Başbakan’ın Kürt Sorununa Yaklaşımı ve İslam kardeşliği.

Sayın Başbakan’ın “Kürt sorunu yok, Kürt kardeşlerimizin sorunları var” yaklaşımı çözüm noktasında hareket alanı oluşturabilecek ve üzerinde durulması gereken bir tavır. Bu yaklaşıma Alevi kardeşlerimizin sorunları, fakir kardeşlerimizin sorunları, dilini korumak isteyen azınlıkların sorunları, dinini yaşamak isteyen Müslüman ve gayri Müslimlerin sorunları gibi eklemlenecek daha birçok sorun var.

Kürt sorunu elbette var fakat toptancı bir “Kürt sorunu” algılayışı diğer sorunları gölgelediği gibi terör örgütüne ve örgütü ayakta tutan derin bağlantılarına da (PKK’yı ve onu bu günlere taşıyan derin yapılanmaları birlikte düşünmekte fayda var) zemin açıyor ve bir nevi meşru bir alan oluşturuyor.

Sayın Başbakan’ın bireysel haklar ve özgürlükler noktasından konuyu ele alması çözüme giden yolda ciddi kolaylıklar sağlayacak ve yeni anayasanın da tüm Türkiye halkının; etnik, dini, kültürel farklılığı ne olursa olsun rahatlıkla evet diyeceği bir noktaya gelmesini sağlayacaktır.

Bu  yaklaşım doğrultusunda demokratik gelişmeler sağlanabilir ve gerçekleşebilirse yeni anayasa ile Kürt vatandaşların en temel insani hakları sağlanmış olur. Tabi burada sadece Kürt vatandaşların değil farklı etnik, dini, kültürel farklılıklara sahip tüm vatandaşların hak ve hukuklarının korunacak olması Türkiye’ye ciddi bir rahatlama getirecektir.

Kemalist ulusalcı yönetim biçiminin çözemediği ve Türkiye halkının başına bela ettiği üç temel sorunla; yani Din, Dil ve Fakirlik gerçekleriyle hepimiz yüzleşiyoruz.

Kemalist ulusalcı anlayışın din konusundaki çıkmazları, Laiklik ekseninde yürüttükleri despotik politikalar dindar olan, farklı mezhebi anlayışlara sahip olan ve nihayet gayri Müslim olan vatandaşları neredeyse canından bezdirdi. Sunni Türk modelini dayatan zihniyetin farklı dini anlayışları görmezden gelmesi, baskı oluşturması ve sunni Türk modelini bile kendi dünyalarında oluşturdukları ütopyalara göre dizayn etmelerinin sonucu evrenselleşemeyen, fikir üretemeyen, içine kapanık, farklı anlayışlarla karşılaştığında ise korkan, bocalayan bu sebeple de farklılıklara düşman olan bir entelektüel! Kitle oluştu.

Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Anadolu coğrafyasında bir çok farklı dilin kullanıldığını biliyoruz. Özellikle harf inkılabı ve dil üzerinde yürütülen çalışmalar ve yine farklı dillerin konuşulmasını dahi yasaklayan Kemalist ulusalcı yönetime bir çok farklı etnik ve kültürel guruplar direnç göstermediler, tabiî ki bu kendi tercihleri idi ve sonuçta bu gün o farklı dillerin bir çoğu unutulup gitti.

Fakat özellikle dil konusunda direnen tek etnik gurup olan Kürtleri bu sebeple eleştirmek sanırım doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Hakkaniyet ölçüsünde ki bir yaklaşımın; dil üzerindeki baskının ne pozitif hukuka, ne sosyolojik gerçeklere ne de dine uygun olduğunu söyleyebilmesi mümkün değildir. Sadece etnik milliyetçilik ve Kemalist ulusalcı yaklaşımlarla buna kılıf uydurulabilir.

Öyle ki kendilerini İslami cenahta konumlandıran bazı yazar ve düşünürlerimiz bile farklılıkları bir tehdit olarak algılamaya devam ediyor.  Özellikle Kürtler söz konusu olduğunda İslam kardeşliğini öne sürüyor ve bir nevi kendilerince ayrılıkçılık olarak tasavvur ettikleri anadil konusunda bile agresif yaklaşımlar gösterebiliyor.

Kürtler ile Türkleri cumhuriyet başlangıcı ve öncesinde bir arada tutan en önemli bağın İslam olduğu gerçeği her kesin malumudur. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Fakat İslam kardeşliğini iyi niyetle savunan bu cenahtaki arkadaşların gözden kaçırdığı nokta Türkiye Cumhuriyetinin İslami esaslarla yönetilen bir devlet olmadığıdır. Seküler hukuku esas alan Cumhuriyet yapılanması içerisinde Kürt vatandaşlara İslam kardeşliğini önerenlerin birçoğu şüphesiz samimi duygularla konuya yaklaşıyor; ama İslami yaklaşımda Müslüman bir toplumum azınlık sayılamayacağı diline, kültürüne her hangi bir müdahalede bulunulamayacağını da bu arkadaşların bilmeleri gerekir.  İslam kardeşliğinin öncül şartı Müslüman olan her etnik farklılığın doğuştan gelen temel hak ve hürriyetlerini savunmaktan geçiyor. Müslüman kimliğinde ki bir entelektüelin “devlet” olgusunu bu hak ve hukukun önünde tutması olumlandırılacak bir tavır olmasa gerek.

Laik olan bir devlet organizasyonunda özellikle Kürtlerden İslam kardeşliği etrafında dilini, kültürünü bir kenara bırakmalarını istemek anlaşılır gibi değildir. Kaldı ki bu entellektül arkadaşlara yakışan sadece Müslüman Kürtlerin değil, gayri Müslim vatandaşların da hakkını savunmak olmalıdır.

Burada Sayın Başbakan’ın temel hak ve hürriyetler noktasında konuya yaklaşması son derece doğru, anlaşılabilir bir tavırdır. Çünkü sorunların çözümünde doğru dil’i kullanmak gerekiyor. Etnik ve dini problemlerimize bireysel haklar noktasında yaklaştığımızda karşı karşıya görünen bir çok kesimin uzlaşabileceğini hepimiz göreceğiz diye umut ediyorum.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum