JÖN PREMİER

Bazen bir film sahnesi yâda düşer.

Esas oğlan, “nihayet hayat bana gülüyor” der. Kollarını sonuna kadar açar. Sevinçten uçmak üzeredir.

Dünyanın en güzel kızı ona doğru koşar.

Bir rüya gibidir.

Kısa sürede yüzündeki ışıltı kaybolur. Kız yanından geçer gider. Kader, ona uçuşan duvağın eline değmesini reva görmüştür sadece.

İçine derin bir hüzün çöker.

Gerçekçi ve tam bir muhasebe için esas oğlanın gözleri öne düşer..

Yakın geçmişte İslamcılar, devletin nihayet kendilerinin olduğunu sandı.

Bektaşiler de öyle sanmıştı.

Bir dönem Şazeliler de, Mevleviler de, Nakşiler de.

Sonraki dönem Türkçüler, Laikler, Kemalistler, Solcular, Aleviciler de.

Ancak devlet kimseye yar olmadı.

Öğrendik ki devlet yar olmaz, yararlanır.

Ülkücü’yü alır Türkçülüğü bırakır, Laik’i alır Laikçiliği bırakır, Atatürk’ü alır Kemalizm’i bırakır, Alevi’yi alır Aleviciliği bırakır, Ermeni’yi alır Ermeniciliği bırakır, Kürt’ü alır Kürtçülüğü bırakır, Müslüman’ı alır İslamcılığı bırakır.

Tesanüt süresi bittiğinde ‘adabınca’ geri çekilmeyen her ekip vurgun yer.

Tarihteki, bir günde siyasi hayatı biten nice etkili figürün öyküsü budur.

Mukadderat değişmez:

Devlet, muayyen müddetten fazla kendine “asılan” her organizmayı, ne kadar etkili bürokratik pozisyonda olursa olsun “parazit” olarak tanımlar.

Tek fiskeyle düşürür.

Ameliye bazen bir gece sürer:

Bir ‘Hizmet hareketi’ vardı. Nurculuk yapar, cemaat formatında çalışırdı.

Tarihsel tecrübelerin tamamını üst üste koymuştu. Küresel istihbarat servisleri nezdinde itibarlıydı. Gizli servislerin ders konusuydu. Yarışma düzenlense illegal yapılanma sanatında ödül alırdı.

Türkiye devletini alt etmek işten bile değildi!

Zehirli arsız bir sarmaşık gibi devletin her yanına dolanmıştı.

Dış bakışta devlet Fetullah’tı.

Ve başına bunlar geldi!

Cemaat ve devlet, örgüt ve devlet, meşrep ve devlet, dava adamı ve devlet gibi olguları okurken bu gerçeklik göz ardı edilmesin!

Bir daha hiç kimse gizli ajandayla ortak değerleri, kamusal olanı, vatanı, bayrağı, İslam’ı kendi çıkarına ram etmesin, ederse başına ne geleceğini bilsin diye..

İslamcılığın ve cemaatçiliğin de diğer ideolojik hareketler gibi süreçte burnunun sürtmesi, -samimi Müslümanlar ye’se kapılmasın-  zararından çok yararı olacak.

Geriye Kürtlük kaldı.

Devlet gerektiğinde bu olguyu da öne çıkarabilir.

Orta vadede, Kürtlük üzerinden bölgesel strateji geliştiren bir devlet vizyonuna da hazırlıklı olmalı.

Hayal kırıklığı yaşamamak için bazı temel parametreleri akılda tutmalı.

Devlet için ideoloji olmaz, objektivite olur. Doktrin olmaz, strateji olur.

İstisna olmaksızın ideolojiler; ezber ve şablon diskurlardır.

Koca bir yaşamı, küçük dünyalarına hapsederler.

Toplamda 50 kelime ve kavramla; siyasi, sosyal ve tarihi girift problemleri çözmeye çalışırlar.

Artık ideoloji defteri kapanmalı.

Topluma tepeden bakan İslamcı ideoloji de bu tezden beri değil!

Bitiş olmadan yeni bir başlangıç mümkün olmuyor.

15 Temmuz’un daha ikinci günü, 17 şehidin onlarca yaralının verildiği Saraçhane’de, o hengamenin içinde katılımcıların eline bildiri tutuşturan ve“öyle demokrasi filan diyerek mücadelemizi kirletmeyin” diyen bir zihin, iflah olmayacak gibi görünüyor!

Yenilgi ve soğuk savaş dönemi örgüsü olan illegal İslamcılık, üretilmiş bahanelerle toplumdan soyutlandı.

