Hz. Ömer’in valisi

Osmanlı döneminde bazı konaklarda ihtiyaç sahibi ailelere ikram edilen iftar yemeği sonrasında bir küçük kesecik içerisinde para verilir, buna da zarifçe “diş kirası” denilirmiş.

Bugün ise bazı kuruluşların iftarları sonrasında “diş kirası” verilmese de “gönül ve dimağ kirası” veriliyor. Yapılan faydalı konuşmalar belki gelecek Ramazan ayına kadar, belki de bir ömür boyu istifade edilecek güzellikte oluyor bazen. O iftarlarda, uzun zamandan beri göremediğiniz dostlarınızı görmek ise güzellik üstüne güzellik..

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın iftarı 500 yıllık mimar Sinan eseri, tarihi Rüstempaşa Medresesi’nde verildi. Vakfın Başkanı Prof. Dr. Faris Kaya kısa ve veciz konuşmasında misafirlerini yormadan meramını anlattı, vakfın çalışmalarına dair bilgilendirme yaptı.

Konuklardan bazılarına selamlama konuşması yapma fırsatı da verildi. Konuşma yapanlardan birisi de Bezmialem Vakıf Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Adnan Yüksel idi. Yüksel konuşmasına başlarken bir Nasreddin Hoca nüktesi nakletti. Hoca’ya, “Ramazan ayı bizi seviyor mu, bizden memnun mudur acaba?” diye sorulmuş. O, “Bizden memnun olmasa her yıl 10 gün önce gelir mi” diye cevap vermiş.

Yüksel konuşmasında Hz. Ömer’in valilerinden Said bin. Amir r.a hazretlerinin hayatından çok sarsıcı kesitler anlattı. Yüksel’in anlattığından biraz fazlasını istifadenize sunuyorum..

Said bin Amir r.a, esbâb-ı kirâmın büyüklerinden ve Hz. Ömer’in valilerinden. İsmi Said bin Âmir bin Huzeym bin Selâmân bin Rebîa bin Sa’d bin Cemh-il Kuraşi el-Cumhî’dir. Künyesi yoktur. Vefâtından sonra zürriyeti (soyu) kalmamıştır. Annesi Ervâ binti Ebî Muîd-il Emeviyye’dir. Hayberin fethinden önce îmân etti. Mekke’den Medine-i Münevvereye hicret etti. Hayber ve daha sonraki bütün gazalarda Peygamberimiz (s.a.v.) ile beraber bulundu. Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebûk gazâsı bunlardandır. Bütün bu gazalarda Peygamberimiz (s.a.v.)’le beraber kahramanca savaştı. Hz. Ebû Bekir zamanında da Yemâme ve diğer gazalarda bulundu. Hz. Ömer zamanında Humus’da ve Şam’ın Kıysâriyye kasabaşında vali iken vefât etti. Bazı rivâyetlerde Rakka’da veya Humus’da vefât ettiği bildirilmiştir (m. 641).

Kendisinden Abdurrahmân bin Sâbit, Şehr bin Hevşeb ve birçok zât hadîs rivâyetinde bulunmuşlardır. Yermük savaşından sonra Abbas bin Ganem’den boşalan Humus valiliğine tayin edildi. Vali olmağı pek istemeyen Said bin Âmir (r.a.), Hz. Ömer’in emrine itaat ederek Humus’a geldi. Amillik (valilik) vazifesinde de çok dikkatli ve âdil hareket eden Hz. Said, son derece zâhid ve fakir bir hayat yaşadı. Herkes bu hayatına şaşırıp, hayret ediyorlardı. Hz. Ömer, Şam’a teşrif ettiği zaman oradan Humus’a geçti. Humus’da fakirlerin bir listesinin çıkarılmasını isteyen Hz. Ömer, fakirlerin içerisinde Said bin Âmir (r.a.) ismini görünce çok şaşırdı. Said bin Âmir”ın (r.a.) isminin listeye niçin yazıldığını sordu. Listeyi hazırlıyanlar “Valimiz fakirdir, devamlı “Rüşvet alan da veren de Cehennemdedir.” hadîs-i şerîfini okur ve en küçük bir hediyyeyi dahi kabul etmez” dediler. Hz. Ömer Said bin Âmir’e bin dirhem tahsis etti. Hz. Said, bin dirhem ile hanımına geldi ve “Hz. Ömer bize şu gördüğün bin dirhemi göndermiş,” buyurdu. Hanımı: “Ondan bir miktar parayla yiyecek ve katık alır kalanını biriktirirsin” dedi. Said (r.a.) hanımına “Ben bundan çok daha iyisini sana söyleyeyim mi? Biz bu malı çok iyi bir şekilde kullanacak işletecek bir kimseye ortaklığa verelim. Onun kâr ve gelirinden de yeriz” deyince hanımı “peki öyle olsun” dedi. Said bin Âmir (r.a.) bu parayla yiyecekler, iki deve, iki köle satın aldı. Aldıklarını Humus’taki fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Kendine çok az bir şey dışında hiç bir şey kalmadı. Birkaç gün sonra hanımı kendisine: “Malı ortaklığa yerdiğin adamdan paranın kârını al ve onunla şunları şunları satın al” dedi. Said (r.a.) sustu. Döndüğü zaman istedikleri şey olmayınca hanımı aynı istekleri yine söyledi. Said (r.a.) yine sustu. Birgün sonra hanımı halleri ve sözleriyle Hz. Said’i çok üzdü. Said (r.a.) ertesi gün eve hiç gelmedi. Akrabalarından birisi hanımına gelerek, “Sana ne oluyor ki kocana eziyet ediyorsun. O malının tamamını tasadduk etti, dağıttı” dedi. Kadın üzüldü ve ağladı. Sonra Said (r.a.) geldi ve şöyle buyurdu:” Allahü teâlânın râzı olduğu bir şey, dünyâ ve dünyânın içindeki her şeyden daha kıymetlidir. Eğer Allahü teâlânın râzı olduğu iyilik, hayırlardan birisi gökyüzüne lamba gibi asılsaydı, onun nuru, yeryüzünü aydınlatır ve onun parlaklığı yanında güneş sönük kalırdı, işte seni bu iyilikler için terk eder, senden ayrılırım. Fakat senin için bu hayırları ve iyilikleri terk edemem. Her hal üzere hayır ve hasenat yaparım.” Fakirlik ve sıkıntı içinde olduğu halde bu parayı kendisi için niçin harcamadığını soranlara şu hadîs-i şerîfi nakletti: Resûlullahtan (s.a.v.) işittim ki, “Ümmetimin fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce Cennete girerler. Zenginlerden biri kendini onların arasına, atar ve Cennete girmek ister. Melek onun elini tutar, fakirler arasından çıkarır ve bekle, henüz senin Cennete girme zamanın gelmedi, der. Beşyüz sene onu kıyâmetin kızgın sıcağında hesap yerinde tutarlar. Malının hesabını verir, sonra Cennete girer.” buyurdular. Sonra Said (r.a.) buyurdular ki: “Muhammed aleyhisselâmı, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki, bütün âlem helâl mal para ile dolu olsa ve hepsini bana verseler, bu fakirliğime değişmem.”

Hz. Ömer, Said bin Âmir’in (r.a.) herkes tarafından çok sevilen bir kimse olduğunu öğrenince Humuslulardan bir cemaate Onun kusuru olup olmadığını sormuş onlar da kusuru olduğunu söyleyip dört şey zikretmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Said’i (r.a.) hemen Medine-i Münevvere’ye çağırıp; “Yâ Said, senin bazı kusurların varmış. Bunların aslı nedir. Vazifene sabah namazından hemen sonra değil kuşluk vakti geliyormuşsun. Geceleri insanlar içerisine hiç çıkmaz görünmez mişsin. Haftada bir gün evine çekilir hiç kimseyi kabul etmezmişsin. Eshâb-ı kirâmdan, Hubeyb’in (r.a.) şehîd edildiği söylenince bayılıyor kendinden geçiyormuşsun” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Said, cevabında buyurdu ki: “Yâ Emir-el-mü’minîn vazifeme ancak kuşluk vakti gelebiliyorum. Çünkü hanımım hastadır. Evde bütün hizmetleri kendim yapıyorum. Hamur yoğurur ondan ekmek yapar, pişirir abdest alır öyle çıkarım. Geç kalışım bundandır. Geceleri insanların içerisinde görünmeyişimin sebebi; gündüzleri halkın hizmetleriyle meşgul olurum. Geceleri de Allahü teâlâya hizmet ve kulluk için ayırdım. Böylece gündüzleri yaptığım işlerin, verdiğim hükümlerin muhasebesini yapar yanlış kararlarım varsa düzeltirim. Haftada bir gün evime çekilip hiç kimse ile görüşmememin sebebi başka giyecek elbisem olmadığından, yıkadığım elbiselerim kuruyuncaya kadar kimseyi kabul edemiyorum. Hubeyb’in (r.a.) şehâdetini hatırlayınca bayılmamın sebebi anlatılacak şey değildir. Çünkü Mekke müşrikleri Hubeyb’i (r.a.) asarlarken (Bkz. Hubeyb bin Adiy) yanlarında idim. Belki mâni olabilirdim fakat o zaman henüz îmân etmemiştim. Seyirci kaldım. Onun gösterdiği cesaret ve celâdeti hatırladıkça, ne kadar kuvvetli bir imâna sahib olduğunu daha iyi anlıyorum. Niçin mâni olmadım diye üzüntümden bayılıyorum” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Yâ Said, Allahü teâlânın korkusu seni ne kadar yüceltmiş. Millete faydalı bir uzuv yapmış” buyurarak gözyaşı döküp ağladılar. Hz. Said, Hz. Ömer’den bundan sonra valilikten affetmesini rica etmiş ise de Hz. Ömer bunu kabul etmeyip yine vali olarak göndermiştir.

Hz. Said bin Âmir, İslâmın korunması ve emniyeti altında bulunan gayrı müslimlere (zımmîlere) karşı yumuşak davranır ve çok ilgi gösterirdi. Şam’daki zımmîler onun bu yüksek tavrından çok memnun idiler. Bir defa Hz. Ömer, onun zimmiler tarafından çok sevildiğini haber aldı ve sordu: “Neden ahali bu kadar ona muhabbet gösteriyorlar?” Cevaben; “O, halkın dert ortağıdır” dediler. Hz. Ömer bu duruma sevindi ve memnuniyetini belli etti.

Hz. Said bin Âmir fakirlerin, muhtaçların ve zavallıların dert ortağı olup, bu onun en bariz özelliği idi. Fakirler ve muhtaçlar kendisini çok severlerdi. Hz. Said bin Âmir eline geçeni fakir-fukara’ya ve muhtaçlara dağıtır, kendisine çok zaruri olandan fazlasını bırakmazdı. Bir özelliği de fakirlere istemeden önce hemen vermesi idi. Soranlara, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) şu hadîs-i şerîfini daima hatırlatırdı. “Atiyye (bağış) istenmeden verilen şeydir, birisi bir şey istedikten sonra verilirse o zaman o atiyye olmaz, istemenin karşılığı olur.”

Abdurrahmân Kâsıt, Said bin Âmir’den Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivâyet etti: “Muhacirlerin fakirleri, insanlardan kırk yıl önce Cennete gireceklerdir.”

Allah, Hz. Said bin Amir’den razı olsun. Bizlere de onun müthiş hayat hikâyesinden ders almayı nasip etsin.

 

recep.kocakk@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.