Ön almak mı, öne sürülmek mi?

Geçen hafta, Paris'te Sorbonne yakınlarında bir kafe'de oturuyorduk. Kafe'nin sahibi arkadaş siparişi almaya geldiğinde, "Mısırlısınız galiba?" diye sordum İngilizce. "Evet" dedi. Benim nereli olduğumu sorunca, Arapça, Türkiyeli olduğumu söyledim. Mısırlı arkadaşın cevabı, aynen, "Receb Tayyib Erdogan!" oldu. Sevincinden, heyecanından bir slogan atar gibi söyledi söylediğini.

Ben de, aynı tonla "Yes, the man Himself / Evet, İşte, Adam O! Ta Kendisi!" diye karşılık verdim. O da aynen tekrar etti, etraftakilerin tuhaf tuhaf bakışlarına aldırış etmeden.

İki yıl önce, Kasyun Dağı'nın eteklerinden Şam'ı seyre dalarken, Ahmet Turan Alkan Ağabey benzer bir "hikâye" anlatmıştı: İçlerinde bir arkadaşının olduğu bir grup Şam'da bir lokantaya gidiyorlar. Lokanta'nın sahibi gelenlerin Türk olduğunu anlar anlamaz, lokantadakilere "Bunlar Türk! Bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum hepinizi!" diyerek, yapıyor yapacağını!

 

* * *

Bu türden "Erdoğan hikâyeleri" dünyanın her yerinde çok yaygın. Ben çok rastladım. Sadece ikisini anlattım burada.

Peki, neden anlattım? Erdoğan, özellikle İslâm dünyasında yakın tarihte hiçbir liderin oluşturamadığı kadar etkili bir dalga, bir titreşim oluşturdu kitleler arasında.

İki anlamıyla da dipdalgayı harekete geçirdi Tayyip Bey: Hem kitleleri, hem de bu kitlelerin -sömürgecilerden kalan yapay- sınırları aşan duyarlıklarını, kodlarını, anlam haritalarını. Nâsır, Humeyni ve Erbakan'ı kısmen dışta tutacak olursak, İslâm dünyasında hiçbir lider, dipdalgayı bu kadar harekete geçirmeyi başaramamıştı.

 

* * *

Peki, yalnızca dipdalgayı harekete geçiriyor olmakla, Türkiye, yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük edebilir mi?

Saf olmaya gerek yok: Elbette ki, hayır. Yeni bir dünyanın kurulabilmesi için, sadece dipdalganın harekete geçirilmesi yetmez; hayata geçirilmesi de gerekir. Çünkü dipdalganın hareketi, esas itibariyle, duygu yapılarının taşması olduğu için, yanlış yönlere kanalize edilme tehlikeleri de vardır.

Dipdalga'nın hareketi, tarihi yapmaz. Tarihi yapan asıl dinamik, önce mevcut dalgayı kıracak, sonra da yeni bir dalga kuracak; sınanabilir, test edilmiş, muhkem, aşağılık komplekslerinden arınmış, esaslı bir fikrî, ilmî ve irfanî birikimin hayat bulabilmesi ve hayat sunabilmesidir.

Yani: İnsanlığın önünü açacak, yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük edebilecek çapta ve kalibrede bir entelijansiyanızın olması zorunludur: Bu entelijansiya, hem mevcut hâkim uygarlığın entelektüel ve fikrî birikimini temellük etmiş, onunla yüzleşmiş ve hesaplaşmış; hem de bütün insanlığın sorunlarını anlamlandırabilecek çapta ve ölçekte kendi medeniyet birikiminin fikrî, ilmî ve irfanî külliyatını ve ruhunu önce tevarüs edebilmiş, sonra temellük edebilmiş ve nihayet tecdid edebilecek kadar kendi medeniyet tecrübesiyle yüzleşebilmiş, hesaplaşabilmiş olmalıdır.

 

* * *

Dün Yeni Şafak'ta Emeti Saruhan'ın Atasoy Müftüoğlu Ağabey'le yaptığı enfes bir röportaj vardı. Atasoy Ağabey, fikrî üretim ve zihnî çölleşmenin ürpertici boyutlarda seyrettiği bir ortamdan şikâyet ediyordu. Ve Türk entelijansiyasının (İslâmcılar da dâhil) "Batılı zihnin bir taşrası" olmasına, daha da kötüsü bunun henüz farkına bile varamayışına dikkat çekiyordu.

Gerçekten de İslâm dünyasında, ürpertici bir zihnî sömürgeleşme, körleşme ve tıkanma yaşanıyor. Batıcıları geçtik, "çağdaş İslâm düşüncesi" denen şeyi temsil eden Cabirî, Hanefî, Arkoun, Laroui gibi figürlerin bize önerdiği proje, Batılıların çoktan eleştirisini yaptıkları ve hesaplaştıkları bir "aydınlanmacı akıl" projesi.

Hâkim uygarlıkla yüzleşip hesaplaş/a/mamış, kendi medeniyet birikimini vahyin ışında özgün bir şekilde tevarüs, temellük ve tecdid edememiş bir entelijansiyanın tafrasından geçilmediği bir ortamda, bırakınız dalga kurabilmeyi, dalga kırabilmek bile nereye kadar mümkün olabilir ki?

O hâlde, soru şu burada: Türkiye, Tayyip Bey'le İslâm dünyasında dipdalgayı harekete geçiriyor ama dalga kıracak, dalga kuracak esaslı bir yolculuğa çıkmamızı sağlayabilecek kadar çağla hesaplaşmış ve kendi çağını kurabilecek fikrî, ilmî ve irfanî azıklarla mücehhez olmuş değil henüz.

Bu durumda, bizim ön almamızdan çok, hâkim dekadant Batı hegemonyasının tıkanan önünü açacak, bitmek üzere olan ömrünü uzatacak, bir öne sürülme tehlikesiyle mi karşı karşıyayız acaba, diye sormak ve bu dipdalgayı, yeniden tarihe girmemizi sağlayacak, esaslı bir dalga kırma ve dalga kurma yolculuğuna nasıl dönüştürebiliriz, sorusu üzerinde kafa patlatmak zorundayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar