadır’ diyebiliriz. Sesimiz, terimiz, saçımız, tükürüğümüz, parmak izlerimiz, nev’i şahsımıza münhasırdır. Yani bize aittir. Taklidi mümkün değildir. 1980 li yıllarda Amerikalı bir bilim adamının bilimsel bir yazısında, seslerin uzay boşluğunda kaybolmadığına dair bir yazısını okuduğumda, yazısını şöyle bitiriyordu: “…buradan hareketle, hava aleminde, Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed’in sesi araştırılmaktadır.” Bu fikre, sizi bilmem ama ben katılıyorum. Konuştuklarımıza, ağzımızdan çıkan sözlere dikkat etmeliyiz. Çünkü bir gün gelecek, bu gün kayıtta olanları dinlediğimiz gibi, konuştuklarımız da bize dinletilecektir.

Telkin yoluyla insanlara istediğimizi yaptırabiliriz. Hipnoz olan birine elmayı armut diye, hıyarı patlıcan diye, suyu gazoz diye içirebiliriz. Şuur altına girerek, saklı gerçeklere ulaşılabilir. Belki de fail-i meçhuller, bu metotla çözülecektir. Telkin yoluyla bir psikolog, dikenli kaktüsleri, dikensiz hale getirebilmektedir. Telkin almış birini, taşlı yolu taşsız yol diyerek yürütebilmektedir. Sıcak bir havada bir başkasını üşütebilmektedir. Bütün bunlara ‘düşüncenin gücü’ diyoruz. Psişik enerji, yani düşüncenin gücü, kurumaya yüz tutmuş bir bitkiyi ve ya çiçeği, sağlıklı tutabilir. Bitkilere bu kadar te’sir edilebiliyorsa, ya insanlara nasıl te’sir etmesin!

Düşüncelerin hareketi, duyguların dışa vurma halidir. Bizi kızdıracak bir düşünce, devamlı düşünüldüğünde, duygularımız ve eylemlerimiz onun paralelinde olacaktır. Sevgi dolu bir düşüncede de, duygularımızın dışa vurma hali, pozitif enerji olacaktır. Kendimize devamlı pozitif düşünce telkin edersek, netice pozitif olacaktır. Bir insana ‘yapamazın, edemezsin, bilemezsin, beceremezsin’ derseniz, netice öyle olacaktır. Cesaret vermek ve özgüven sahibi yapmaktır. Kırk defa ‘delisin delisin’ hikayesi gibi bir şey. Yarışmalarda, son anda kazanılan başarılar, bu pozitif ve cesaret verici telkinlerle olmuyor mu? Gevşemiş olan kaslar ve yitirilmek üzere olan irade ve cesaret, bu telkinlerle akıl almaz bir frekansa geçmiyor mu? Son anda gelen bir hamle, bu iradenin kuvvetli tecellisi oluyor. Kimseye kendisini yetersiz göstermeye hakkımız yoktur. Bugünkü cesaretsizliğimiz, dünün engellenilişidir. Yarın aynısını yaşamamak ve yaşatmama için, bu gün iradenin serbestliğini bırakmalıyız. Kırmızı renkler hafızada olumsuzluğu, negatifliği oluşturmaktadır. Kimsenin kırmızısı olmayalım.

Ara sıra özel direksiyon hocalığı yapıyorum. Hiç kimseye hatasından dolayı kızmadım, yanlış yaptın demedim. Aksine hep cesaret verdim. Hata yapılabileceğini söyledim. Yanlışlar yapılacak ki doğrular bulunsun ve bilinsin. Heyecanı had safhada olan bir kursiyere, hatasından dolayı bir de sen yüksek perdeden söylenirsen, öğretemezsin de öğrenemez de! Nasıl duymak istiyorsan öyle seslen! Nasıl görmek istiyorsan öyle göster!                                            

Önceki ve Sonraki Yazılar