Politika, Kürt sorununu çözer mi, çözümsüzleştirir mi?

Tekirdağ'lı taksi şoförü, "memlekette ne oluyor?" diye sorduğumda, açtı ağzını yumdu gözünü ve Müge Anlı isimli "tür"ün o iğrenç "türküsünü" söylemeye başladı: "Cezalarını çekiyorlar" (!) dedi, Van depremine maruz kalan masum insanlar için.

"Bir dakika" dedim, "bu kadar vicdansız olamazsınız! Ne suçu var o masum insanların? Bu nasıl mantık böyle?"

***

Taksi şoförünün öfkesi ürküttü beni; ama şaşırtmadı. Şaşırtmadı; çünkü son zamanlarda hızla artan PKK eylemleri, toplumda bir infial oluşmasına, insanların metanetlerini, basiretlerini yitirmelerine, tamiri zor bir çatlağın patlak vermesine yol açacak kadar bir travma yaşatıyor bütün toplum kesimlerine.

Kürt meselesi, gelinen noktada, toplumun duygu yapılarında gözle görülür bir aşınma ve katılaşma yaşanmasına yol açıyor. İnsanlar patlamaya hazır bomba gibiler. Toplumun bütün kesimlerinde şu ya da bu ölçüde görülebilen bir "patlama hâli" bu.

***

Van depreminde sergilediğimiz örnek ve destansı dayanışma, yardımlaşma, kardeşlik ruhu, başka toplumlarda benzerine pek fazla rastlanamayacak türden bir ruh. Bu ruh bile, iş, Kürt meselesine geldiğinde, bir anda tuzla buz olabiliyorsa, orada durup düşünmek gerekiyor.

Kürt meselesi, toplumda, yalnızca zihin körleşmesine yol açmakla kalmıyor; bütün toplum kesimlerinde ürpertici bir duygu körleşmesine de yol açıyor.

Bir yandan PKK terörünün her geçen gün tırmanması; öte yandan Kürt meselesi konusunda atılan bütün adımlara rağmen, Kürt meselesinin siyasî temsilcilerinin, terörü daha da kışkırtacak, tırmandıracak basiretsiz -belki de bilinçli- tavırlar ve söylemler geliştirmeleri, toplumun derinlerinde kök salan kardeşlik duygularını, duygu yapılarını fenâ hâlde çözüyor ve ülkeyi büyük bir belirsizliğin, çıkmaz sokağın ve felâketin eşiğine doğru sürüklüyor hızla.

***

Türkiye'deki entelijansiyanın da, hükümetin de göremediği iki yakıcı gerçekle karşı karşıyayız: Kürt meselesi ne kadar çok siyasallaştırıldıysa, o kadar çok kontrolden çıktı ve uluslararası bir nitelik kazandı, -işin içine uluslararası aktörler girmeye başladı.

Yeni Şafak'ta, 1992'lerden itibaren, İngilizlerin Kürt meselesinin siyasallaştırılması konusundaki çabalarına ve Kürt meselesinin siyasallaştırılmasının Kürt meselesini kontrolden çıkaracağına dair İngiltere'den sayısız yazı yazmıştım. O zaman yaptığım uyarılar, hiçbir şekilde algılanamadığı gibi, üstüne üstlük bu gazetedeki -siyaseti ve dolayısıyla modernliği insanlığın tek kaderi olarak gören- bazı yazarlar tarafından eleştirilmişti bile!

***

John Keane, Reflections on Violence başlıklı önemli kitabında, "20. yüzyılın, soykırımlarıyla, toplama kamplarıyla, makinalaşmış savaşlarıyla insanlığın en uzun şiddet yüzyılı olduğunu" söyler ve kendisini, "20. yüzyılın şiddet olgusu üzerinde en fazla kafa patlatılan bir yüzyıl" olduğu gerçeğiyle avutur. Ama bu ürpertici şiddet biçimlerinin nasıl ortadan kaldırılabileceği konusunda dişe dokunur hiçbir şey söylemez bize.

Söyleyemez; çünkü modernliğin kendisi, Heidegger'in dikkat çektiği gibi "varoluşa bir saldırı"dır: Tanrı fikrini yok eden; tabiatı da, insanları da ruhsuz bir şekilde sömüren ontolojik bir yok oluş ve yok ediş biçimidir. O yüzden kendi kendini bitirmiştir modernlik.

Gerçek buyken, bizim, Kürt meselesi gibi bize yakışmayan, tarihimizde bir benzerine tanık olmadığımız ilkel bir sorunu neden yaşadığımız konusunda kafa patlatabilecek bir entelektüel donanımdan yoksun olmamız yetmiyormuş gibi, bir de, insanlığı büyük felâketlerin eşiğine sürükleyen modernliğin seküler kavramlarıyla ve yöntemleriyle bu soruna yaklaşmaya kalkışıyor olmamız, Kürt sorunundan daha büyük bir trajedidir bence, bizim için.

Modernliğin dini, sekülerizm; tanrısı, politika'dır. Her şeyin politikaya indirgendiği, politik yollarla çözümlenmeye çalışıldığı, politikanın araçsallaştırıldığı için amaç hâline getirildiği bir zaman diliminde, insanın, politikanın oyuncağı ve kurbanı olmaktan başka seçeneği olmadığını, olamayacağını nasıl anlatmalı bizim entelijansiyamıza ve siyasetçilerimize acaba?

Şunu söylemekle yetineyim -şimdilik: Politika, tıpkı sekülerizm gibi, çıkara, çatışmaya, gücün haklı ve hâkim olduğu gerçeğine dayanan, değdiği her şeyi parçalayan, unufak eden ve yok eden bir tür Frankenstein'dır aslında. Oysa insanların varoluş sorunlarıyla ilgili temel meseleleri politikayla çözmeye kalkışmak, sözkonusu meseleleri hem daha da çözümsüz hâle getirmekle, hem de gerçek çözüm yollarını yok etmekle sonuçlanacak bir trajedidir. Bunu görmek için modernliğin, sadece Batılıları değil, bütün dünyayı sürüklediği felâket dolu tarihe bakmak yeterlidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar