Leyleklerin Gelmesi ve Tarifsiz Sevinç!..

“Leylek leylek havada

Yumurtası tavada

Leylek bizim dostumuz

Ağzı kırık testimiz”

Çocukluğumun en güzel tekerlemelerinden biriydi.

Bir sabah uyandığımızda evimize yakın yüksek bir ağacın üstünde görürdük… Genellikle de dut ağacı olurdu.

Ne zaman gelmiş, yuvayı ne zaman kurmuşlardı? Hiç anlayamazdık!..

Bir sürpriz gibiydi gelişleri… Her sene gelseler de bizim için anlamı buydu.

Sevinç dolardı içimiz.  Pır pır olurdu. Ne yapacağımızı bilemezdik neşeden…

Büyük bir heyecanla haber verirdik görmeyen yaşıtlarımıza…

Şimdi bakıyorum da geçmişe…

Ne de güzel sevinirdik… Başarırdık sevinmeyi…

…Ve hemen paylaşırdık ardından…

Sevinmeyi mi unuttuk acaba?

Neden sevinçlerimiz plastik oldu?

Neden sadece elde edebildiklerimiz, sahip olabildiklerimize sevinebiliyoruz sadece?

Üstelik kısa süreliğine…

Bir leylek bizi bu kadar sevindirirken neden şimdi sevinmelerimiz ambargolu?

Ya da eşikler neden yükseldi?

Galiba giderek soyut zevklerden uzak düştük…

Her şeyi maddi değeri ile ölçer bir hale sokarak gönlümüzü daralttık…

Aklımızı ve yüreğimizi prangaladık!

Çok yazık ettik…

Bir serçenin konup uçması…

Beklenmedik bir anda karşılıklı ötüşleri…

Bir kekliğin sekişi sevindirirdi bizi… Ziyadesiyle hem de…

Bir sabah fark ettiğimiz kirazlar…

Kaysı ağaçlarını sallayıp düşürdüklerimizi üşüşerek toplayışımız…

Ceviz ağaçlarını taşlayışımız…

Dalını eğmeye çabaladığımız erik ağaçlarına tırmanışımız… Elimizi kolumuzu yaralayışımız bile acıdan çok sevinme sebebimizdi…

Bir koyunun meleyişi,,, Kuzular geldiğini yavrunun annesini bulup emmeye başlaması…

Atın kişnemesi…

Güvercinin takla atışı…

O kadar çok şeye sevinirdik ki…

Tüm bunlar çok sahici sevinmelerdi…

Şimdi ise elde ettiğimiz andan sonra hemen bitiveren, soluveren enerjisi gitmiş sevinmelerin müptelasıyız.

Hırsımız çoğaldı, sevinçlerimiz ise azaldı…

İmkanlarımız çoğaldı, heyecanlarımız azaldı…

Bu soruları sorarken kendi kendime acaba diyorum. Acaba beynimiz gelişirken gönlümüz geriledi mi diye soruyorum kendi kendime…

Sonra da bu seni aşar Canbolat diyerek bahsi hemen kapatıveriyorum

Biz yine tekerlemeye devam edelim.

Ne diyorduk?

"Leylek leylek havada

Yumurtası tavada

Leylek bizim dostumuz

Ağzı kırık testimiz"

Evet yuva yapmış bir leylek ile karşılaştığımız dönemlerde ağzımızdan bu tekerleme hiç düşmezdi.

Sevinçlerimizin dile dökülmüş haliydi adeta…

Leylekler bize uzaklardan gelen bir güzellik gibiydi.

Sevinilmez miydi?

Sevinilirdi… Hem de tastamam…

Gecenin bi vaktinde tam bu yazıyı tamamlamak üzereyken arkadaşım Ayşe Emre arka arkaya iki ikramda bulundu…

Nasıl sevindim anlatamam…

Beklenmedik zamanlarda ve ihtiyaç anlarında gelen bu zarif ikramlar da insana can katar…

Tıpkı leyleğin gelişi gibi…

Neyzen Ali Özkan Demir “Bir Başka Eda” adını taşıyan Acemkürdi şarkısıydı bu ikram… Can üfledi ruhuma adeta usta…

Ne diyorduk dostlar?

Leyleklerin gelmesiydi konumuz…

Selam gibi… Merhaba gibi… İki gözün gülümsemesi gibi samimiyetle…

Kulağa gelen bir nağme gibi… Sevdadan yana…

Leylekleri oturup uzun uzun seyrettiğimiz olurdu…

Oturur sanki kameraya kaydeder gibi bakardık… Yuvaya nasıl yiyecek getirdikleri seyretmeye değerdi…

Aile ve paylaşılan görevleri açıkça görmek mümkündü…

Ve gagasında yiyeceklerle döndüğünde yavruların nasıl sevindikleri görmeye değerdir.

Bu manzarayı aklınıza getirdiğinizde anlatmaya çalıştığım tarifsiz sevincin ne anlama geldiği daha net anlaşılacaktır.

Sesleri çok dikkat çekiciydi… Bunda aynı sevincin bestesi vardı adeta… Zaman zaman yuvalarında kendilerine has seslerine kulak kesilirdik.

Bu ses çok dikkat çekici gelirdi bana...

Uçuşları ve yuvaya dönüşlerini bir kamera hassasiyetinde takip ederdik.

Köyümüzde gördüğümüz kuşlara göre büyük olması, gagası ve ayakları her zaman bizim için belirgin özellikleriydi.

Nedense leylekler o zamanlardan beri bana duygulu varlıklar gibi gelmiştir.

Diğer kuşlardan daha çok ailesine, yuvasına düşkün olduklarını düşünürdüm.

Gıpta ile izlerdim.

Babam ile gittiğimiz pazar dönüşlerinde de çokça görürdüm.

Hareketlerinde bir dikkat ve nezaket var gibi görünürdü gözüme.

Adeta bastığı yeri incitmek istemez gibi bir halleri vardır.

Birkaç ay dünyamızı o kadar doldururdu ki gitmelerine üzülürdük.

Her zaman gözlemimizde bulunan yuvayı bir gün boş bulmak içimizi burkardı.

Anlam veremediğim bir duygu hali içinde olurdum.

Üzerinden zaman geçer tam unutmuş iken yine bir sabah onların gaga sesleriyle evden fırlar yine aynı heyecanı tekrar yaşardık.

Tarifsiz sevinirdik…

Şu bilmece de favorilerim arasında yer alırdı. Her zaman sorardım ısrarla cevap bekleyerek:

“Dağdan gelir

Taştan gelir

Kırmızı çoraplı

Enişten gelir”

Cevap belli: Leylek…

Efendim tarifsiz sevinç dilerim hepinize…

HABER NAME/ 19.04.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolathttps://www.facebook.com/iyibakkendine

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum