Ölürüz Hasret Gideriz!...

Bitmeyen hasretlerin tutkunuyuz…

İçimizdeki sonsuzluk duygusunun bize mirası bu sanki…

Hevesler biter…

Acılar diner, gün batar, bülbül susar…

Solar çiçekler bir başka baharda yeniden gülümsemek üzere…

Ama hasret bitmez…

Hepimiz bir şeylerin hasretinde yaşarız.

Kimi bir gülün sabah açışına doyamaz, hep hasret yaşar…

Kimi ışıldayan bir göze hasrettir…

Bazısı da ‘Nasılsın?’ sorusunu esaslı sorabilen atan bir kalbe…

Kuzular anaya hasret… Yaprak dala, dal meyveye…

Güneş güne hasret, ay yıldıza…

El sımsıkı tutacak bir ele, dost eline hasrettir.

Rüzgar kavuşmak için koşan bir âşığın saçını dalgalandırırken serinletmeye…

Çatlamış toprak yağmura hasret… Bir damlasına bile…

Kış bahara hasret…

Çoban uzaklardan gelen nevaleye…

Kaval çobanın aşkla üfleyen nefesine…

Asker anası bir sıcak bir habere…

Esnaf iyi dileklere, selamlayan müşteriye hasrettir.

Anne iyi geleceklere hasrettir evlatları için…

Baba dinlenmeye, rahatlamaya, sıcak bir karşılamaya, huzura hasret…

Evlat ise güvenilmeye, beklentisiz sevilmeye, anlaşılmaya…

Arzumuz vardır. Emeller taşırız. Bir lale gibi ihtimam görmek isteriz.

Kendimizi dostun gönlünde görmek isteriz. Orada karar kılmak dileriz.

İç sesimiz sürekli sevil der. Sevil yeter şeklinde seslenir. Sevildiğini, kıymetli olduğunu bilmek ister.

Ama yine de hasret dinmez.

Kimimiz aramaya hasrettir. Kimimiz aranmaya…

Aylardır kapısı çalınmayan hâneler vardır. Zilin sesine hasret yaşar.

Bazıları ise sükûnete hasrettir. Sessizlik arar.

Kimi gönüller ışığa hasrettir. Bir kıymık ölçüsünde de olsa bir şuledir aradığı…

İmandır, inançtır.

Arayıştır. Buluştur.

Sevilmeye hasret gönüller tanıdım… Bir küçük tebessümü, azıcık bir takdir edilmeyi bekleyen…

Yürekleri büyüktü. Sevgileri coşkundu.

Ama hasretleri de bir o kadar yoğundu… Derindi…

Bazı çocuklar vardı bildiğim… Plastik bir oyuncağa hasret olarak büyüyen…

Bazı çocuklar vardı bildiğim… Her şeyi varken bir baş okşanmaya hasret olarak asileşen…

Bazı çocuklar tanıdım azarlanmamaya hasret çeken… Bu bile yeter bana diyen…

Bazan anne kucağına hasret evlatlar görürüz.

Bazen baba elini omzunda görmeye arzulu delikanlılar tanırız.

Bazen ‘Eline sağlık’ sözünü duymak için kendini paralayan eşlere tanık oluruz.

Bazen ‘Güzel ne güzel olmuşsun’ diye bekleyen fedakar hanımlar görürüz.

Kısacası, hepimiz bir şeylerin hasretindeyiz.

Gözlerin rengine hasret kalırız.

Sesin âhengine, kelimenin coşkusuna…

Bakışın şiiriyetine hasret kaldığımızda olur…

Dinlemeye hasret kalırız çoğunlukla… Dost sesidir yüreğin cilası... Dinlemek isteriz kendi dizelerimizi onun dilinden…

Sohbete hasret kalırız. İki lafın belini bükmeye… Şart değil derin konular içermesi… Değil mi ki, konuştuğumuz yârdır! Her söz güzeldir. Her cümle anlamlıdır! Her yutkunuş heyecan vericidir.

Çocuğun emeklemesi, ilk kelimeyi söylemesi, ilk düşüşü, ilk el çırpması, ilk göz kırpması…

Hanımın kapı açışına hasret kalanlar da vardır. Uğurlayışına, arkadan sessizce kapı örtüşüne…

Balkonda beklenişine, zile basmadan geldiğinin anlaşılmasına…

Sofranın kuruluşuna, çayın demli oluşuna… Kahvenin taşmasına, telvenin koyusuna…

Trenin kalkışına, otobüsün ‘Hareket ediyoruz’ anonsuna… ‘Kemerleri bağlayın’ komutuna…

Kimimiz ‘Baba’ demeye, kimimiz ‘Anneciğim’ kelimesine hasretizdir.

Kimi beyler ‘Hayatım’ sözünü en güzel söyleyen hanımlara…

Kimi hanımlar ‘Eline sağlık canım’ cümlesini en içten söyleyen beylere…

Kimi evlatlar da ‘Sana güveniyorum çocuğum’ seslenişine hasrettir…

‘Elin elimde olsa dilenmeye razım’der âşık… Hasretin kavurduğu bir yürekten çıkan yanan ve yakıcı sözlerdir bunlar. Şarkılarımız, türkülerimiz, güftelerimiz, şiirlerimiz hep bu dinmeyen hasretlerin dillenişidir. Şu cümleleri hepimiz biliriz. Sık dinleriz. Ruhumuzda bir yerlere dokunur. Hasret dindirir, yer yer de kanatır.

“Gesi bağlarında dolanıyorum/Yitirdim yârimi aranıyorum”

“Gönlüm hep seni arıyor/ Neredesin sen?”

“Kurban olam yol ver geçem/ Sevdiğimi son bir olsun/ Yakından görem”

“Fikrimden geceler yatabilmirem”

“Sana öyle hasretim ki, bir çabam yok varam diye”

“Ayrılık hasreti karetti cana/ Seher yeli sultanımdan bir haber”

“Tarihin bağrımı koyduğu yere/ Gün gelir kurulur hasretköprüsü”

“Gayri dayanamam ben bu hasrete/ Ya beni de götür ya sende gitme”

“Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun/ Ektiğin fidanlar meyveye durdu”

“Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu”

“Hasret kaldım gözlerinin rengine”

Kimimiz ezana hasret, kimimiz bayrağa… “Gurbet elde bir hal geldi başıma” diyenler de az değildir.

Büyük hedeflere ulaşmaya, önemli başarılar elde etmeye hasretiz.

Gönenmek istiyoruz. İftihar etmeye muhtacız.

İyi haberlere hasretiz.

Dost gönüllere, iyi duygulara, takdir eden dillere, sevgiyle bakan gözlere hasretiz.

Sımsıkı sıkan eldir beklediğimiz.

Tertemiz duygularla sarılmaya, kollanmaya hasretiz.

Kuşku duymadan sevmeye hasretiz…

Kavuşmaya hasretiz… Derelerin, denizlere, denizlerin deryaya hasreti gibi…

Geçenlerde bir dostum uğradı uzun bir aradan sonra… Kapıyı açtığımda “Nerelerdesin Can? Ölüp hasret gidecektik” deyiverdim. Sımsıkı sarıldı dakikalarca. Sonra oturdu ve “Bana müsaade eder misin?” diyerek ağlamaya başladı…

Bekledim sessizce… Bir süre sonra belli belirsiz “En korktuğum bu” dedi…

Hasret gitmek…

Bu cümle çok dokundu bana… İçime oturdu adeta…

O hafta sürekli bu cümleyi kullandım. “Ölürüz hasret gideriz”

Bu cümleyi kurabileceğimiz dostlarımızın olması çok güzel…

Ama onlara hasret gitmek istemiyoruz. Doymak istiyoruz. Çünkü onlarla doluyuz.

Bir yandan onunla dolu, diğer yandan ona hasret! Nasıl bir düzen bu?

Neden hasret gitmek durumundayız? Neden kavuşamayız? Neden dolu olduğumuza doymak kısmet olmaz? Neden vuslata değil de hasrete yazılırız?

Neden ruhlarımız seyran etmez?

Neden eller kavuşmaz?

Neden gözler bayram etmez?

Neden kelimeler kenetlenmez?

Neden gönülde açan gül derilemez dedim kendi kendime…

Sus dedi iç sesim. Sus!

Hayatta keder de var. Kader de!

Sustum.

Ben sustum ama “Ölürüz hasret gideriz” cümlesi geçen deyişi paylaştım durdum sürekli… Kendimde söyledim becerebildiğim kadarıyla… İşte o deyiş:

“Allah bir Muhammed Ali,
Nazar eyle bari bana,
İzz-ü celalin aşkına,
Çektirme şol zarı bana.

Pirlere niyaz ederiz,
Yalan dünya ni’deriz,
Ölürüz hasret gideriz,
Göster şol didarı bana.”

Burada söylendiği gibi kimimiz hocasına, üstadına, mürşidine, efendisine, azizine hasret gider…

Ne kadar dizinin dibinde otursa da bu hasret dinmez.

Dilinde de gönlünde de o güzelin izi vardır, sözü vardır! Nazarı vardır!

Didar görmek ister. O katardan ayrı düşmek istemez!

Hayat hasret olsa gerek!

O halde sevdiklerimize ‘Hasretim’ de diyebiliriz.

Konuyu bir Yozgat türküsü ile bitirelim:

“Felek baştan başa kimi güldürmüş/ Gel ağlama garip bülbül ağlama”

Ne diyelim dostlar…

Hasretlerimizi sevelim. Çok sevelim. Saralım. Sahip çıkalım. Koruyalım, kollayalım. Rüzgara kırdırmayalım dallarını…

Zira;

Ölürüz hasret gideriz!

HABER NAME/ 08.05.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolathttps://www.facebook.com/iyibakkendine 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum