HZ. OSMAN(r.a.) İFFET TİMSALİYDİ YA SİZ?

        Bizim mahalle camisinin imamı Kadir Hoca, kahveye pek sık uğramaz. Ayda bir bilemedin iki defa ancak gelir. Çünkü Kadir Hoca bildiğimiz imamlara pek benzemez, öyle namazı kıldırıp da caminin kapısını kilitleyip gidenlerden değildir. Kadir Hoca camiyi görev yeri gibi görür. Yazları çocuklara Kuran öğretir, okullar açıkken isteyenlere hadis, fıkıh dersleri verir. Vaazlarına günler öncesinden hazırlandığını hanımı, bizim kaşık düşmanına söylemiş. Bizim Hoca, camiyi kapatıp çıkmışsa mutlaka birinin ziyaretine gitmiştir. Hastalara uğrar, esnafın halini hatırını sorar, rastladığı çocuklara ikram edecek bir şeyler mutlaka vardır cebinde zaten. Arada bir de bizim kahveye uğrar, bir çay içer, bizimle sohbet eder ve her seferinde mutlaka bize bir şeyler öğretmeyi başarmış olarak ayrılır.

 

            O gün de öğle ezanından bir saat kadar sonra içeri girdiğinde her zamanki mütebessim çehresiyle selam verdi ve bir çay söyledi, o gazetelere bakarken ben de çayını getirdim. Biraz sohbet ederiz diyordum ki diafondan kahve istediler. Hayta çırak yine ortalarda yoktu, mecburen ben götürecektim. Beş on dakika işleri kolaylayıp geç gelen çırağı da payladıktan sonra Kadir Hoca’nın yanına oturdum. Ama hoca az önce bıraktığım hoca değildi. Kenarlarından iki damla yaş süzülmüş gözlerini masadaki gazetelerden birine dikmiş öylece bakıyordu. Bir an ne diyeceğimi bilemedim, nereye baktığını da anlamamıştım.  

 

“Hayrola hocam, bir şey mi oldu, kötü bir haber mi var?” dedim neden sonra.

      Hoca önce konuşmadı, eliyle yanaklarından artık tek tük beyazların düşmüş olduğu sakalına inen yaşları sildi, sonra da o güne kadar kendisinden hiç duymadığım bir ses tonuyla;

 

Sen Hazret-i Osman’ı bilir misin Ahmet Efendi?” dedi.

 

“Ben cahil adamın biriyim hocam, ama Hazret-i Osman’ın halife olduğunu ve Kuran okurken şehit edildiğini bilirim.”

 

“Allah razı olsun Ahmet Efendi, bir kısmı o kadarını da bilmez. Peki, ister misin sana Hz. Osman’ın cömertliğini anlatayım.”Çayını bitirdi, dinlemek için beklediğimi görünce devam etti:

 

“Hz. Osman efendimiz, infak söz konusu olduğunda hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Bir defasında –o coğrafi şartlarda altından bile kıymetli olan- bir su kuyusunu satın almış ve vakfetmişti. Yani bir nevi İslam medeniyetinde sebil geleneğini başlatmıştı. Tebük seferinde ise Şam’a göndermek üzere hazırlattığı üç yüz deveyi üzerindeki yüklerle beraber bağışlamıştı.”

 

“Bu çok ediyor değil mi hocam!”

 

“Bu günün şartlarına kıyaslarsan Ahmet Efendi, beş on mağazayı içindeki her şeyle birlikte sadaka vermekten fazla gelir. Buna rağmen yaptıklarını sürekli az bulur, nefsinin şımarmasına müsaade etmezdi. Yoksul bir adam kendisine gelir ve ‘Bütün hayrı siz mal sahipleri yapıyorsunuz, hacca gidiyor, sadaka veriyorsunuz.’ diye biraz üzüntü ve biraz da gıptayla yakınınca Hz. Osman, ‘Vallahi malı olmayan birinin akşama kadar alın teriyle kazandığından vereceği bir dirhem bir zenginin vereceği on bin dirhemden kıymetlidir çünkü o zengin malının içinden az bir kısmın vermiştir.’ diyecek kadar da gururdan uzaktır.

 

“Vay be hocam helal olsun! Şimdilerde öyleleri var ki buğday tanesi kadar sadaka verse neredeyse tellal tutuyor duyurmak için.”Hoca, bana aldırmadan devam etti, dedikoduyu sevmezdi çünkü.

 

Ama o mübarek insanın devr-i saadette öne çıkan asıl yönü hayâ ve iffet duygusu olmuştu. Öyle ki Âlemlerin Efendisi(s.a.v) bile, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer geldiğinde değiştirmediği oturuşunu Hz. Osman geldiğinde değiştiriyor ve neden böyle yaptığını soran muhterem validemize de ‘Ya Aişe, vallahi meleklerin kendisinden utandığı adamdan utanmayayım mı?’ diye cevap veriyordu.  İşte Hz. Osman, böyle bir duruşun insanıydı. Onun adı söylenince edep geliyordu akla.”

 

Sözün burasında durdu Kadir Hoca, gözleri dolu dolu olmuştu. Sesi de titriyordu zaten.

“ Ben artık gideyim Ahmet Efendi.” Dedi. Ne cevap vereceğimi bilemedim,

 

Hocam, Allah razı olsun da seni neyin üzdüğünü anlayabilseydim bir.” Dedim.  

 

Çayın parasını masaya bırakırken gözlerinigazeteden ayırmadan,

 

Sen Maraş’lıydın değil mi Ahmet Efendi? O zaman sana Sütçü İmam’ı anlatmama gerek yoktur.”

Dedi ve omuzları çökük gözleri nemli çıkıp gitti. Gazetede gözlerinin takılıp kaldığı sayfaya aldım. Bir partinin iki tane başkan yardımcısının (biri kadın ve aileden sorumlu üstelik)  kadınlarla yaptıkları bir konuşmanın dökümü vardı haberde. Şimdi anlamıştım hocayı, kan beynime sıçradı. Dediğim gibi ben cahil bir kahveciyim, Kadir hoca kadar da mübarek değilim; açtım bayramlık ağzımı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.