OD

            Tarihi romancılığı aşılması güç bir noktaya taşıyan Sayın Mehmed Niyazi 2004 yılında Yağmur Dergisi’ne verdiği bir röportajda Yunus Emre’yi örnek vererek tarihi romanın nasıl olması gerektiğinden şu ifadelerle bahseder:

            “Yunus Emre hakkında bir tarihi roman yazılır, çok da enfes olur. Yunus, bir tarihi romanda figür de olabilir. Ama çizilen tip, Yunus Emre gibi olmalıdır. Okuyucu, ‘İşte tarihteki Yunus Emre bu!’ demelidir. Ama bu iş çalakalem yazılamayacak kadar ciddi bir iştir. ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.’ diyecek kadar derin, Taptuk’un kapısında mürid olacak kadar sadık, aynı zamanda gözü yaşlı engin hoşgörülü bir insanı güm ışığına çıkarmak hem bilgi hem de yetenek işidir.” ( Yağmur nr. 23)

            Geçtiğimiz haftalarda raflarda yerini alan OD ile İskender Pala Mehmed Niyazi beyin bu temennisini gerçekleştirmiş görünüyor. Mehmed Niyazi gibi tarihi romanların gerçekliği konusunda yüksek hassasiyete sahip olan birinin OD hakkındaki kanaatlerini sona saklıyorum. Hemen bitmesin diye kendimi tutarak yavaş yavaş okuduğum roman bende çok farklı tatlar bıraktı.

            Bir edebiyat öğretmeni olarak Tasavvuf Edebiyatı anlatırken Yunus’tan ve Mevlana’dan ve onların yaratılmış her şeye besledikleri sevgiden bahsetmemek mümkün değil. Ne yazık ki şimdiye kadar bir tek öğrencim bile bu iki zirvenin neden “sevgi ve hoşgörü” kavramlarını öne çıkardıklarını sormadı. Ancak, romanı okuyanlar bunu sanırım gayet iyi anlayacaklar. İskender Pala, Moğol istilasının hüküm sürdüğü Anadolu topraklarındaki anarşi atmosferini çok başarılı bir şekilde oluşturmuş.   Bunu ciddi manada önemsediğini sanıyorum. Çünkü o şiddet atmosferi verilmeden Yunus’un sevgi üzerinde neden bu kadar durduğunu anlamak mümkün değildir. Nasıl ki Allah (cc) peygamberlerini yaşadıkları dönemin meşrebince mucizelerle donatıyorsa, peygamberlerin takipçileri olan veliler de bu ilahi yolu takip etmişler ve çağın ihtiyaç ve idrakine göre hareket etmişlerdir. O çağda o ortamı aşmanın tek ilacı sevginin seslendirilmesi kadar tabii ne olabilirdi.

            OD’da beni en çok etkileyen şeylerden biri de Yunus’un tekâmülünün veriliş şekli oldu. Yunus’la ilgili şimdiye kadarki anlatıların zihinlerde uyandırdığı kabul, “himmeti değil nimet”i tercih ettiği için pişman olup geri dönen ve Taptuk kapısına gönderilen Yunus’un orada erdiği yönündedir. Oysa İskender Pala bize –çok başarılı ve çok isabetli bir şekilde- farklı bir tekâmül hikâyesi sunar. “Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdülillah” lafzı; tereddütlerle, pişmanlıklarla, hayal kırıklıklarıyla, imtihanlarla ve en nihayetinde teslimiyetle örülmüş ve bütün bir ömre yayılmış serencamın veciz ifadesidir. Yunus’un bu “oluş”u en gerçekçi ifadedir. Romancılarımızın ve televizyoncularımızın bir zamanlar pek itibar ettikleri “hidayet” öykülerinin gerektiği ölçüde etkili olamamasının bir sebebini de burada aramak lazımdır.

            OD’daki Yunus sahicidir, elle dokunulacak kadar, sokağın köşesinden dönülünce karşımıza çıkabilecek kadar hem de… Hepimiz gibi sever, ailesi için endişelenir, kayıplarını ardından gözyaşı döker, evlat acısı çeker… O’nun bütün bunlarla unutmadan ve fakat isyan da etmeden başa çıkışı bizim için de bir yol haritasıdır. Gerçek, makul, model olabilecek bir yol haritası…

            Kitaptaki en güzel bölüm ise hiç şüphesiz Mevlana ve Yunus’un karşılaşmalarıdır. Konuşmak için sözlere aslında ihtiyacı olmayan bu iki Allah(cc) dostunu bencileyin gariplerde anlasın diye en zarif ifadelerle konuşturur İskender Pala. Biz orada bu gün yeniden anlamaya öğrenmeye ihtiyacımız olan bir hakikati görürüz. Allah dostlarının birbirleri hakkında besledikleri tek his katışıksız sevgidir. Gönül diler ki farklı büyüklerin izlerinden yürüyen muhibler de aynı tarz üzere hareket etsinler.  

            Yunus’u tanımak, tasavvufun ne olduğunu öğrenmek için OD’u okuyunuz efendim. OD olmadan “aşk” olmaz ve bu konuda pembe kapaklı kitapların size anlatabileceği pek fazla bir şey yoktur.

            Mehmed Niyazi’yle başladık yine onunla bitirelim. OD’un neden okunması gerektiğini en iyi o ifade ediyor.

            “İskender Pala, "Seni sigaya çeken / Bir Molla Kasım gelir" beytinden tanıdığımız bir başka sufiye izini sürdürüyor. Tabii Yunus'un izini sürmek kolay değil; çünkü "Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, sonunda hiç yaşamamış gibi ölen" ulu bir Allah dostu hedef alınıyor.” (Mehmed Niyazi, Zaman, 31 Ekim 2011)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum