Kendimizi Tanıyalım!

Biz, yediklerimizin eseriyiz. Neler yiyorsak onlardan oluşuyoruz.

 Ot, ot halinde iken, insan vücuduna girince, insan eti haline geçiyor. Et, hayvanın vücudunda hayvan eti olarak dururken, o eti insan yiyince, insan eti haline geçiyor.

Mesela tavuk etini yediğimizde, o artık tavuk eti değil, insan eti olmuş oluyor.

 Yani şunu demek istiyorum; otlar, etler, meyveler, sebzeler, kendi hallerinde iken bir parça kıymet ifade etseler de, insan vücuduna girdiklerinde,  artık onlar terakki etmiş oluyorlar.

 Eski model bir arabaya sahip olmak başka, yeni ve pahalı bir arabaya binmek başkadır. Eski arabaya binseniz de siz sizsiniz, yeni ve çok pahalı arabaya binseniz de yine siz, sizsiniz. Yani kıymetinizi arabadan almazsınız.

Pahalı ve lüks mekan ve semtlerde oturmakla, kıymetli ve değerli olmazsınız. Pahalı evde oturmanız, pahalı bir insan olduğunuzu göstermez. Ucuz evde oturmanız da ucuz bir insan olduğunuzu göstermez. Biz, kıymetimizi, mekanlarımızdan ve muhitlerimizden almıyoruz. Biz o evde oturduğumuz için, filanın evi deniyor.

Nice insanlar vardır, ucuzdur, ama pahalı yaşarlar. Nice insanlar da vardır, pahalıdır, fakat ucuz yaşarlar. Ucuzluktan kastettiğim şey, sakin, sade, şatafatsız, gösterişsiz, tevazulu bir hayattır.

 Atalarımız “harabat ehline hor bakma şakirt, defineye malik viraneler var” demişler.

Büyük binalara küçük kapılardan gireriz.

Eskiden medrese gibi bazı binalara girerken, kapıları küçük yapıldığından, başınızı eğerek giriyordunuz. Yani baş eğmek, teslim olma manasında değil de tevazu manasına geliyordu. Şimdiki kapılara baktığımızda, içeride oturanın kişi ve kimliğini daha girmeden kapıdan anlıyorsunuz.

Rahmetli eski valimiz Recep YAZICIOĞLU, vali olduğunda, kapısına “kapıyı vurmadan içeri gir” yazısını astırdığını anlatmıştı bir sohbetimizde.

İnsan da böyle büyük bir binadır, onunda içine girmek için küçük kapıları vardır.

İnsan 100 kapılı bir saraya benzer. Sarayın bütün kapıları kapalı olup bir kapısı açıksa, açık kapıdan içeri girilip, arkadan kapalı kapıları da açabilirsiniz. 99 kapısı kapalıysa o saraya girilemez denmez.

İşte insanda da açık bir kapı vardır. Siz o açık kapıyı bulup içeri gireceksiniz. Ta ki kapalı kapıları da açasınız. Ama nice insanlar, insan sarayına bakıp birkaç kapının kapalı olduğuna bakarak, o saraya girilemez diyerek terk edip gidiyorlar.           

 Hiç olmazsa, sevenin sevdiğinin kapısında bekleme sabrı kadar sabır göstermesi gerekir.

Bülbül, sabaha kadar kendini kapatmış gonca gül’e ağıt yakar, şarkı söyler, dil döker. Ama gülde hiç açılma emaresi görülmez. Sabah olur bülbül yorulur, tam uykuya daldığı sırada gül, kendini açar ve etrafa sabah neş’esi saçar. Ama heyhaaat, bülbül çoktan uyumuştur ve göremez o gül’ü nün açıldığını.

Evet, en az bülbül kadar sabırlı olmalıyız.

Eskiden beyefendi derlerdi, şimdi Bay diyorlar, hanımefendiler bayan oldu.

Anneler kocakarı oldu. Babalar peder-ihtiyar oldular.

Hanımlar(yani eşler) Karı oldular. Dayı-hala-teyze-amca çocukları deniyordu, şimdi Kuzen moda oldu.

Tevazu olarak Bendeniz deniyordu, şimdi ben oldu. Mahdum derledi çocuklarına, şimdi oğul oldu.

 Kerimeniz nasıllar efendim denirken, kızları kastediliyordu. “kimin oğlusun, anan-baban kim?” deniliyor şimdi tanımak için.

Eskiden “hangi bahçenin gülüsün” derlerdi. Hal-hatır sormak için “sen nasılsın?” kabalığı, herhalde bizim kültürümüz olmasa gerek. Eskiden “zat-ı alileriniz nasıllar efendim” dinilirdi..

 “adın ne bakayım senin?” kabalığı, herhalde bize ait olsa gerek. “ism-i alinizi lütfeder misiniz?” derken, insana değer verildiğini hissediyordu insan eskiden.

Kiracılarını, misafirlerine tanıştırırken “kiracılarımız” diyen merhum Hikmet anneye, babası Merhum Hacı Cemal ÖĞÜT, teessüflerini bildirir ve : “o nasıl bir söz kızım! Hiç kiracılarımız denir mi, onlar bizim misafirlerimiz diye tanıtacaktın” diyerek ikazda bulunmuştur.

Parasını çaldı zannederek şikayet edilen çocuğu sıkıştıran polise “vallahi ben çalmadım polis ağabey” diyen çocuğa: “ver ulan turistin parasını, elin gavuru yalan mı söyleyecek” diyen polis, Müslüman Türk çocuğunun yalan söyleyeceğini, fakat gavurun yalan söylemeyeceğine ne zamandan beri inanmaktadır? 

10 liramızı kaybettiğimizde sıkıntıya giren bizler, kültür adına neyi ve neleri ne zamandan beri kaybettiğimizin farkında mıyız?   

Sahipsiz olan bir kültürün kaybolması haktır, sen sahip olursan bu kültür kaybolmayacaktır.

Bir milleti yıkmak ve yok etmek istiyorsanız, kültüründen mahrum edeceksiniz.

Yoksa Robert Kolejini Rumeli sırtlarında ne işi var ki!      

HABERNAME/ 22.03.2012 naimozguner81@gnail.comwww.facebook.com/ naimözgüner

Önceki ve Sonraki Yazılar