Yaşamadan Ölmek Yazıktır!

Zaman zaman derin sohbetler yaptığımız insanlar olur. Kendimizi aradığımız sohbetlerdir bunlar. Bulduğumuz hatta…

Bir nevi iç yolculuğu gibidir. Hızlı koşan dünyanın çarkları arasında ezilmemek adına yapılan, kısa da olsa bir frene basma eylemi gibidir bu sohbetler.

Uzun süre derse kafa patlatan öğrencilerin teneffüse çıkmaları gibi ya da!

Hem dinlendirici ruhu, hem de besleyici.

Sizlere de öneririm. Muhakkak ruhunuzu dinlendirebildiğiniz dostlarınız olsun.

Benim de sık başvurduğum bir yöntemdir.

Az insanla belki ama sık başvurulması gereken bir yöntem… İlla da özel zaman ayırmaya gerek olmayabilir… Plana programa ihtiyaç yoktur. Zuhurat gibidir. Kendiliğinden spontane gelişir.

Bazen ‘Uygunsan çaya geleyim’ denir beş dakika! O beş dakika inanın bereketlenir, genişler, derinleşir ve içine uzunca zamanlarda sığdıramadığınız kadar mânâ sığar. Hakikat sığar, tefekkür sığar. Değer sığar, bölüşüm sığar. İnanın.

Bende böyle oluyor en azından.

Kimi zaman bu sohbet telefonla gerçekleşir, bazen de bir sosyal ağ bağlantısı ile… Zaman zaman da birden gelişen ‘Hadi sahilde bir kahve ikram edeyim’ ile başlar… Zaman geçer fark etmezsiniz… İnsanlar geçer görmezsiniz. Sesler çıkar duymazsınız. Nerede ve nasıl gerçekleştiğinin önemi yok yani. Mühim olan birbirini açabilen insanlarla anlamlı, derin ve kanat açtıran sohbetler yapabilmektir.

Bahsi geçen anlamdaki sohbetleri sık yaptığım iç mimar bir arkadaşım var. İç mimar ama sadece bina içiyle değil kendi iç mimarisi ile de yakından ilgili biri…

Sürekli kendi içyapısına yeni malzemeler bulan ve taşıyan, arayışı olan bir arkadaşım…

Yine bir konuyu nasıl olduysa ucundan yakalamış gidiyorduk.

Konumuz insanın arayışları idi… Mutluluk arayışları…

Bu arayış içinde olan kişiler dışarından engin bir liman gibi görünebilirler.

Sükûnetleri seslerine yansımış, sîmalarına da oturmuş olabilir.

Dışarıdan bakıldığında hayatta istediği arayışı tamamlamış olarak bilinebilir. Ama bir de perdenin gerisi vardır. Sahne arkasına dikkat edilmesi gerekir.

Tüm bu dinginliğin ve huzur bulmuşluğun ardında aslında bir ‘Hayat bu değil, bu kadar değil’ huzursuzluğu vardır.

Yetinememe, hayatı olandan ibaret sayamama huzursuzluğu… Ötesini arama, daha ötesine ulaşma gayreti vardır. Zirveye tırmanma arzusu da denebilir buna. Kendi zirvesine…

Ve elbette o arayışın yorgunluğu vardır. İzleri görülür. Durgunluğa sebep olan da budur belki de…

Acı çekmek yaşamının işareti…

Sancı ise doğumun… Her acı yeni bir doğumun çığlığıdır. Başka bir hâle geçmenin iniltileridir. Hayat hâlden hâle geçiştir. Bir kararda durmamaktır. Kabuk değiştirmektir. Yenilenmektir. Tazelenmek, yeniden canlanmak başka bir katmanda hayat bulmaktır.

Acı çekmek hayatın kabuğunu çatlatma faaliyetidir. Ciddi bir yürek işçiliğidir.

Toprağı zorlayarak filiz vermektir. Çekirdek olarak kalmaya razı olmamaktır. Çürümeye direnmektir.

Var olmaktır kısaca… Yaşamaktır yani!

Kendini arama gayreti yaşamanın emaresidir.

Var olanla yetinmemek, hakikatin izini sürmek, peşine düşmektir. Bu yürüyüşte, düşmek var, yaralanmak var… Yol kenarında kimi zaman soluksuz kalmak da var...

Bazen ayakaltına düşmek, ezilme tehlikesi geçirmek de mümkün...

Hepsi hayat içindir. Yaşama belirtisidir.

Sessiz olan ölülerdir. Sükût onlara düşer.

Hayat ise canlıdır, sesler karışır, yükselir. O kadar ki kulaklar tahammül edemez olur. Tıkamak durumunda bile kalınabilir.

Ama hayatta olunduğunun kanıtıdır.

Bir Kızılderili atasözünde şöyle denir: Ağlamaktan korkma! Zihindeki ızdırap veren düşünceler gözyaşı ile temizlenir.

Izdırap hayatın işaretidir. Gözyaşı da öyle…

Derdi olmayanın hayatı olur mu? Çilesi olmayanın nesi vardır hayatın gerçeğine ilişkin?

Sancısız olmak hayata derin bakanların dünyasında yer bulmaz, istenen bir şey değildir.

Meselesiz kalanlar hayatı tüketenlerdir. Ya da şöyle diyebiliriz, meselesiz olanlar hayatın tükettikleridir ürettikleri değil!

Gelin karar verelim.

Acınılası olanlar azdıraba bürünenler midir, yoksa onu hiç tatmamış olanlar mı?

Vahlanılması icap edenler gözyaşına dost olanlar mı, yoksa hayatında ağlayacak bir şeyi olmayanlar mı?

İmrenilecekler geceyi deliksiz uyuyanlar mı, yoksa başkalarının dertleriyle hemdert olup geceyi delik deşik edenler mi?

Dermanı dertte bulanlar kazananlardır.

Varlığı yoklukta arayıp bulanlar hayatın sırrına erenlerdir.

Sadelik şalını giyip maskesiz dolaşanlar yaşamı en doğal hâliyle yaşayanlardır.

Arkadaşımla konuşurken açtığımız muhabbet bohçasının söz yumağından şöyle bir cümle çıktı: Doğdular, büyüdüler ve öldüler! Yaşamadan!..

Siz ne dersiniz?

“Azıcık aşım dertsiz başım” anlayışı yaşamak mıdır?

Kendini aramadan geçip giden bir ömür yaşanmış mı sayılır, yakılmış mı?

Izdırapsız geçen gecelerin sabahı yürek aydınlatır mı?

Sevgiyi tatmayan, sevdanın burcuna çıkmayan, aşkı şakımayan bir gönül için yaşadı diyeniniz var mı?

Sadece günlük iş ve görevlerini yaparak tasasız bir ömür sürenlerin ömründe hakkıyla yaşanmış kaç gün bulunabilir ki? Kaç gün?

Nureddin Topçu’nun “Izdırap aşkın şâhididir” sözünü hatırlamanın tam da zamanıdır.

Başkasının acısını dindirmeyen, yarasına merhem olmayan, hüznünü gidermeden, gözüne fer vermeden geçen bir ömre yanılmaz, vahlanılmaz da ne yapılır?

Heyhat! Yaşanmamış ömürlerin sahibiyiz çoğumuz! Yeniden silkinmenin vaktidir diyelim ve kendimiz için alarm verelim. ‘Dirilişin suru’ üflensin artık!

Ne olur yaşamadan ölmeyelim.

Yaşamadan ölürsek çok yazık olur!

Yazıklanmayalım!

Mezartaşımıza; doğdu, büyüdü ve yaşamadan öldü yazdırmayalım!

15.10.2012 canbolatugur@gmail.com/https://twitter.com/ugurcanbolat https://www.facebook.com/iyibakkendine7     

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum