Son Yazı Hakkında: U-Turn/Gerivites Yok.

Son Yazı Hakkında: U-Turn/Gerivites Yok.

“Ak Parti Türkiyesi’nin Dış Politikasındaki Temel Açmaz” başlıklı son yazım epeyce farklı tepkilere sebep oldu. Tebrik edende var, “Paralel ağızla konuşmakla” suçlayanda, epeyce cesur bulanda var.

Cesurca bir yazı olarak algılanmasına şaşırmadım dersem yalan olur. Paralel ağızla suçlanmak ise açıkçası incitici. Açıkçası ben her hangi bir hoca veya şeyhe intisaplı değilim ve bundan sonrada düşünmüyorum. Şeyhleştirilmiş siyasilerde buna dahil! Geçmişte taraftarlarınca hakkında  “mehdi” olduğuna dair bin bir çeşit delil getirilen Erbakan Hoca öldü. Bakın, demekki mehdi değilmiş! Mehdi olsaydı ölmezdi demiyorum, mehdi olsaydı işlerini başarıya ulaştırırdı diyorum. Sonuç ise ortada. O, Amerika’da oturan adamda mehdi değil. O ölünce, onun taraftarlarıda onun mehdi olmadığını anlayacaklar; taki yeni bir mehdi keşfedene kadar..!

Ha, ben mehdiye karşı değilim. Mehdinin geleceğine de inanıyorum. Ama ayranını köpürten herkesin, keramet ehli ilan edilmesine karşıyım. Buda benim yaratılıştan gelen hakkım.

Yazıyı tebrik edenlerin bile neden tebrik ettiğinden tam olarak emin değilim. Çünkü taraf olmakla tarafgir olmayı birbirine kattığımız günden beri toplum olarak sadece işimize geleni hazmedebiliyoruz. Ciddi bir hazımsal sorunla başbaşayız. Merhum başbakan Bülent Ecevit’in Merve Kavakçı karşısındaki hazımsızlığından daha fazlası, muhafazakar sağda kendini göstermeye başladı. Ki bu gerçekten benim için iç acıtıcı. Ya akıl tutulması ya mantık kurtlanması; ya sıtma ya ölüm! Halbuki ne sıtma olmak zorundayız ne de ecelsiz ölmek.!?

Oysa, o muhafazkar kesimin tarihsel derinliğinde ve en dip köklerinde “vahiy” gibi mutlak ve tartışmasız doğrular olduğu gibi o mutlak doğrular üzerinde geliştirilen anlama ve idrak etmeye yardımcı olan ve de esası, usulü önemseyen bir “tefsir bilimi” birikimi var. Zihinlerde yoksa bile toplumsal genlerde bu birikim var. Ayrıca, bana göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük akademik çalışması olan “hadis ilmi”  birikimi var. Hadis ilminin gelişimini birazcık bilenler ne demek istediğimi daha kolay anlarlar.

Islami muhafazakarlığı skolastik düşünceye evrimleştirmenin tam adı yobazlıktır. Ülkemizin ise buna ihtiyacı yoktur. Çünkü bunun kemalist ve ham softa modelleri başta olmakla birlikte binbir çeşidi ülkemizde haddinden fazla var zaten. Kemalist kesimin iflah olmaz derdi onların sorunu ama dindar kesimin yobazlaşması İslam’a ve onun değerlerine zarar vermektedir. Bu mutazarrır döngüyü kırmak ve buna hiç düşmemek için ise eleştiri şarttır. Biz buna “kritize etme”de diyebiliriz. Hased kaynaklı değil anlamaya ve aydınlatmaya çalışan eleştiri.

Bu girişi şunun için yaptım. Son yazıma gelen tepkilerden sonra yazıyı tekrar tekrar okudum. Yanlış anlaşılabilecek bir şey yok. Yazımın sonuna kadar arkasındayım. Hatta yazıyı fazla uzatmama telaşesinden dolayı bazı yerleri eksik bıraktığımı gördüm.

Nedir o eksik kalan?

Türkiye çok yüksek perdeden bağırıp çağırarak dış politika yürütüyor ve kırmızı çizgiler belirliyor. Ve malesef bu çizgiler, sürekli başkalarının “kırmızı silgileri” tarafından siliniyor. Bunu yapmak yerine sessiz ve derinden fiiliyata dönük ama tatlı dilli, yumuşak yüzlü bir dış politika ihdas edilmeli. Tıpkı Hatay sınırında infaz edilen 5 Mossad ajanının ve Dağlıca Karakolu’na karakolu sıfırlamak maksadıyla baskın tertip eden öenmli bir batı ükesinin istihbarat elemanlarının sınırda sıfırlanması gibi! Gürültüsüz, patırtısız...

Ben Ak Parti başarısız demedim. Ayrıca başarısız bulsam bunu söylemektende çekinmem. Başarısız olma ihtimalini artıran sebepleri vurguladım. Ayrıca dış politikadaki söylemin arkasının devletin gücü ile doldurulması gerektiğini ama bununda bodoslama değil usulüne göre yapılması gerektiğini belirttim. Hem, Ak Parti’nin 12 yıllık devrim niteliğindeki başarılarla dolu tarihinde yanlış ve başarısız bulduğum şeylerde var. Mesela şu “anne sütü bankası” masalından geri adım atılmamış olsaydı benim için Ak Parti bitmişti. Buda bu kadar net.

Arap Baharı’nın artık iyiden metal fırtınaya dönüştüğü günümüzde ülke yönetiminin yüzeyselleşmesine müsade edilmemesi ve stratejik düşüncenin derinleştirilmesi gerektiğini, devletin uluslararası arenada kurguladığı oyunu gerekirse bir fiil uygulamaktanda çekinmemesi, İran ve Hizbullah gibi güç sergilemekten korkmamasını, bu donanıma sahip olduğunu ama ağır ve mütereddit davrandığını düşündüğümü yazdım.

Yahya Kemal ve Mehmet Akif gibi Türk entellektüellerinin eserlerinede yansıyan hacminden fazla köpürmenin ise Enver Paşa gibi bir civan merti ve koca Osmanlı İmparatorluğu’nu ne hale düşürdüğünü hatırlattım. Bunda alınacak, gocunacak bir şey yok. Ha, “Sen devlet büyüklerimizden iyi mi biliyorsun?” demek ve devletin kurumsal yapısını hatırlatmak ise bana Muammer Kaddafinin halkına televizyondan yasakları sıralarken, yasakların menşei olarak kendisinin yazdığı kıymeti kendinden menkul “Yeşil Kitab”ı referans göstermesini aklıma getiriyor!

Devletin PYD’yi en tepeden teröristlikle suçlayıp, sonrada PYD liderini Ankarada defaaten üst düzeyde ağırlaması ve sonra tekrar o şahsın liderliğini yaptığı örgüt hakkında terörist demesi, sonrada o terörist grubun yaralılarını devletin hastanelerinde tedavi etmesi ve o terörist gruba askeri yardım yapılması için kendi topraklarından koridor açılmasına müsade etmesinde bir çelişki yoksa o zaman benim yazımı yırtın, yakın ve küllerini rüzgara savurun gitsin.

Sayınki, ızdıraplı bir Müslüm Gürses şarkısını mırıldanmışım... Ama bende tüm Türkiye’de PKK’nın zafer türkülerini dinlemek istemiyoruz. Bu millet buna müsade etmez.

 

E mail:   akpinartahsin@hotmail.com

Twitter: @akpinartahsin

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum