Ahmet Müfit KUTLU

Ahmet Müfit KUTLU

NEREYE KADAR BE SELO ?

B.

 

 

 

NEREYE KADAR BE  SELO ?

 

 

Geçmişte bir telefon şirketine ait güzel bir reklam vardı .

 

 Selo koşar , direklere tırmanır , paraları toplar . Yanında iki arkadaşıyla oturan tembel arkadaşı  aşağıda  bağırır :

 

  • Memleketi sen mi kurtaracan be Selo ?

 

  • Topladığım paraların vergilerini vereceğim .

 

  • Selo !... Saçmalama ! Nereye kadar ? … İlla vereceksen , bana ver !

 

Adamın elinde bir düzine çimento fabrikası , bir düzine baraj var . Yatlar , katlar ,uçaklar , gazeteler , televizyonlar emrine amade … Karısı , bebek Amerikalı olsun diye dışarıda doğurmuş , kendisi askerlikten kaçmak için Ürdün vatandaşı olmuş . Suudi Arabistan’da bir posta kutusunu adres gösterip askerlikten sıyırmış . Halktan görünüp halkın öz değerlerine karşı çıkmış .Oluk oluk hortumladığı bankasının dişlileri gıcırdayınca feryadı basmış . Yüksek faizle halktan para toplayan bankasının perişan hali , dört sene önce ilgililere rapor edilmesine rağmen hiçbir devlet yetkilisi ne hikmetse (!) dosyaya el atmamış . Hiç kimse soru sorma cesaretini bulamamış .Sonra yıllar geçmiş, devran değişmiş ve yargılanarak mahkum olmuş.

 

  • Nereye kadar be Cemo ?

 

Adam maviş gözlerini aça aça , yüzünde en küçük bir sıkılma çizgisi olmadan devlete meydan okumuş . Sanki bankayı boşaltan kendisi değilmiş de Başbakan’mış gibi …

Şimdi Paris’te, İsviçre bankalarındaki hesapları emrinde, yaşamını bir “kanun kaçağı” olarak sürdürüyor.

 

 

28 Şubat 1997 Tarihinden sonra  “ Çıktık açık alınla on yılda her savaştan “ şarkısı söylenerek iki düzine banka hortumlandı . Türkiye Cumhuriyetinin en karanlık dönemi yaşandı . Emekli generaller banka  kurullarında mamalandı. Memleketin sosyo ekonomik hayatı alt üst oldu.

 

Bir zamanlar rüşvet aldığı ihbar edilen bir Müdür için  gerekli tertibat alınmış . Numaraları kayıtlı paraları elleri titreyerek veren vatandaşın halinden şüphelenen Müdür , adam kapıya doğru dönünce elindeki banknot tomarını arkasındaki duvarda asılı Atatürk çerçevesinin arkasına atıvermiş . Birkaç saniye içinde dışarıdaki Savcı ve polisler içeriye dalmışlar . Müdürün üstünü , çekmeceleri , her yeri aramışlar . Bir şey bulamayınca mahcup ve şaşkın bir şekilde özür dileyip gitmişler .

 

Vartayı atlatan Müdür , koltuğuna şöyle bir yaslanıp arkasındaki Atatürk resmine dönerek  derin bir soluk almış : “ Ey Koca Atatürk , demiş ; sen önce Türkiye’yi kurtardın , şimdi de beni kurtardın . “

 

Gençken bir müfettiş , fazla “kanuni” olduğum için bana öğüt vermişti :

 

“ Doğru ol kavak gibi ; minare gibi değil …”

 

Biz de kavak gibi olduk .Rüzgar estikçe biraz eğildik . O zaman daha çok sevildik .

 

Devletin malına yapılan hainlik cezalandırılmalı ama bizde, baklava çalan çocuk on yıl yatıyor , devleti soyan serbest geziyor .

 

Namussuzluk rüzgarı o kadar kuvvetli esiyor ki kavakları üstten eğmekle kalmıyor , kökünden deviriyor .

 Faiz parasıyla yapılan minareler bile rüzgardan yıkılır oldu .

Doğruluk timsali ne minare, ne kavak …

 Kala kala bahçemdeki “palmiye ağacı” kaldı .

Denizden gelen kuvvetli lodos fırtınası bile onun muhteşem gövdesini yıllarca sarsamadı .

O, şiddetli fırtınalara karşı korkmaz, fil kulağı gibi yaprakları hafifçe hışırdardı . Gövdesi sarsılmazdı. 

 

Ah palmiyem ah ;

 

Bir , sen ve ben kaldık  bu yolun divanesi …

 

Beni Azrail(as) halledecek,seni de bir müteahhit kepçesi.. . 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.