UMRE İZLENİMLERİM (Mart 2016)

30.03.2016 Naim ÖZGÜNER

Hac dan farkı Arafat ve kurbandır. Hacca gidenler Arafata çıkmak ve kurban kesmek mecburiyetindedirler.  Bir de şeytan taşlama vardır. Hacca kur’a ile gidilirken umre için böyle bir sıralama ve bekleme mecburiyeti yoktur. Paranız ve zamanınız varsa pekala gidebilirsiniz. Ama evim çocuğum işim evliliğim dükkanım gençliğim emekliliğim gibi sudan ve havadan bahanelerle erteliyorsanız ayağınıza kadar gelmiş olan ulvi nasibi kaybetmiş oluyorsunuz demektir.

Aslında gerek hac gerekse umre olsun bir irade ve bir şuur işidir. İşin ve hakikatin ciddiyetini kavrayanlar bu ulvi vazifeyi ve ziyareti ertelemiyorlar. Bunu ancak oraya gidince insan idrak edebiliyor. Çünkü oraya varan umreci şunu anlıyor ki dünya ve hayat, sadece kendi yaşadığı ömürden ibaret değildir. Ve farklı ve kuvvetli bir Müslümanlığın da olduğunu görmektedir. İbadetin kulluğun maneviyatın duanın namazın tesettürün zikrin şükrün fikrin zirve noktasını görmektedir ve yaşamaktadır. Kulluk adına hiç bir şeyin mahcubiyetini yaşamamaktadır. Çünkü herkes aynı duygu düşünce ve kıyafettedir. Biliniyor ki insanlar oraya ibadet için, Peygamberimizin kabrini ziyaret için, Kabeyi tavaf etmek için, manevi havayı teneffüs emek için, günahlara af ve ferman almak için geldiler. Kimse kimsenin zamiriyle ilgilenmemektedir. Kimse kimseyi değil herkes kendini görmektedir. Amaç ve gaye bu olunca dakikaları saatleri ve en küçük vakitleri bile ihtiyat akçesi hükmünde değerlendirilmektedir.

Bize en çok lazım olacak olan sabırdır. Köyünde memleketinde görmediğin kalabalıklılığı orada göreceksin. Sabrını zorlayan davranışlara maruz kalacaksın. Dünyada kaç çeşit renk ve ırk varsa hepsini orada göreceksin. Kaç çeşit ibadet ve hareketler varsa orada müşahede edeceksin. Ama sen hiçbirine takılıp kalmamalısın. O neden böyle yapıyor, niçin benim gibi değil ibadeti, saçı başı nedir onun, nasıl yemek yiyor o, peygamber beldesi bu kadar nasıl bakımsız oluyor ki, insanların davranışları hiç te kibar değil, hava da çok sıcak canım gibi nefsi tenkitleri yapacak olursan kazandıklarını da kaybedersin. Seni niçin gelmiştin ki buraya? İnsanları tenkit etmek, tahlil etmek, yargılamak için mi geldin, yok sa ibadet maksadıyla mı geldin? Sevap ve kulluk adına kazandıklarını kaybetmen an meselesidir. İbadet ve yaşam tarzı, sadece senin gelirken memleketinde bıraktığın hayattan ibaret değil ki başkalarının hayatını tenkit ediyor ve yargılıyorsun! Biz başkalarına karşı avukat olacağız ama nefsimize karşı da savcı ve hakim olacağız. Birisini işaret parmağıyla gösterirken diğer üç parmağın kendimizi gösterdiğini unutmamalıyız.

İbadet yapmak kadar da önem veriyorum Peygamber köyünü tanımak için gezmeye. Gerek Mekke gerek se Medine Peygamberimizin ve sahabelerin hatıralarıyla doludur. Mu’cizelerin olduğu beldelerdir oralar. Ya bilerek ya da bilen biriyle dolaşmak gerekir oraları. Gözyaşlarıyla gezeceksiniz Peygamberimizin yaşadığı yerleri. İçinizi bir heyecan kaplayacak oraları dolaşırken eğer biliyorsanız. Hz. Hamzanın şehid edildiğini, Peygamberimizin taşlandığını, vahye hazırlık arefesinde Hirada geçen günleri, cin mucizelerini, ağaç mucizelerini, suyu kuyu mucizelerini biliyorsanız, yaşandığı yerleri de görmek isteyeceksiniz. Anlatıldığında halden hale gireceksiniz. Turistik gezi edasıyla değil, Peygamberi anlama ve tanıma sevdasıyla ziyaret edeceksiniz kudsi mekanları. Bir çok umrecilerin yaptıkları gibi sadece tavaf ve sa’y ibadetine sıkıştırılırsa ziyaretler, Peygamberi anlamamış ve tanımamış olacaksınız. Hendek savaşının yapıldığı yer olan Yed-i mescidlere aç karnına giderseniz, peygamberimizin açlıktan karnına iki taşı bağladığını anlayacaksınız ve yaşayacaksınız. Gecenin zifiri karanlığında Hiraya çıkarsanız vahyin ve Peygamberimizin Rabbe kurbiyyetini hissedebilirsiniz. Gündüzün sıcağında Sevre çıkabilir, mağarının içerisinde birkaç saat kalabilirseniz Hicretini iliklerinize kadar yaşayabileceksiniz. Medineden olmasa da Mekkeden Hudeybiyeye 22 km lik yolu yürüyerek gelebilirseniz, Peygamberimizin hudeybiye antlaşmasından sonra Kabeyi tavaf edemeden o üzüntü ile 1400 sahabesiyle 430 km lik Medine yolunu mükedder hüzün ağlamaklı nasıl geri geldiklerini anlayabilirsiniz.

Taifte uğradığı zulmü idrak edebilmek için taife yürüyerek gitmek ve köle addasın üzüm ikram ettiği bahçeye yorgun argın oturabilirseniz hem adası hem Hz. Zeydi hem de Peygamber efendimizi bir nebzede olsa anlayabilmiş oluruz. Gecenin yarısından sonra Uhuda gidebilirseniz hem şehitleri, hem de Peygamberimizin tedavi edildiği mağarada ki lahuti havay-ı nesimini teneffüs edebilirsiniz.

 Hasıl-ı kelam Peygamberimizi anlayabilmek için Peygamberimizin yaşadıkları yerleri ve gerçekleşen olayları bilmemiz gerekmektedir. Yoksa maksat sadece Kabeyi tavaf etmek, hacerü’l Esvede dokunabilmek ve Mescid-i Nebide ravzada namaz kılmak olursa Peygamberimizi anlamamış oluruz. Ahlakımızda ilmimizde inancımızda anlayışımızda hayat tarzımızda hiçbir değişikliğin olmadığını görürüz. Ben büyük bir noksanlık olarak görüyorum. Bana katılmayabilirsiniz.

Komşuluk nasıl olmalıdır? Kul hakkı nasıl yenilir! Neler kul hakkına girer! Zan’dan nasıl sakınacağız? İnsanlara iftira atarsak bedeli nedir? Hayvan hakları nelerdir? Hakaret edene ceza nedir? Gıybet ve dedikodu yapanlara ikaz ne olmalıdır? Hayat tarzı ilimle mi amelle mi? Mü’ min mü’min olmayandan nasıl ayırd edilir? (Kıyafetler, saç sakal aynı olunca…)Bütün bunlar ve daha başkaları Peygamberimizin yaşadığı o topraklarda ancak gezerek öğrenebiliriz.

Aslında Peygamber hatıraları, mu’cizelerin yaşandığı birçok yerler kaybedildi. Hatıralar bile unutturulmaya çalışıldı. Kabirlerin izleri silindi. Fark edilmeyecek kadar ufak basit iz ve işaretler mevcuttur.