Her biri kendini, Asr-ı Saadet’in banisi, seçkin, özel ve müstesna gördü. Daha başlangıçta, organik Müslüman olan anne-babaya, akrabaya ve çevresine tavır aldı, mesafe koydu.

Radikal akımların kahir ekseriyeti, inorganik kodları nedeniyle İslami şahsiyet ve yapılarla uğraştılar, gariptir önce Müslümanlara saldırdılar.

İlk cihat böyle başladı(!)

Ülke bu bağlamda acı tecrübeler yaşadı.

İslamcıların, ülkenin dönüşümü kapsamında sadece kendilerine pay çıkarması şık değil.

Bu ülkede yeni bir ihtiyacı onlar var etmedi.

“İhtiyaç” zaten vardı!

Ortak bir ülkü; devleti ve toplumu kendine çağırıyordu.

Organik, milli, yerli ve tam bağımsız yeni bir siyasal düzen herkes için gerekli.

Yüzyıl önce olduğu gibi bugün de devletin ve toplumun yeni vizyonuna kurucu bir baş; olgusal ve teknik bir zorunluluk.

Söz konusu olan ve tartışılması gereken; bu ihtiyaçların en makul tazammunu.

Armudun sapı üzümün çöpü demeden hep birlikte yol almalı.

Erdoğan’ı, bundan böyle hep birlikte “siyaset üstü” bir olgu olarak görmeli.

Yüzyılda bir nice badireleri aşarak tebarüz eden ikinci ismin etki gücünü azaltacak davranışlardan “herkes” kaçınsın.

O artık devletin, milletin, ‘ümmetin’, Şark’ın, madun ülkelerin sembol ismi. 

Daha ne olsun ki bazı müşevveş ve septik kalplere ikna için yetsin!

Demokrasi, coğrafya, bayrak, devlet, İslam, din, medeniyet, ortak lider, ortak vatan ve birlikte yaşama..

Yeni hal karşısında önce İslamcıların ve dindarların kendine çeki düzen vermesi uygun düşer.

Muhayyileyi ve kavramları daraltan ideolojik gelenekten kurtulmalı.

Bu topraklarda İslam ve Müslümanlık; “İslamcılığın” çizdiği ya da dayattığı muhteva, hudut ve vizyondan daha büyük.

Mutlaka ‘İslam ve Müslümanlık’ demeden, ayet-i kerime ve hadis-i şerif okumadan, “birlikte yaşamının” formülünü aramanın, ‘İslam ve Müslümanlığı’ zayıflatacağını düşünmek basiretsizlik, en hafifinden kendine güvensizliktir.

Bu tezler dile geldiğinde, Allah’a (cc), dine olan inancı sarsılan, motivasyonu çöken, self kolonyalist Batıcı şer yapılarla, eski rejim kalıntılarıyla mücadele azmi kırılan varsa zaten “davayı” anlamamıştır.

İslamcılar, eğer Müslümanlığa bir katkıları olsun istiyorlarsa dogmalardan kaçınsınlar.

Kucaklarını açsın, anlamsız keskinliklerden uzak dursunlar.

Bugünün hakikati, İslam’a bekçilik yapmak değil onu hakkıyla yaşamaktır!

İnsanlığın, iyiliğin, doğruluğun, merhametin, hukukun ve “vatandaş” olmanın ne olduğunu herkese göstermektir.

Dindarlar, muhafazakârlar, İslamcılar; özellikle 15 Temmuz’dan sonra bakış açılarının nasıl değiştiğini, geliştiğini, yeni şeyler öğrendiklerini ifade etsinler ve bunu izhar etsinler ki aynısını toplumun diğer öbeklerinden talep edebilsinler.

Eleştirdiklerinden farkı kalmayan, aynı davranış kalıplarını uygulayan dini yapıların herkesten çok sesinin çıkmasının ne hükmü olur ki?

“Ey iman edenler neden yapmadığınız şeyleri söylersiniz!”

Yeni tarihsel ve jeopolitik konjonktürde bu toprakların Batı ile temel çelişkisisömürü, baş çelişkisi Müslümanlıktır.

Orta ve uzun vadede, bu referansın kendini daha fazla göstereceğini söyleyebiliriz.

İslamiyet bu toprakların kaderi.

İdeolojik karakterlerin, tarih, toplum ve devlet karşısında kendini jön prömiyer(esas oğlan) hissetmesi anlaşılır.

Ancak bu, sadece uzun metrajlı filmde çarpıcı bir sahne olarak kalır!
 

omeraltass@gmail.com

twitter.com/omraltas

www.facebook.com/Ömer Altaş

Önceki ve Sonraki Yazılar