Marmara İletişim'de öncü atılımlar

 

Türkiye'de mebzul miktarda iletişim fakültesi var; ama bu kadar iletişim fakültesi niçin var, ne işe yarar, ne yapar; merak ediyorum doğrusu.

Kültürel antropolojinin en parlak isimlerinden Claude Levi-Strauss, bir zamanlar, "iletişim"i, beşerî bilimlerin anası ilan etmişti; ama sonra, '68 "öğrenci devrimi"yle birlikte, iş başka yerlere kaydı: Poststructuralism, Batı'daki "modern akademi" anlayışını yerle bir etti.

İyi ki de etti: Çünkü modern akademi, Aydınlanma çağının, aklı putlaştıran ve düşünme faaliyetini donduran "hurafeleriyle" üniversite fikrini iktisadî yararcılığın çıkmaz sokağına fırlatarak kapitalist sistemi aklamaktan başka bir şey yapamamıştı.

Poststructuralism, üniversite'yi bu "demir kafes"ten çıkardı: Disiplilerarasılığın, geçişkenliğin, alışverişin, karşılıklı-beslenmenin önünü açtı. Ama bu kez de, üniversite, ufuk ve çığır açıcı bir düşünce atılımının geliştirilmesine hiçbir katkıda bulunmayan, marjinal, "siyasî doğruluk"çulukların kıskacında un ufak oldu ve üniversite sistemindeki bu kaotik hercümerç, Michel Henry'nin yerinde saptamasıyla, tastamam "üniversitenin tahribi"yle sonuçlandı.

Modern akademi, Aydınlamacı tarihsel / sığ aklın ayartısına kapılan ve donma'yla sonuçlanan bir ifrat girişimiydi. Deyim yerindeyse, postmodern akademiyse, bu kez akademi'yi, sonu nereye varacağı kestirilemeyen bir kaosun ortasına getirip bırakmakla bir tefrit'e / kayıtsızlık'a, banalliğe yol açtı.

Bu da doğaldı, kaçınılmazdı: Çünkü Nietzsche'nin haykırışı'nda ve meydan okuyuşunda en iyi ifadesini bulan, 18. yüzyıla damgasını vuran ve hemen bir yüzyıl sonra son bulan Aydınlanma düşüncesi, Heidegger'in deyişiyle, "düşünmeyi mümkün kılan değil, donduran" bir araç olan "akıl"ın aşırılıklarının kurbanı olduğu için Batı uygarlığının "bunalımlar çağı" (the age of crisis) süreci çoktan başlamıştı çünkü.

Batı'da üniversite "çöktü"; çünkü Batı uygarlığı bilfiil olmasa bile bilkuvve çöktü çünkü: Postmodern akademinin, olumlu ama marjinal kalan yanlarıyla birlikte, içine sürüklendiği kaotik çıkmaz, bunun en çarpıcı göstergesi.

 

* * *

Gelmek istediğim nokta şu: Türkiye'de bu kadar iletişim fakültesi var; ama Türkiye'de hem doyurucu bir iletişim teorisi birikimi geliştirebilen, hem de pratik anlamda iletişim sektörünü yaratıcı şekillerde besleyebilen bir iletişim eğitimi yok. Ünsal Oskay'dan ve Nabi Avcı'dan sonra Türkiye'de iletişim alanında imajinatif çalışmalara imza atan üçüncü bir kişi çıkmadı henüz. Sözgelişi, Ünsal Hoca'nın ta 1980'lerde yayımlanan Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri başlıklı çığır açıcı çalışmasını aşabilecek çapta bir çalışma yapılamadı hâlâ.

İşte geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Ünsal Hoca'nın kısa süreliğine de olsa ders verdiği Marmara İletişim'de, Türkiye'de örnek ve önaçıcı bir iletişim eğitiminin temellerini atmak için yola koyulan genç, parlak ve heyecanlı bir arkadaşımız, profesör Yusuf Devran önemli bir çalışma başlattı.

Frankfurt Okulu konusunda güzel bir çalışmaya imza atan profesör Emre Bağcı, Yard. Doç. Ali Büyükaslan, Maltepe İletişim'in eski dekanı profesör Peyami Çelikcan, yine ülkemizin saygın akademisyenlerinden profesör Nurşen Mazıcı, Atilla Girgin ve sıkı bir entelektüel ve antropolog Ali Murat Yel gibi umut ve ufuk vadeden bir kadroyla örnek ve öncü olabilecek bir iletişim eğitiminin nasıl gerçekleştirileceğini gösterecek bir işe soyundu Yusuf Devran Bey.

Geçtiğimiz günlerde Yusuf Devran Bey'in daveti üzerine Marmara İletişim'e gittim; yapılan çalışmaları yerinde inceledim ve açıkçası, yapılan çalışmalar Türkiye'de iletişim eğitimi adına heyecanlandırdı beni.

Yusuf Bey'in yaptığı en önemli atılımın, dünyanın en iyi iletişim fakülteleri incelenerek geliştirilen uluslararası standartlarda birinci sınıf bir iletişim müfredatı hazırlamak olduğunu görünce sevindim. Fakülte; televizyonu, internet yayıncılığı, haber ajansı, e-kitap yayıncılığı, öğrencilerin yönetime doğrudan katılmalarını sağlayan girişimleri, uluslararası akademik projeleri, öğretim elemanlarının çalışma şartlarının iyileştirilmesi, yabancı dil eğitiminin düzeyinin artırılması ve üniversiteden mezun olan öğrencilerin dünyanın her tarafında rahatlıkla iş yapabilmelerini sağlayan akademik düzenlemeleri, devam zorunluluğu, akademik ciddiyeti, dahası fakültenin tertemiz, hijyenik bir yaşama alanına dönüştürülmesi gibi burada zikredemediğim daha pek çok projeyle, Türkiye'de iletişim eğitiminde yüzakı ve öncü olacak gönendirici ve sevindirici bir işe imza atmış.

Ünsal Oskay Hoca bugünleri görebilseydi, Türkiye'de iletişim eğitiminin geleceği adına ne kadar sevinirdi, söylemek bile gereksiz! O yüzden Yusuf Devran Bey'i, coşkusu, heyecanı, öncü akademik projelerinden ötürü kutluyorum. 

Önceki ve Sonraki Yazılar