İnsanları Kabeye döndürüp duaları oraya ve orada yapma pahasına Peygamber hatıraları kasıtlı olarak unutturuluyor Suudi Arabistan da ki Vehhabi zihniyeti. Bu düşmanlığı bu hoşnutsuzluğu anlayabilmiş değilim. En basit bir taksi şoförü bile kendisini başınıza yetkili hissedebiliyor. Sen yanlışsın o doğru biliyor kendisini. İstisnalar hariç Osmanlı ve Türk düşmanlığını hissedebiliyorsunuz.

Üzülüyorum. Çünkü bir zamanlar benim topraklarımdı buralar. Ecdadım 400 yıl buralarda adalet ve hizmet götürdü. Ayrıcalık istemek elbette ki hakkımdır. Fark edilmek elbette ki beklentimdir.

Bir akşam namazını Kabede Hacerü’l Esvede yakın yerde ilk safta kılmak için beklerken aramıza birinin ısrarla katılmak istemesiyle yanımıza gelen bir askerin sağ omzuma hızlıca vurarak beni arka safa itmesi vardı ki hakkımı helal etmedim ve etmiyorum. İltimas beklemiyorum ama hakaret te hakkım değildir. Nezaketsiz kaba kibarlıktan mahrum bedevi ahlaklı askeri “la’netullahi aleyh” diyerek makam-ı ibrahimin yanında saf tuttum.

Türk umrecilerinin çoğu gezmeyi ve alışverişi çok seviyorlar. Türkiyede yasaklara prensiplere uyan umrecilerimiz maalesef orada uymadıklarını görmekteyiz.

Kapalı alanlarda sigara içmek yasak iken, umreye giden umrecilerimiz kaldıkları otelin içerisinde nasıl sigaralarını içebilmektedirler? Asansöre binen bir umrecinin sigara içmesini nasıl değerlendireceksiniz?

Bu kadar nezaketsizlik, bu kadar saygısızlık olmaz. Nerede ne zaman içeceğini bilmeli. Türkiye ye döndüğünde yasağa uyuyorsun, orada neden uymuyorsun? Demek ki yasak insanın içinde olmalı.

Grup hocalarına, görevli bayan hocalarımıza sıkıntı veren umrecilerimiz, onların haklarına girdiklerinin farkındalar mı acaba?

Safa-Merve yaparken bir grup Türk Umrecileri, başlarında ki hocaların yüksek sesle duaları okurken, diğerlerinin bağıra bağıra seslerini yükselterek duaya iştirak etmeleri hiç te hoş bir durum değildir. Saygısız kibarsız nezaketsiz bir tutumdur. Dünyanın birçok yerinden gelen umreciler var ve hiç birinin öyle bağırdığını duymazsınız. Peki size ne oluyor? Oraya farklı görünmeye gitmedik, farklılığını döndüğünde göstereceksin.

Antalya, Sıvas, Diyarbakır, Van, Adana, Trabzon, Ankara,Elazığ, Adıyaman, İstanbul dan umrecilerimiz vardı. Umrelerimizi güzel ve hakkıyla yapmaya çalıştık. Bir çok ziyaret mekanlarını gezdik. Medine ve Mekke de yaşanmış hatıraları gezerek yadettik. Bazen ağladık bazen düşündük. Hira ve Sevre sabah vakitlerinde çıktık, sabah namazını oralarda kılmanın manevi zevkini tattık. Yorulduk terledik, ama Peygamberi anlamaya ve yaşamaya çalıştık. Ben umrecilerimde çok memnun kaldım. Beni bir evlatları gibi, kardeşleri gibi benimsediler, ben de onları öyle benimsedim, elimden geldiği kadar hizmet yapmaya, bildiklerimi paylaşmaya çalıştım. Hanzala Hac ve Umre Şirketi sahibi Ahmed Karakılıç hocamız da imkanlarını umrecilerimizden esirgemedi. Birbirimizden memnun ve mutlu bir şekilde ayrıldık. Rabbim tekrar gitmeyi, gidemeyenlere de gitmeyi nasip etsin.

e-mail:naimozguner81@gmail.com    

   

                                            

Önceki ve Sonraki Yazılar