Sinema, hem Nietzsche'dir; hem de ötesi (1)

Eğer Devrim Sineması olmasaydı, Tarkovsky olmazdı. Eğer İbn Arabî, Endülüs'lü olmasaydı, İbn Arabî olmazdı. Eğer Gazalî, hem İslâm medeniyetinin farklı düşünce geleneklerinin, hem de insanlık tarihindeki bütün din, medeniyet ve düşünce atılımlarının gerçekleştiği merkezî bir entelektüel coğrafyada yaşamamış olsaydı, Gazalî olmaz; ilim, irfan ve hikmet sütunları üzerinde yükselen özgün İslâm düşüncesinin yapıtaşlarını döşeyemezdi.

Gazalî'nin İslâm düşüncesini bitirdiği fikri, bir efsaneden ibarettir ve bu fikri yaymayı başaran oryantalizm söylemi ise, İslâm medeniyetinin Osmanlı'yla gerçekleştirdiği atılımın önünü kesmek için geliştirilmiş siyasî bir söylemdir. Bu oryantalist söylemin tuzağına düşmeyen ender kişilerden biri MEB'in İslâm Ansiklopedisi'nin “felsefe” maddesini yazan M. Horten'dir. Horten, bu gözden kaçan önemli makalesinde, şu tespiti yapar: “Felsefî tefekkürde, Gazâlî'nin hücumları neticesi olarak beliren yeni hız, […] daha semereli inkişâflar göstermiştir. [Gazâlî'den] sonra büyük bir felsefe hareketi başlamıştır.” (4: 543).

(Gazalî'nin İslâm düşüncesinde açtığı bu çığıra, çağdaş Türk düşüncesinde dalgakıran rolünü başarıyla yerine getiren sevgili Dücane Cündioğlu, Keşf-i Kadîm başlıklı kitabında özenle dikkat çekmiştir.)

Bu nedenledir ki, Mağrip'te yaşamasına rağmen, İslâm medeniyetinin yaşadığı birinci krizin nasıl aşılabileceğine ilişkin çığır açıcı bir tarih tasavvuru ve felsefesi geliştiren İbn Haldun, Gazalî-Razî geleneğinin sahici ve kuşatıcı damarından geldiği için bu entelektüel atılımı gerçekleştirebilmiş ve bu atılım, Selçuklu medeniyetinin temellerini attığı, etik, estetik ve rûhî sıçramayı da harmanlamasını bilen Osmanlı medeniyetiyle vecd hâlinde yaşanabilen ve hayata ruh üfleyebilen bir hâl hâline, vicdanın ve adaletin en zirve noktasına ulaştığı bir insanlık tecrübesine dönüştürülebilmiştir.

Tarihi eşzamanlı olarak okuduğumuz zaman, bu söylediklerimin insanlığın geleceği açısından ne kadar hayatî bir önemi hâiz olduğunu görebiliriz: Osmanlı medeniyetinin bütün farklılıklara hayat hakkı tanıdığı bir zaman diliminde, Batı uygarlığı, bir yandan, Avrupa içindeki farklı kültürleri, düşünceleri ve dinleri engizisyon mahkemelerinde yargılıyor, mahkûm ediyor, yok ediyor, Avrupa'dan sürüyor ve siyasî, sınıfsal ve dînî şizma'larla / parçalanmalarla ve çatışmalarla boğuşuyordu. Öte yandan da Avrupa içindeki çatışmaları dünya coğrafyasına taşıyarak bütün kıtaları sömürgeleştiriyor ve karşılaştığı bütün medeniyetleri -üstelik de medenîleştirme misyonu gibi ayartıcı bir retorikle- yok ediyor, insanlığın medeniyet birikimlerinin kökünü kazıyordu.

Oryantalistlerin, Gazalî'nin felsefeye yönelttiği derinlikli eleştiriyle İslâm düşüncesini bitirdiği şeklindeki yargıları, hem İslâm düşüncesinin özgün, sahici ve ana damarını bastırmaya, hem de bu damarın Osmanlı'da nasıl hayat hâline geldiği; etik, estetik ve adalet ilkeleri çerçevesinde farklı dinlere hayat hakkı tanıdığı, müslüman prototipinin münferit ve müşterek düzlemlerde nasıl vecd hâlinde gerçekleştirildiği yakıcı gerçeğini gizleyen -görünüşte- bir idrak edememe, gerçekte ise bu Osmanlı sıçramasını karartma girişimidir.

İslâm düşüncesi, ilâhî olan'la beşerî olan, metafizikle fizik, rûhî olan'la cismânî olan arasındaki zaman zaman bozulmaya yüztutan dengenin yeniden tesis edildiği bir düşünce geleneğidir. Batı düşüncesi beşerî, fizîkî ve cismânî olanı mutlaklaştırdığı, Doğu / hikmet gelenekleri ise, beşerî, fizîkî ve cismânî olanı yok saydıkları için, bu dengeyi sürgit daha fazla bozmuşlardır.

İslâm medeniyetinin ve düşünce geleneğinin bu dengeyi her defasında tesis etmeyi başarabilmiş olmasının temel nedeni, bütünlük fikrine dayanıyor olması ve Tanrı, Kâinât ve İnsan'dan oluşan büyük varlık zincirine dayanan bu bütünlük fikrindeki hiyerarşiyi bozmamasıdır.

İslâm medeniyetinin mevcut bütün medeniyet birikimleriyle yüzleşmesinin ve onlar tarafından yutulmamasının, aksine hem onları yok etme yoluna gitmemesinin, onlara hayat hakkı tanımasının, hem de onlardan kendi referans sistemi doğrultusunda yararlanabilmesinin temel nedeni büyük varlık zincirine dayanan bütünlük fikrini koruyabilmiş olmasıdır.

Batı uygarlığı, entelektüel olarak Nieztsche'yle birlikte bitmiştir. Nietzsche-sonrası Batı düşüncesi, Batı uygarlığının bittiğinin ve insanlığı sadece rölativizmin ve nihilizmin eşiğine sürüklemekten başka bir şey vaat edemediğinin ilanından başka bir şey değildir.

İşte, bu noktada, sinema hem Nietzsche'dir, hem de ötesidir, diyorum. Peki, ne demek istiyorum? Bu soruyu, Cuma günkü yazıda araştıralım…


Önceki ve Sonraki Yazılar