Haluk Nurbaki ve İnfak Sırrı

Bu durum inanmış kişinin hayatında önemli…

O kadar önemli ki, merkezinde…

Kişinin özel hayatı diyebileceğimiz mânâ hayatından lezzet alması, istikrarlı olabilmesi, derinleşebilmesi bu sırra bağlı…

Bu konu üzerinde düşünen İslam Yüceleri önemli ipuçları verdiler… Dikkat çektiler…

Bu kişilerin başında son çağın önemli gönül insanı olan Haluk Nurbaki gelmektedir…

Cümlelerinden birisi Fahr-i Kainat Efendimiz ise diğeri infak idi…

Bıkmadı, usanmadı anlatmaktan… Dilinden bu iki cümleyi hiç düşürmedi…

Vuslatına kadar bu vurgusu hiç azalmadan devam etti…

Yıllarca Nurbaki Hoca ile birlikte oldum… Ev sohbetleri, konferanslar, radyo konuşmaları ve yazıları…

Hepsinde bu vurgu hâkimdi…

Neden bu kadar öne çıkarıyordu? Bu bilinçli tercihin altında yatan şey neydi?

Hangi sebeplerle öğrencilerini ve muhibbanını infaka yönlendiriyordu?

Benim anladığım şudur:

İnfak bu çağın en önemli mânevi çekim merkezi…

Tüm yaraları sarabilecek yegâne ve en tesirli merhem…

Gönül yaralarımızın sırlı ilacı…

Bir sohbetinde anlatmıştı. Kendisi de öyle yapardı.

Aile sorununu getiren, eşiyle problem yaşadığını ifade eden bir müridan mı geldi? Büyüklerin cevabı şuydu;

İnfakını gözden geçir!

İş yerinde sorunlar mı yaşıyorsun? Bir türlü istediğin yere gelemedin mi? Her şey tersine mi gidiyor?

Cevap belli; infakını gözden geçir!

Sınavlarla mı başın dertte? Herkesten daha fazla çalışırken yine herkesten geri mi kalıyorsun? Artıların az, eksilerin mi çok?

Cevap yine aynıdır: İnfakın ne âlemde?

Hocam sormayın, halimi arz etmeye kelimeler kifayetsiz, dert bir değil elvan elvan mı diyor derdini mürşidine getiren bir muhibban?

Tereddüt yok, cevap aynıdır! Sen infakını canlı tut!

Bununla mı sınırlı… Elbette değil!

Birkaç tasavvuf kanalından feyz alıp feyz salan Dr. Nurbaki hazretleri infakı her konuda en mühim reçete olarak sunar talebelerine…

En güçlü örneklerinden birini Hz. Fatıma annemizi anlattığı konferansında dikkatimize sunar. İmam-ı Ali ile evliliklerinin ilk üç gününde neden aç kaldıklarını ve hiçbir tereddüt emaresi göstermeden evlerindeki Efendimizin düğün ikramı olarak kendi elleriyle yaptığı tek yiyecek olan hurma tatlısını kapıya gelen fakire vermelerinin hikmetini öğrenmeden sanırım bu sırrı çözemeyiz.

Bu hakikatli sırra âşina olduğumuzda ise hayatın şifrelerini çözmeye başlamışız demektir.

Nurbaki hocamız sadece maddi sıkıntılarla sınırlı tutmazdı bu reçeteyi…

İbadetlerini aksatan, eski lezzetini alamayan, strese boğulan, gönül derdine dûçar olan, kendisini iki dağın arasında sıkışmış görenler içinde bu reçeteyi önerirdi…

İslam toplumlarının unuttuğu önemli bir emir olduğunu söylerdi.

Yaşadığımız ve baş etmekte zorlandığımızı kimi sosyal problemlere biraz da buradan bakma zamanı gelmedi mi?

İnfakın acıları dindiren, dostlukları pekiştiren, kardeşliği kavileştiren yanını daha keşfetmedik mi?

Sözün burasında Hz. Mevlana’nın sen Şems’ten ne öğrendin ki, ona bu kadar meftunsun mealindeki bir soruya verdiği cevabı önemine binaen bir kez daha belirtmek gerekir.

Yüce Mevlana bu soruya hakikatli bir cevap vermişti ve insanın yüreğini titreten şu cümleyi kurmuştu:

Şems olmasaydı benim imanım olmazdı!

Yüksek voltajlı bir elektriğe tutulmuş gibi hissediyor insan kendini!

Koca Mevlana bu sözü etmişse evrende bizim parçamız bulunmaz herhalde!

Ne demek istediği anlaşılamıyor doğal olarak… Ardından gelen soru dolu bakışlar devam edince açıklama ihtiyacı hissediyor Hz. Pîr:

Ben acıkınca eskiden oturur karnımı doyururdum. Ama Hz. Şems yeryüzünde aç bir insan varken yiyemezsin dedi. Ben şimdi yiyemiyorum.

Üşüdüğümde ben eskiden sobanın başına geçer ısınırdım. Şems bana, eğer dünyada üşüyen bir tek insan varsa ısınamayacağımı öğretti. Ben şimdi ısınamıyorum.

Mealen aktardığım ve daha uzun olan Hz. Mevlana Sultanın bu sözlerini anlamadan bırakın Müslüman olmayı acaba insan olunabilir mi?

İşte Nurbaki hocamız da öğrencilerine bu mânâyı anlatır, tâlim ettirirdi…

Hiç bıkmadan…

Maaşlar alındığında fukaranın hakkının önce verilmesini öğütlerdi.

Sure-i Maun’u bu açıdan dikkate verirdi. Yüce kitabımızda zikredilen diğer yardımlaşma unsurları olan zekat, sadaka ve îta’dan farklarını anlatır, infakı sınırlama imkanının olmadığını, insana insanlığı bakımından verilen her nimeti kapsadığını dile getirirdi.

Öğrencilere burs konusunu önemserdi.

Yetimlere ayrı bir ehemmiyet verirdi.

Namazın da, niyazın da, duanın da kabulü buna bağlıydı…

Gönül dertlerinin dinmesi böyle mümkündü!

Maddi hastalıkların şifa bulması, gönül dertlerinin dermana kavuşması infak sırrına agâh olmakla mümkün…

Toplumsal dertlerin, ayrılıkların, yakılıp durmakta olan fitne ateşinin sönmesi de bununla irtibatlı…

Yeniden infak sırrının düşünelim.

Ve bu sırdan hiçbir zaman uzak düşmeyelim.

Bu sırdan uzak düşersek insanlıktan da düşeriz.

Çölleşir yüreğimiz!

İnanın!.. 

HABER NAME/ 04.02.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolat 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum