Sabreden kazanır

Yakalanmayacağınızı ve hesaba çekilmeyeceğinizi bilseniz birini öldürebilir misiniz? Kişisel çıkarınız, ailevi sorunlarınız, ideolojik takıntılarınız birini öldürmenizi gerektirdiğinde? Basit bir tedbirle veya aldığınız garantilerle yakalanmayacağınızı, yakalansanız bile cezalandırılmayacağınızı bildiğiniz halde?

Hepinizin bu soruya “Hayır” cevabı vereceğinizi biliyorum. 'Uygar insan' değişik sebeplerle de olsa bir başkasını öldürmeme üzerine şartlanmıştır çünkü. Bütün dinler öldürmeyi yasaklar. Felsefi doktrinler öldürme konusunda aleyhte taraftır. Dinsiz-imansız bile olsanız anne-babanız başkalarının hayatına kast etmenin yanlışlığını daha bebekken sizlere işlemiştir.

Öldürmezsiniz. İdam cezası uygulanırken o görevi üstlenen kişiler ('cellât') isimlerinin ortada dolaşmasını istemezlerdi; emekli olduktan sonra yaptıkları açıklamalardan cellâtların infazdan nice sonra bile uyuma güçlüğü çektikleri bilinir. Zordur, hatta imkânsızdır bir hayatın sona ermesine vesile olmak... 'Uygar' bir insanın başka bir insanı öldürmesi dünyanın en tüketici işlerinden biridir.

Oysa, insanlık tarihi insanın başka insanlara reva gördüğü iğrenç muamelelerin tarihidir aynı zamanda. Basit bir sebeple en yakınlarını öldürebildi insanoğlu; toplu kıyımlara karar verdi, o kararları gözünü kırpmadan yerine getirebildi.

Günümüzün 'uygarlık' anlayışı kurallı öldürmeyi bile hoşgörmüyor. Pek çok ülkede seri katilleri dahi idam etmeme kararlılığının altında günümüz uygarlığıyla öldürme fiilinin tersliği yatıyor.

İster bir örgüt adına, ister devlet görevi sayarak insan öldürenler nasıl böyle bir cürümü işleyebiliyor bu durumda? Bir özel harekât mensubu, “Devlet adına bin kadar insanı öldürmüş olabilirim” derken olağanüstü sâkindi. Uydu fotoğrafta yürüyüş kolunda hedefe doğru ilerleyen PKK militanları hiç de biraz sonra gencecik erleri öldürecekleri kaygısında görünmüyorlardı, değil mi? Etnik terör çatışmalarında karşılıklı hayatını kaybeden insan sayısı 30 binin üzerinde; onları öldürenlerin hiçbirinden pişmanlık sesi işitilmedi.

Terör 'uygarlık dışı' hatta 'uygarlığa karşı' bir eylem türüdür de ondan... Terörist yalnız terör eylemi yaptığı ülkeye ve çıkarlarına karşı çıkmıyor, günümüzün uygarlık anlayışına da meydan okuyor. Gözünü kan bürümüş biridir 'terörist' ve kan bürümüş göz yaptığının ne denli alçakça olduğunu görmesini engelliyor.

Kan kanı davet ediyor. Biri terörle kan dökünce, başkası da ona kan dökerek cevap veriyor ve bu döngü birbirini besleyerek süregidiyor. Türkiye'de devlet kendi adına “Devlet için kan dökmeye artık hayır” kararı vereli çok oldu; çünkü kanın hüküm sürdüğü zeminde demokrasi boy atamıyor. Terörist ise döktüğü kana illâ kan cinsinden cevap almaya alışmış; yeni eylemlerle onu zorluyor.

PKK'nın şimdi yapmaya çalıştığını anlamak hiç zor değil. Kandan besleniyor PKK ve kanın durmasının örgütün tasfiyesi anlamına geldiğini biliyor. Peki de, demokrasi içinde çözüm arayışının aracı olması gereken bazı sivil kuruluşlar, örgütler, partiler kendi varlık sebeplerinin inkârı anlamına geldiğini nasıl oluyor da göremiyorlar PKK'ya verdikleri desteğin? Ancak terörün sona ermesiyle kendilerinin gerçek anlamda sivil toplum lideri, belediye başkanı veya milletvekili (en önemlisi de 'uygar') olacaklarını anlamamaları mümkün mü?

Demokrasiler sabır rejimidir; terör ise sabırsızlığın ideolojisi... Sabreden her zaman kazanır.

Önceki ve Sonraki Yazılar