Ufuk ÇOKSÜRER

Ufuk ÇOKSÜRER

DÖNÜŞTÜRÜCÜLER !

Budizm'in müessisi Buda, hiçbir zaman "heykele tapın" demedi. Hayatı boyunca putlara tapmadı, tapmayı da kat'iyen men etti. İnsanın bütün arzu ve ızdırablarının ve her türlü dünya gailesinin rahat bulduğu makam olan “Nirvana” gibi müphem, ucu açık ve "Soyut Beden"i imgeleyen bir ruhanî hedef çizdi. Fakat müntesipleri çok geçmeden, Buda'nın gelişiyle ve inancını yayışıyla aç kalan putyapıcılarını eskiye nazaran daha fazla mutlu ettiler. Çünkü Buda öldükten hemen sonra her yanı binlerce Buda putu kaplamıştı.

Batılı Materyalist mihverli dönüştürücüler de boş durmadı: Onlar da Kant'ın "nesnelerin değeri, insanın onuru vardır" telâkkisini, "nesnenin onuru, insanın değeri vardır" şeklinde ters yüz ettiler.

Mukaddes olan her şeye karşı olmak diskuruyla temâyüz eden Komünistler, Çarlık dönemindeki kalabalık kiliselerin içini boşalttılar. Fakat Komünist dönüştürücüler çok geçmeden bu kalabalığı, Lenin'in mozolesini görmek için saatlerce kuyrukta beklemeyi göze alabilen bir hâle dönüştürdüler. Her fırsatta kutsala karşı olduğunu dermeyan eden dönüştürücüler bu şekilde kendi kutsalını yaratmakta gecikmediler.

Kadınlık ve erkeklik mefhumları da dönüştürücülerin gazabına uğradı. Dönüştürücüler, kadın ve erkeğin birbirlerinden üstün yâhud nakıs olan cihetlerini mühimsemeyerek kadın ve erkeği mutlak eşit bellediler. Kadını erkekleştirip, erkeği kadınlaştırdılar. Kadını duvarcı ustası, erkeği ise kreşlerde bakıcı yaptılar…

Ya Yahudiler? Onlar da kendilerini Mısır’dan çıkaran Hz. Musa’dan intikamlarını çok kötü aldılar. Daha çöle çıkar çıkmaz hemen Musa'nın yok etmek istediği sembolleri, putları tekrar ortaya çıkardılar ve altın buzağı heykelini “işte Tanrı” diye pazarlamaya çalıştılar. Hz. Musa’nın getirdiği o yüce din daha o hayattayken paramparça kılınmıştı. Zamanla Tevrat’ı da öyle bir dönüştürdüler ki Tanrı’nın din göndermekle yok etmek istediği her şeyi kutsal dinlerinin bir parçası kıldılar. Tanrı’yı intikamcı, peygamberleri madrabaz, kendilerini ise "şa'bullahi'l muhtar (seçilmiş ırk)" ilan ettiler.

Hıristiyan olmamaya üç yüz küsür yıl direnen Romalılar imkân bulamayınca, Hıristiyanlığın kendilerini dönüştürmesine mahal vermeden kendileri İsa’nın mesajlarını Romalılaştırdılar ve Hıristiyanlık neyi yok etmek için geldiyse dini o hâle dönüştürdüler: İsa “Allah birdir” mi demişti, hemen onu üçleştirdiler ve hatta bu üçlüyü dinlerinin şaşmaz, tartışılmaz, tartışılması dahi teklif edilemez umdesi ilân ettiler. Dinin Tevhit akidesiyle alay edercesine Teslis’i dinin temel direği kıldılar.

Gözü dönmüş Hıristiyan dönüştürücüler bununla da iktifa etmediler. Bu seferki hedef, içerisinde çok az da olsa hâlâ semavî din kırıntıları barındıran Katoliklik idi. Martin Luther, Protestanlık yorumuyla âdeta yeni bir icâd etmiş ve Hıristiyanları Kapitalizm ve Emperyalizm'in emrine amâde hâle getirmişti. Luther, bu minval üzere seleflerinin tahrif ettiği İseviliğe son darbeyi indiriyor ve insanlara artık ilâhî muhtevası kalmayan dünyevî ve beşerî bir din takdim ediyordu.

Dönüştürücülerin gene canı sıkılmıştı! Acaba bu sefer neyi dönüştürselerdi? Bulmuşlardı! Bu sefer daha farklı bir şey deneyeceklerdi: İki dinin halitasıyla yeni bir din meydana getirmeye çalışmak!.. İsa'dan tam 19, Musa'dan ise tam 32 asır sonra, üstelik daha önce dönüştürdükleri iki din olan Yahudiliği ve Hıristiyanlığı karıştırıp "son model bir din" yarattılar ve buna da "Yehova Şahitliği" dediler.

Batılı devletler katı Katolik taassubiyetinden kurtulmak için "lâiklik" diye bir şey icâd ettiler. Bunu yapmaları gerekiyordu çünkü din, siyâsetin ve devletin fena halde canını okuyordu. Böylece artık din devlete karışmayacak, devlet de dine karışmayacaktı. Fakat yerli dönüştürücüler lâiklik tanımını ters yüz edip "din devlete karışmayacak" umdesine bir de "devlet dine karışacak" umdesini yerleştirip "dinin canını okuyacaklardı!"

Emevîler, Hz. Peygamber’in yok etmek için gönderildiği hemen her cahiliye değerini saraya sokmak için her şeyi yaptılar. Ortalığı âdeta bir İslâm’dan çok Emevî İslâm’ı kapladı. En basitinden devlet başkanının şûrâ ve istişâre ile seçilme geleneği tarihe gömüldü. Ve babadan oğula saltanat kutsandı ve mutad hâle geldi. Bugün İslâm diye bildiğimiz pek çok dinî içerik Emevî hanedanının kutsadığı ritüellerdir. Hz. Peygamber, hayatı boyu neyle mücadele ettiyse onun dinin asıl ilkesi kılmaya çalıştılar. En başta ırkî asabiyetin öne çıkarılması olmak üzere...

Hz.Ali, namaza cinnet kertesinde bağlıydı. Öyle ki savaşta ayağına isabet eden okun namaz kılarken çıkartılmasını emretmiş ve nasıl bir huşû hâlinde namaz kılmışsa acıyı zerre kadar hissetmemişti. Namaz meftunuydu Hz. Ali; hattâ şehit edilme esnâsında bile câmide namaz kılıyordu. Ama Hz. Ali'yi aliyülâla mesâbesine oturtan Hz. Ali leyhtârı dönüştürücüler her nedense câmiye gitmiyor, namaz kılmıyorlardı... Dönüştürücüler Hz. Ali'nin en sevdiği şeyi yapmayı zül addediyorlardı!

Ezcümle, dünya dönüyor, dönüyor, dönüyordu!

Tabii insanlar da küre-i arz döndükçe dönüştürüyor, dönüştürüyor, dönüştürüyordu!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.