Şehir olarak insan...

...veya insan olarak şehir...

 

* * *

Çok iyi bilinen bir anekdottur: Yahya Kemal'e, "Ankara'nın nesini seviyorsunuz?" diye sorulunca, "İstanbul'a dönüşünü" diye cevap verir üstad.

Ben de, "İstanbul'un nesini seviyorsunuz?" diye sorulduğunda, "gecesini" diye cevap veriyorum.

 

* * *

Evet, İstanbul'un gecesini seviyorum; çünkü İstanbul'un gündüzü medeniyet kurucu ve başka medeniyetleri koruyucu bir şehir olarak İstanbul'da işlenen cinayetleri bütün ürperticiliğiyle, çirkinliğiyle, hatta bütün ilkelliğiyle gözler önüne seriyor. Hiç olmazsa, İstanbul'un gecesi, İstanbul'a yapılan ilkel saldırıları, cinayetleri, yıkımları gizliyor, örtüyor.

O yüzden bendeniz, tabiat, tarih ve insan zenginliği bakımından dünyada gerçekten eşi benzeri olmayan İstanbul gibi bir şehrin katledilmesine, her ân yeni katliamlarla bir kez daha öldürülmesine, yok edilmesine tahammül edemediğim için, İstanbul'un gecesine sığınıyorum.

Elbette ki, İstanbul'daki vulger, kaba-saba eurobesk dekadans kültür, büyük ölçüde Levantenlere ait bu yıkıcı, bize ait her şeyi tahrip edici kültür, İstanbul'un gecesini de birkaç kez katlediyor, ruhunu da yok ediyor durmamacasına, acımasızca. Ama gece, hiç olmazsa, bütün bu yıkımları örtüyor...

 

* * *

İnsan-ı kâmillerin, ermişlerin, bilge insanların, mütevazi şahsiyetlerin dölyatağı, yatağı, kaynağı olan bu güzîde ve güzelim şehir, her ân, her dakika bizden ne kadar şikâyet ediyor; tarihin tanık olduğu bütün tabiî güzellikleri, tarihî keşifleri, yolculukları, serüvenleri yüreğinde taşıyan, yüreğiyle taşıyan bu şehir, bize ne kadar kahrediyor, hiç düşünüyor muyuz acaba?

Rahmetli Turgut Cansever'in o tüyler ürpertici gözlemini hatırla/t/manın tam sırası: "Bir şehri çirkinleştirmek için, yıkmak için ancak bu kadar çaba gösterilebilirdi."

 

* * *

İstanbul'un yıkımı, elbette ki, salt yerel yöneticilerin ya da son yılların merkezî yönetimlerinin suçu değil. Daha mütareke yıllarında, Yahya Kemal, Yunan ve Latin kültürü hayranı olarak gittiği Paris'ten "silkinip kendine gelerek" "eve döndüğü" zaman, ellerinde mendillerle karış karış dolaşır İstanbul'u ve İstanbul'un nasıl harabeye çevrildiğini anlatır bize ürpererek: Aziz İstanbul, tastamam rezil İstanbul'a dönüşmüştür artık... Can çekişmektedir...

Yahya Kemal'in can çekişen İstanbul'u bugün çoktan katafalka konulmaya hazır, ölü, üstelik de kendi çocukları tarafından katledilmiş bir cenazeye dönüşmüş durumdadır.

 

* * *

Düşündükçe hafakanlar basıyor zihnimi: Nasıl olur da, dünyanın en güzel şehirlerini inşa etmiş bir medeniyetin çocukları, Balkanların sınır boylarından Macaristan'ın, İtalya'nın içlerine, Suriye'den taa Yemen'e kadar bugün hâlâ yaşayan, yaşatılan -San Rameo, Saraybosna, Üsküp, Cenova, Şam ve San'a gibi- bütün şehirlere can vermiş, ruh üflemiş İstanbul gibi dünyanın incisi bir şehri bu kadar katledebilirler, aklım, havsalam almıyor gerçekten!

Evet, dünyanın en güzel şehirlerini inşa etmiş bir medeniyetin çocukları, bugün bırakınız yeni şehirler inşa edebilmeyi, dünyanın en çirkin şehirlerine imza atan barbarlar olarak anılmayı çoktan hak etmiş durumdalar.

 

* * *

Neden, nasıl oldu da biz dünyanın en kötü şehirlerinde yaşamaya mahkûm ve mahpus olduk?

Şehir fikri'ni yitirdiğimiz için elbette. Şehir fikrini yitirdik; çünkü medeniyet fikrini ve iddialarımızı yitirdik.

Oysa bizim hayat-dünyamızda, anlam haritalarımızda, insan'la şehir / medine arasında, din'le medine ve medeniyet arasında doğrudan ve doğurgan, birbirini doğuran kopmaz bir irtibat vardır.

Her şeyden önce, Efendimiz (sav) bizatihî kendisini, "medine / şehir" olarak tarif eder: "İlmin şehri." İlim, içinde kendinizi bulmanızı, kendiniz olmanızı, başkalarıyla bütünleşmenizi, her şeyle hemhâl olmanızı ve başkalarına hayat sunmanızı mümkün kılacak bir âlem'de / vasat'ta hayat bulabilir ancak; işte o zaman, insana, eşyaya ve hayata ruh üfleyebilir: Kanatlandırıcı, aşkın bir varoluş, varediş ve varkılış ruhu.

Din, medine'de tebeddün edebilir; ete kemiğe bürünüp hayat pınarları sunabilir insana. Çünkü insan, şehrin çocuğudur: Hatta şehrin bizatihî kendisidir insan: Ya da şöyle söyleyelim: İnsan, küçük şehirdir; şehirse büyük insan. Şehir bitmişse, insan da biter; insan bitmişse, hayat da...

Önceki ve Sonraki Yazılar