Pekmez Helvam Nerede?

Bir Ramazan Medeniyeti’nden rahatlıkla bahsedebiliriz!

Her ne kadar uzak düştüğümüzü hissediyor, zaman zaman geçmişe öykünüyor olsak bile durum değişmez.

Ramazan hayatımızı kuşatan nurdan bir fanustur!

İçinde his vardır. Duygu ile kanaviçe gibi örülmüştür.

İçinde emek vardır. Çaba vardır. Yorgunluk barındırır. Mutfaklar canlanır, akşama gelecek misafirlere en leziz nimetlerin sunulma heyecanı sarar hane fertlerini…

İnsanın mükrim olmayı denediği bir aydır. Daha fazla ikram, daha fazla paylaşma yaşanır.

Kıymet bilinir. Bir zeytin tanesi bile bu ay daha anlamlıdır!

Bir yudum suyun mahiyeti başka günlerden daha derindir.

Ramazan Medeniyeti her yerde yaşanır. Bir belediye otobüsünde de yaşanır, bir otelde de… Sokakta da…

Kısacası Ramazan Medeniyeti kuşatmıştır bizi…

Kalbimiz yumuşar. Gözümüz yaşarır. Elimiz titremeden infaka gider!

Kırgın gönüllere can oluruz.

Bu medeniyetin kapsama alanı içinde elbette özellikle düşkünler, yoksullar, yolda kalanlar var.

Dul ve kimsesiz kadınlar Anadolu’muzda Ramazan ayında özellikle çok önemsenir. İhtimam gösterilir. Sorumluluk duyulur. İncitilmez ve Ramazan aylarında daha yakın durulur.

Aynı şekilde çocuklara önem verilir. Sevindirilir. Paylaşım sünneti öğretilmeye çalışılır. İhtiyar komşu, kimsesi kalmamış bir nine eve davet edilmemişse o akşam özellikle evin çocuğu ile gönderilir çorbası… Burada hem kişiyi incitmemek esas alınır, hem de çocuğa paylaşmanın zevki tattırılır. Ayrıca komşuluk hukuku tanıtılmış olunur. “Komşu aç iken tok yatan bizden değildir” şeklinde Efendimizin mübarek ağzından duyduğumuz bu ciddi ikazın dışına da çıkılmış olur.

Elbette Ramazan Medeniyeti’ni tümüyle anlatacak bir kudrete sahip değilim. Hayat aynama yansıyan akislerden birkaç şule paylaşıyorum sadece…

Benim çocukluk ramazanlarımda helvanın, pekmez helvanın yeri vardır mesela…

Ve önemlidir.

Benim çocukluk ramazanlarım kent ramazanları değildir. Köy ramazanlarıdır. İmkansızlıklar içinde mutlu olabilme ve mutlu etme çabalarının görüldüğü bir dönemdir bu ay.

Yokluk ile de mutlu olunabildiğinin farkına varmaktır biraz da köyde yaşanan Ramazanlar!

Henüz mekafonların olmadığı dönemde, evin arkasına çıkıp minareyi görebilecek bir yere durduktan sonra hocanın ilk ‘Allahü Ekber’ nidasını duyduğumuzda ikincisine gelmeden eve uçarak nasıl koştuğumuzu ve bunun verdiği lezzeti asla anlatamam.

Bir başka hazdır…

Ve yeri kolay doldurulabilemez!

Yine aklıma geldiğinde ‘Pekmez Helvam Nerede?’ dedirten o iftar akşamları…

Köyün çocukları iftar zamanı yaklaşırken yavaş yavaş, birer ikişer caminin önündeki meydana dökülmeye başlarız.

Sokaklardan gelmeye başlayan kişilere dikkat kesiliriz.

Ellerinde neler var onlara bakarız.

Eğer gelen kişilerin elleri doluysa ve bu getirilen şey bizim sevdiğimiz bir şeyse değmeyin keyfimize.

Yaman seviniriz!

En çokta un ile yapılan pekmez helvası dağıtılırdı benim çocukluğumda… Yöresel farklı bir lezzetti. Un ve pekmez ile yapılan bu helva baklava dilimi şeklinde kesilirdi. Pek de doyurucudur.

Şimdi burnumun direğini sızlatsa da, büyük bir şükran ve minnet duygusu ile ansam da çocukluk halinin verdiği yetinmezlik duygusu ile her gün ‘Pekmez Helva’ olmasına pek razı gelmezdik.

Ama inanın şu an ballı böreğe değişmem. Duygu hafızamda çok önemli bir yere sahip… Kolay kolay sarsılacak gibi de değil.

En çok sevdiğimizde lokum idi. Bir tepsiye doldurulmuş lokumlardan dilediğimiz kadar alma hakkına sahip oluşumuz büyük bir zenginlikti.

Nasıl haz verdiğini bilemezsiniz. Hele iki Pötibör Bisküvinin arasına azıcık ezerek koyduktan sonra yemek tarifsiz bir lezzetti bizim için.

Ramazan çocukların üzerine kurulu idi…

Kendimizi daha önemli ve değerli hissederdik bu ay.

İftarda ezanı cami önünde beklemek, uçarcasına eve yetişmek, ardından köyün en aydınlık yeri olan camiye teravih için tekrar çıkmak bize farklı bir güzellik sunardı.

Erkenden giderdik. Namaz öncesi kısa süreli oyunlar oynardık. Teravih sırasında yaramazlıklarımız olmaz mıydı? Olurdu. Hem de çok. Büyükler kalayı basmaz mıydı? Fırça yemez miydik? Yerdik, en okkalısından üstelik.

İlginç olan şu ki bunların hiç biri bizi acıtmazdı. Küstürmezdi. Gücenmezdik.

Daha işin sahur kısmı vardı. Pek çok çocuk tenekecinin (Bizim köyde davul değil teneke çalınırdı ve çalana da ‘Tenekeci’ denirdi.) peşine takılırdık.

Tenekeci bundan hoşnut olur muydu? Pek olmazdı. Zaman zaman kovalasa da peşinden gitmemize izin verirdi. Tenekeci sadece sokaktan çalarak geçmez herkesi ismen ünler, uyandığını da görüp ses almadıkça ayrılmazdı.

 

Ardın katmer çalışmalarına tandırda başlayan annelerimizin yanlarına döner yarı uykulu halde olsak bile sahura kalkmanın verdiği büyümüşlük hissiyle dolardık.

Kısacası dostlar Ramazan ve çocuk önemliydi…

Çocuksuz bir Ramazan asla düşünemem.

Ama yaşım ilerledikçe Pekmez Helva’yı da çok anar oldum. Onsuz eksik kalmış gibi hissediyorum kendimi bazen.

Bak yine o duygu kapladı içimi… Nerede benim Pekmez Helvam?

İyi Ramazanlar efendim!

HABER NAME/ 08.08.2012canbolatugur@gmail.com/https://twitter.com/ugurcanbolat/ https://www.facebook.com 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum