Ufuk ÇOKSÜRER

Ufuk ÇOKSÜRER

PARLAMENTER SİSTEM ÇIKMAZI ve REFERANDUM

Değerli okuyucular, çok partili hayata geçilmesinden bu yana, Türkiye'deki mevcut parlamenter sistemin, Türkiye'yi arzulanan seviyeye getirmekte başarısız kaldığı mazimizin ve tarih kitaplarımızın şehâdetiyle sabittir. Yetmiş yıllık çok partili parlamenter sistemimizin mazisi aynı zamanda siyâsî çekişmelerin, darbelerin, koalisyon partileri arasındaki kavgaların, yolsuzlukların, iktisâdî buhranların tarihidir.

Takdir edersiniz ki böylesine bir keşmekeşlik içerisinde ülkemizden beklenen atılımı yapmasını beklemek hayalperestlik olurdu. Tarih bize göstermiştir ki, parlamenter sistem bu hâliyle, Türkiye'nin iktisâdi ve teknik inkişaf arzusunun başına geçirilmiş bir deli gömleği olma keyfiyetindedir. Bu gömlek Türkiye'nin ne sağa ne sola dönmesine ve ne de koşmasına imkân vermiştir!

Dönem dönem ferâset ve basiret sahibi milletimiz, bu keşmekeş durumdan kurtulmak için topraklarımızın ruhuna uygun millî partileri tek başına iktidara getirip koalisyonlardan kurtulmak istemişse de bu sefer de askerî darbelerle bu iyileştirme hareketleri akâmete uğratılmıştır. Böylece Türkiye, koalisyon ve askerî darbeler cenderesine hapsedilmiştir.

Bahsini ettiğim bu "darbe yapma" isteği daha sonra kemikleşip mutat hâle geldi. Böylece ülkemizde her on yılda bir darbe yapılır oldu. Tarih yapraklarındaki geçmişte bugün kısmına baktığınız zaman hemen hemen her gün olumsuz bir hadisenin yazılı olduğunu görürsünüz. Örneğin, çok değil birkaç gün önce de 12 Mart 1971 askerî darbesinin 46. yıldönümüydü.

Bu meşum ve müzemmem eli silâhlı adamlar en son 15 Temmuz’da sokağa inerek 23 milyon 600 bin insanımızın teveccühüne mazhar olmuş AK Parti'yi siyâset arenasından indirmek istemiştir. Bu iş artık tahammül sınırlarını aşmanın da ötesinde derhal neşter vurulması lâzım bir yara hâline gelmiştir.

Değerli okuyucular, tek bir siyâsî gücün şekil ve nizam vereceği bir Türkiye'de hiç şüphesiz karar alma mekanizması çok daha hızlı bir şekilde işleyecek ve bu da beraberinde devletimizi her geçen gün küreselleşen ve değişen dünyaya karşı hantal kalmaktan azade kılacaktır.

Devir hız ve bu hıza karşı kendini güncelleme ve pozisyon alma devridir...

21. yüzyıl dünyasında uzun koalisyon görüşmelerine ve günlük siyasi didişmelerle kaybedilecek zamana yer yoktur!

Devir konuşanın değil, çalışanın devridir!

Türkiye'nin son yetmiş yıllık süreçte ne kadar mesafe katettiğini anlamak için şu örneği vermeme müsaade ediniz lütfen:

Almanya II. Cihan Harbi’nde nüfusunun yaklaşık %10'unu kaybetti. %10, yani 7 milyon 500 bin vatandaşını. Alman endüstrisi ve şehirleri hercümerç oldu, aileler parçalandı, pek çoğu başka memleketlere göç etmek zorunda kaldılar.

Sovyetler Birliği'nin durumu daha da kötüydü. Harbi kazanmış olmalarına rağmen 27 milyon Sovyet vatandaşı bu harpte hayatını kaybetti! Sair bir deyişle Rusya yedi vatandaşından birini bu savaşta kaybetti. Ayrıca zaten hiç iyi durumda olmayan Rus şehirleri ve sanayisi hepten mahvoldu.

Ya Japonya? Japonlar iki atom bombası saldırısına maruz kaldıkları bu savaşta toplam 3 milyon insanını kaybetti!

