Allah'ı bildiğimi sanırdım

Allah'ı bildiğimi sanırdım

Nihat Hatipoğlu eğitimini, aile yaşantısını, dini anlatış tarzını ve televizyon programcılığını anlattı.

Ekranlarda tam anlamıyla bir Nihat Hatipoğlu fırtınası esiyor. Hatipoğlu'nun atv'de yaptığı iftar ve sahur programları reyting rekorları kırıyor. Programa sayısız telefon ve e-posta yağıyor. Üstelik Hatipoğlu bir pop şarkıcısı ya da magazin programı sunucusu da değil; bir 'din anlatıcısı.' İşi ilginç kılan da bu. Hatipoğlu'nun yazdığı kitaplar da büyük ilgi görüyor. Son olarak Turkuvaz Kitap tarafından 20 bin adet basılan Allah'ı Bildiğimi Sanırdım kitabı piyasaya sürüldüğü hafta tükendi.

Yayınevi, ulaşamayan okuyucular için yeni baskılar hazırladı. Hatipoğlu denince akla iki tanımlama geliyor. Bunlardan ilki 'dini sevdiren adam.' İkincisi ise 'kendisine soru sorulan adam.' Televizyon programı da kitapları da hep bu sorgulama tarzı üzerine kurulmuş. Biz de son kitabı ve programcılığı hakkında konuşmak üzere kendisiyle buluştuk. Dini konularla ilgili sorulara verdiği yanıtlar için programını izlemek daha yararlı. Biz ona ailesi, hayatı, hayat felsefesi ve programcılığı hakkında sorular sorduk.

-İki kuşaktır din eğitimiyle ilgilenen bir aileden geliyorsunuz bildiğim kadarıyla.

Evet, babam eski hocalardan. Müftüydü aynı zamanda. Siirt, İzmir, Uşak, Afyon gibi şehirlerde müftülük yaptı. Sonra Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Din İşleri Yüksek Kurulu üyesiydi. Birçok eseri var, Şafii İlmihali bunlardan biri. Bir de en önemli eseri altı büyük hadis kitabından biri olan İbn-i Mace'yi 10 cilt olarak tercüme ve şerhetti. Kuran tefsirine başladı fakat Bakara Suresi'ni bitirdikten sonra vefat etti.

- O zaman babanızın etkisi çok üzerinizde.

Hem annemin hem de babamın babaları da müftüydü zaten. Dedelerimden biri Diyarbakır ve Malatya'da müftülük yaptı. Diğeri ise bizim ilçenin müftüsüydü.

- Din eğitimi almanız bu ortamın doğal bir sonucu gibi gelişti öyleyse.

Ben önce İmam Hatip okulunu, sonra da düz liseyi bitirdim.

- Düz lise niye?

O zaman tuhaf bir uygulama vardı. İmam Hatip okullarından mezun olanlar doğrudan İlahiyat Fakültesi'ne gidemiyordu. Bu yüzden düz liseyi de bitirmek zorunda kaldım. Sınavı kazanıp Ankara İlahiyat'ta okudum. Oradan mezun olunca da Diyanet'e girdim. 37 yıla yakın görev yaptım. İmamlıktan başlayıp her türlü görevi yaptım. Bu arada iki yıl Mısır'da kaldım. Orada eğitim gördüm.

- Peki televizyonculuk kariyeriniz nasıl başladı?

Aslında radyoda başladı önce. Ankara'daki Hedef ve Arifan radyolarında 10 yıla yakın program yaptım. Sonra beni Kanal A'da bir televizyon programına konuk olarak davet ettiler. Program ilgi gördü; insanların hoşuna gitti sanırım. Kanal yöneticileri de bana teklif getirdi. Haftalık programlara başladık. Akabinde Ramazan geldi. Beş yıla yakın program yaptık orada. Sonra Flash TV'de ve Star'da çalıştık. Nihayet atv'deyiz.

TARTIŞMALI KONULARA GİRMİYORUM

- Niye bu kadar çok seviyor insanlar sizi?


Bizim çizgimiz belli. Kitap ve sünnet dedik, bu çok önemli. İkincisi: Neysek oyuz. Ekranda ayrı, günlük hayatta ayrı değiliz. Üçüncüsü: Halktan kendimizi ayırmıyoruz. Sürekli onların içerisinde yaşıyoruz. Gittiğimiz yerde insanların kimi ağabeyine, kimi kardeşine, kimi amcasına benzetiyor bizi. Dördüncüsü: Televizyon programcılığında bir format geliştirdik biz.

- Nasıl bir format bu?

Takip edilen bir format oldu bu. Bizim yaptıklarımızı diğer televizyonlar da örnek alıp uygulamaya başladı. Bu sevindirici. Sürekli yeni şeyler üretiyor ve örnek oluşturuyorsunuz. Böyle bir sistem oturttuk. Sürekli kendimizi yenileyip güncel kalıyoruz. Kavgasız, problemsiz konulara eğiliyoruz daha çok.

AMACIMIZ REYTİNG DEĞİL

- Çatışmayı değil uzlaşmayı mı öne çıkarıyorsunuz?

Evet. Mesela İslam tarihini anlatırken birlik, beraberlik ve kardeşliği ifade eden örnekleri seçiyoruz. Yoksa o kadar örnek var ki tartışma çıkaracak. Mesela ben sahabe arasındaki anlaşmazlıkları ifade eden hiçbir konuyu ele alıp işlemem.

- Niye peki?

Çünkü hiçbir yararı yok. Alimler demişler ki: 'Sahabe arasındaki kavgaları gündeme getirmeyin.' Kerbela'yı bile anlatırken o kadar dikkatli bir üslup seçiyorum ki hiçbir sahabe yaralanmıyor, izleyen hiçbir kesim diğerine düşman olmuyor. Tam aksine, hepsini bir noktaya getirmeye, hassasiyetleri birleştirmeye çalışıyorum.

- Öyle yapsanız daha çok reyting almaz mı program?

Amacımız reyting değil. İyi yaptığınızda reyting geliyor zaten. Bugün Almanya'dan bir mail aldım mesela. 'Keşke Hıristiyan arkadaşlarımız sizi dinleyebilseler ve anlattıklarınızı anlasalar.' Beni izleyen değişik dinlere mensup vatandaşlarımız var. Ermenisi var, Süryanisi var, Musevisi var. Programım bittiğinde 'İslam Dini'nde bu güzellik te varmış, bu güzel bakış tarzı da varmış, bunları ben görmemişim' diyebilsinler istiyorum.

- Diyen oluyor mu?

Tabii. Ben bunu görüyorum. Türkiye'deki dini liderler ve mensupları beni gördüklerinde gözlerinin içi gülüyor. Gelip 'Hocam, seni seviyoruz' diye sarılanlar oluyor. Geçenlerde biri yolumu kesti ve 'Ben Hıristiyanım, seni izliyorum,' dedi. Hatta sahura bile kalkıyormuş.

HEDEFİMİZ HER EVE GİRMEK

- Bir tarafa sizin programınızı koyup baktığımızda, magazin programları gibi olanlar da var.


Bunlar azaldı. Bu programların dini en güzel şekilde anlatmak için yapılmaları çok önemli. Program yapmış olmak için yapılmamalı. Halk bunu zaten ayırt ediyor. Ben izlenme ve istifade edilme oranlarının çok yükseldiğine inanıyorum. Elimizde eski oranlar var; onlarla hiç kıyaslanamayacak kadar yüksek şimdi. Zaten önemli olan sizin her eve girmenizdir.

- Sizin amacınız da bu mu?

Her eve girdiğiniz zaman camiye gelmeyene gitmiş oluyorsunuz. Hayatımda sloganım bu oldu. Bu işe başlarken hedefim ne olmalı diye çok düşündüm ve buna karar verdim. Ben Türkiye'deki her Müslüman evine peygamberimizin adını tanıtmalıyım. Ve bu oldu. Şu an konferanslar veriyorum ve her konferansım miting gibi geçiyor. Binlerce kişi katılıyor. Bunlar kolay şeyler değil.

- Yaptığınız işe din adamlığına saygınlık kazandırma olarak da bakılabilir öyleyse.

Dine uzak olan, dine önyargılı olan bir kesim kazanıldı. Bunu biliyor ve seviniyorum. Bu İslam'ın doğru sunulmasından kaynaklanıyor. Hayat tarzının ve sosyo-ekonomik durumun farklı olduğu semtlere gittiğimde aynı ilgiyi bulabiliyorsam, mesaj yerine ulaşmıştır diye düşünüyorum. Bazen şunları duyuyorum: 'Ben kapalıyım, ablam açık ama sizin programınızı benden çok takip ediyor'. Çok sevindirici bu. Birçok hanımefendi ve beyefendi 'Hocam, korkularımızı yendik sizin programınızda' diyor.
Kişisel bir şey olarak anlatmam yanlış olur bunu. Söylemek istediğim şu: Mesaj doğru verilirse kitleye ulaşır ve kitlenin hayatını değiştirir. Önemli olan programınız bitince insanların rutin hayatına hiçbir şekilde etkilenmeden devam etmesi değil. Siz orada bir model oluşturabiliyor musunuz, onların hayatındaki bazı eksiklikleri tamamlayabiliyor musunuz; önemli olan bu. Yoksa konuş, bağır, çağır ve televizyon kapanınca o iş bitsin. Bunun bir anlamı yok.

- Neyin anlamı var?

Aldığınız insanı bir yerden başka bir yere getirmek. Benim derdim bu. Sonra ben onları orada bıraksam bile yürümeye devam etsinler. Ben sadece ellerine bir anahtar vereyim. Ondan sonra bana ihtiyaçları olmasın. Ne arkamdan yürüsünler ne de benimle bir araya gelsinler. İmam Şafi'nin dediği gibi: 'İstiyorum ki tüm dünyayı etkileyeyim ama kimse beni anmasın sonra'. İnsanlar için, çocuklar için iyi bir model olalım. Onlar kendi yollarını bulsunlar. Sonra da gerekiyorsa bizi unutsunlar, bu bizim için önemli değil.

- Çocuklar seviyor mu programınızı?

Beni en çok sevindiren şeylerden biri çocukların ilgisi. Konferansa gidince çocuklarla çok karşılaşıyorum. Anneleri babaları ağlayan çocuklar getiriyorlar, 'Hocam sana bir sarılacak, senden bir öpücük alacak yavrumuz,' diyerek. Çocukların o ilgisi bana peygamberimizin çocuklara olan ilgisini hatırlatıyor. Masum olan insanlar sizi seviyorsa iyi bir tarafınız var demektir. Bunlar bizim geleceğimiz. Sevmeyecekse bile din adamından nefret etmesin, dine düşman olmasın. 'Böyle hocalar vardı' diye hatırlasın.

AİLEM BENİ HEP DESTEKLEDİ

- Programınıza gelen telefon ve maillerin hepsini cevaplıyor musunuz?


Binlerce mail geliyor. Maalesef bunların çoğuna cevap veremiyoruz. Daha çok ortak soruları seçip, onları cevaplamaya çalışıyoruz. Programlarımıza canlı telefon bağlantısı almakta da zorlanıyoruz. Çünkü çok telefon geliyor. İftardan önce bir saatim var. Bana emanet edilmiş çok değerli bir saat. Onu en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum. Herkesin faydasına olacak, daha çok insana ulaşacak ortak konular üzerinde yoğunlaşmaya çalışıyorum.

- Aileniz nasıl karşılıyor sizin bu yoğunluğunuzu?

Onlarla hep birlikteyiz. Onlar da bana yardım ediyor. Her gün birkaç saati birlikte geçiriyoruz.

- Alıştılar mı popüler ve meşgul bir insan olmanıza?

Alıştılar tabii ama zaten biz hiç kopmadık. Üç oğlum var, onlar da birçok konuda benim gibi düşünüyor. Hatta beni yönlendiriyorlar. 'Şu konuyu işlesen nasıl olur' diyorlar. Çok beğendikleri konuları hatırlatıp yeniden dinlemek istiyorlar. Eşim ve ailem hep yanımda oldu bu konularda.

BENİ BİR AİLE BÜYÜĞÜ GİBİ GÖRÜYORLAR

- Sizi en çok sevindiren tepki ne oldu bugüne kadar?


Çok güzel şeyler oldu. Mesela yurtdışı programlarında, konferanslarımda 10 kişiye Müslüman oldu. Fransa'da oldu, Almanya'da oldu; yanıma gelip Kelime-i Şahadet getirdiler. O ülkelerin vatandaşları bunlar. Arabayla yolculuk yaparken insanların sevgi gösterilerine şahit oluyoruz. Bir yerde durduğumuzda korna çalıyor, el sallıyorlar. Aralarından, hazır bizi yakalamışken soru sormak isteyenler çıkıyor. Yemek yediğimiz bir yerde insanlar gelip fotoğraf çektirmek istiyor. İnsanların bu rahatlığı beni sevindiriyor.

- Bu sizin rahatlığınızdan da kaynaklanıyor elbette.

Mutlaka. İnsanlar 'Acaba nasıl tepki alırız,' diye endişelenmiyor. Bizi bir aile büyüğü gibi görüyorlar. Bir hanım kızımız geliyor, 10 aylık bebeğini kucağımıza veriyor. Bunlar insanı onurlandıran şeyler. Eskiden din adamlarını görünce insanlar kaçıyordu. O dönemleri yaşadık. Bir hocanın değeri ne kadardı eskiden. Şimdi bütün televizyonlar iftar ve sahur programı yapıyor. Bu bir anlamda dine yönelişi göstermiyor mu?

- Gelen sorular arasında sizi çok şaşırtanları da oluyor mu?

Var mutlaka. 'Rüyamda birine hakaret ettim. Şimdi ondan helallik almalı mıyım,' diye soruyor mesela. 'Hanım beni dövüyor, bu konuda lütfen aracı olur musun' diye ricada bulunan bile oldu. Az olmakla birlikte eşinden dayak yiyen erkekler de var.

- Karısından dayak yiyen bir koca sizden yardım istiyor. Garip gerçekten. Ne yaptınız?

Böyle durumlarla da karşılaşıyoruz bazen ama hiç birini garipsemiyoruz. Konuşup halletmeye çalışıyoruz.

Sabah 

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.