KİMİNDİR KELİMELER?

UZUN BİR SUSUŞTU BU… Ah sevdiğim böyle aniden susma!..

Bu ani susuşların bende tedirginliğe sebep oluyor. Yorumlamakta zorlanıyorum.

Gerçi “Susmamızdan anlamayan konuşmamızdan ne anlasın” anlayışını da kabullenirim. Ama ani susmalar beni yine de kaygılandırır.

Bunlar zihnimde fırtına öncesi sessizlik duygusu uyandırır.

Yine de ‘Hükmüne mahkûmum…’

Gönüllülük bu… Razı oluş hâli…

Ve en zor ulaşılan bir nokta bilinç basamaklarında…

Bazen ben bile şaşırıyorum sana dedi ustam sözün burasında… Hep sen söylersin ya gıyabımda… Ustam şaşırtmayı sever diye…

Ben de şaşırıyorum sana…

Henüz sana anlatmadığım bazı konularda öyle şeyler söylüyorsun ki ben bile buna şaşırıyorum.

Neden efendim dedim. Haddimi mi aşıyorum?

“Hayır, demek istediğim şu aslında…

Henüz üzerinde durmadığımız, konuşmadığımız, üstünde düşünmediğimiz, tefekkür etmediğimiz hususlarda ilginç laflar edebiliyorsun.

‘Hükmüne mahkûmum sevdiğim’ böyle bir şey.

Üzerinde düşündüm.

Çok kompakt bir cümle… İçinde büyük bir ağaç barındıran çekirdek gibi…

Açtıkça açılacak bir cümle…

Sağlam tefekkürlerimiz olmalı. Derin anlamlarını yakalarsak duyduğumuz sözlerin, okuduğumuz metinlerin bize ait olurlar.

Metin toplumla buluşursa yazara ait olmaktan çıkar. Artık onlara temellük edemez. Sahiplik duygusuna giremez. Okuyucu yazarın söylemek istediğini irdeler, metin üstünde bir nevi kazı çalışmaları yapar oradan yeni anlamlar devşirirse metni kendisine ait kılabilir. Bu işleme tâbi tutulmayan metinler gariptir, sahipsizdir.

Üzülmek gerekir.

Ancak bazı metinlerde çekicilik vardır. Cümleler mıknatıslıdır. Okuyucunun kalbini kendisine çeker ve oraya yapışır.

İyi metinler sahibini bulur.

Onu arayan kalplere göz kırpar, mesaj gönderir.

İlkin anlamazsa bu iletileri, metin aradığı okuyucusunu yakın takibe alır. Karşısına oturur. Göz süzer. Cilveleşmeye başlar. Sonunda metin okuyucusuyla buluşur.

Derin bir iletişim başlar.

Okuyucu kitabın satırları arasında dolaştıkça biri birilerini daha yakından gözlemeye, tanımaya başlarlar.

Metin ile sahih bir ilişki kurabilen okuyucu satır arasındaki mesajı, alt söylemleri kalbine indirir.

İçten içe değişimler başlar. Bir nevi bilinç binasını örme eylemidir bu. Her yeni mânâ bir tuğla daha koymak anlamına gelir. İnsandaki bu yükselme, merdivenleri tırmanma duygusu bilgiye olan açlığını arttırır. Her doyum bir süre sonra yeni bir açlıkla sonuçlanır. Tekrar beslenir. Metin ile gelişen bu sahici ilişki böylece devam edip gider.

İşte bundan sonra birlik doğar. Tevhide ulaşılır. Artık metin ile okuyucu arasında ikilik kalmaz.”

 

Çok güzel bilgiler bunlar, önemli tahliller. Okuyucunun metinle bütünleşmesi konusunda ustamın bana söyledikleri zihin açıcı şeyler benim için. Yararlandım. Ancak bunları bana neden söylediğini tam kavrayamadım. Ardından neyin geleceğini merak ediyorum.

Teşekkür ederim dedim. Üzerinde düşünmemi sağladınız dedim.

Devam etti. “Asıl söylemek istediğim bunlar değil aslında. Bu sonuçlara küçük bir düşünme ile sende zaten hemen ulaşırsın.

Demek istediğim o başlığı taşıyan yazıda kalbin ayak sesleri çok güçlü.

Kendini hissettiriyor. Okuyucu bu kalp sesini takip eder, metinde ilerler ve senin kalbinin sesi ile kendi kalp ritmini rahatlıkla birleştirir.

Çağrısı güçlü.

Sahici ve yalın… Sade bir metin… Bu bir yazarın kolay elde edebildiği bir sonuç değildir. Dua aldığın belli… Benimde bilmediğim bir göze, kaynak sana berrak sular sunuyor. Devam etmelisin…”

Yüzüm kızardı. Ben kendimi yazar olarak görmüyorum ki?

İki satır bir şey yazarak yazar mı olunur?

İki dize karalamakla şair olunur mu hiç?

Saklamaya hiç ihtiyaç duymuyorum. Kendini bu kadarlık bir ürünle yazar ve şair sayanlara da hiç sıcak duygular beslemiyorum. Onlardan ve bulundukları ortamlardan sessizce uzaklaşıyorum.

Kişi kendi kendine yazar der mi efendim?

Ben şairim demeye ihtiyaç duyar mı şair? Kartvizitine yazar mı ben yazarım, şairim diye…

Bu tarz tavırlar bana göre değil.

Yazar sadece bu güne değil, geleceğe de cümleler bırakan kişiye denir.

Yazar seneler sonra mısralarından feyz alınandır. Dizelerinde yeni anlamlar sunandır.

Bu ise zamanla anlaşılır.

Kendi zamanını aşamayan, geleceğe kendisini taşıyamayan, sonraki nesillerin dimağlarına rayihalar sunamayan metinlerin sahipleri gerçekte ne yazardırlar, ne şair?

Kabul eder veya etmezsiniz.

Fikrim bu, naçizane dedim.

Aferin dedi.

“Sana bu yakışır.

Kelimeler senden doğar ama senin değildirler. Cümleler yüreğinden taşar ama onlara benimdir diyemezsin.

Kelimeler Hakkındır.

Sahip O’dur, sahibimiz O’dur.

O’nun kelamından kalbimize düşenlere sahiplik göstermek nankörlük olur. Belki de hırsızlık…

Burada hırs göstermek hırsızlıkla eşdeğerdir.

Bu sözler senin kalbinden diline dökülüp anlam filizleri açıyorsa bu evvela dostların nasibidir.

Onlara ikram edilen gönül rızıklarıdır.

Onların içli niyazlarının kabul edilmişliğidir.

Sana ne düşer can?”

Ne düşer efendim dedim?

“Şükür düşer, hamd düşer ve paylaşmak düşer elbette.

‘Hükmüne mahkûmum sevdiğim’ için şükretmelisin.

Güzel kelimeler düşmüş kalbine…”

Ah ustam. Ben ne söyleyeyim şimdi? En iyisi susmak…

Kelimeler O’nundur deyip susmak.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.