Fakat daha sonra ne oldu? II. Cihan Harbi’nde çok ağır kayıp veren bu ülkeler çok kısa bir zaman içerisinde toparlanıp gerek sanayi ve gerekse de toplumsal anlamda fersah fersah mesafe katetmiş ve hattâ uluslararası cemiyet ve karar alma mekanizmalarında söz sahibi olmuşlardır.

Ya biz? Ya bizler? Bizler II. Cihan Harbi’ne katılmadığımız hâlde ne yazıktır ki parlamenter sisteminin açmazıyla 70 yıl boyunca oyalandık durduk. Fasit bir daire içerisinde döndük durduk. Dönme dolaba binen çocuklar gibi bir ara yükseldiğimizi zanneder olduk fakat kısa bir süre sonra bindiğimiz yere tekrar geldik. Geçiniz ekonomik gelişmeyi veyahut uluslararası arenada sözü geçen bir ülke olmayı, henüz kendi vatandaşlarımıza bile hakkıyla hizmet veremez halde olan bir ülke konumunda kalakaldık.

Onlar ülkelerini müreffeh bir seviyeye getirmek için hâhişkâr bir şekilde çalışırken bizler her yıl seçim yaptık. Kâğıt üstünde dünyanın en demokrat ülkesiydik belki de! Her yıl seçim sandıkları kuruluyor, ama sandıktan çıkan hükümetler veya koalisyonlar hükümlerini icra edemiyorlardı. Bizler seçiyor, onlar dağıtıyor yahut dağıtılmak zorunda bırakılıyorlardı. Aslında bir bakıma bizler her yıl bu seçimlerle iktidarsızlığımızı ve istikrarsızlığımızı oylayıp tahkim ediyorduk!

Bu meyanda hatırlatmaya şayan ilginç bir malumatı da zikretmek gerekiyor: Ocak 1961’de Cemal Gürsel’in başbakanlığında kurulan 25. Hükümet’le başlayan ve Kasım 2002’de Bülent Ecevit’in başbakanlığında kurulan 57. Hükümet’in sona ermesiyle biten 41 yıllık dönemde hükümetlerin ortalama ömrü sadece 461 gündür!

Evet, sadece 461 gün. Yani, 1961'den 2002 yılına kadar geçen 41 yıllık süreçte ülkemizde yaklaşık olarak 15 ayda bir seçim yapılmış…

Burada sormak gerekiyor; 15 ayda bir seçim yapılan bir ülkenin ihya olması mümkün olabilir mi?

Evet çok geç kaldık; çünkü sistemsizliğin sisteme bağlandığı bu anlayış bize çok vakit kaybettirdi. Fakat bundan böyle artık siyâset müessesesinin hükmünü icra edeceği ve necip Türk milletinin hakkettiği gelişmişlik seviyesini yakalayacağı bir Türkiye inşa etme zamanıdır!

Artık, daha güçlü bir Türkiye inşa etme zamanıdır!

Artık, dünya siyasetinde söz sahibi olmanın ve ona nizam vermenin zamanıdır!

Artık zulümle abad olanların kâbusu olma zamanıdır!

Artık sadece Somalı değil, 15 Temmuz gecesi darbecilerin başarısızlığa uğraması için dua eden Somalili kardeşlerimizin de hakkını müdafaa etmek için daha güçlü bir Türkiye bina etme zamanıdır!

Sadece Bursa'daki değil, Basra'daki ve hattâ Bosna'daki mazlumların sesi olacak güçlü bir Türkiye inşa etme zamanıdır!

Artık açık seçik bir şekilde Türk milletine savaş açmış olan Almanya, Hollanda ve sâir Avrupa ülkelerine “şimdi söyleyin bakalım; sizin derdiniz nedir?” deme zamanıdır! Türk milletinin iradesine “parmak sallayan” kerâmeti ve kıymeti kendinden menkûl demokrasi meftunu Batı’ya o salladığı parmağın hesabını sorma zamanıdır!

Tabii ki bunun yolu oy pusulası ile mürekkebin izdivacından doğacak olan çocuğun gürbüz ve sağlıklı olmasından geçmektedir!

Bunlardan başka daha pek çok sebep var fakat uzatmak gereksiz. Bu ve buna mümasil sebeplerden dolayı ben referandumda “evet” diyeceğim! Son olarak sandıktan yeni anayasaya %54-56 nispetinde “evet” çıkacağını düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum