Arınç, umrede Cübbeli'den nasıl kaçtı?

Arınç, umrede Cübbeli'den nasıl kaçtı?

''Bülent Arınç umreye gelmiş. Tam o günlerde Cübbeli Ahmet de Medine'deymiş ve tesadüf eseri Arınç'la aynı otelde kalıyormuş. 'Aman' demiş Arınç, 'Ne olur şu adamla asansörde falan karşılaşmayalım...

HP lideri Deniz Baykal'ın, kamuoyunda ''Cübbeli Ahmet Hoca'' olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü ile görüşmesinin tartışıldığı şu günlerde, HaBertaraf Ortadoğu Temsilcisi İsmail Yaşa ilginç bir bilgiye ulaştı.

Bülent Arınç'ın, iddiayı ortada attığı esnada yakındığı çifte standardı köşesine taşıyan Yaşa, Bülent Arınç'ın umre ziyareti sırasında yaşadığı bir olayı da sütunlarında yer verdi.

İsmail Yaşa'nın yazısı...

Çifte Standartlar Ülkesi


CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Cübbeli Ahmet Hoca’yı telefonla aramış ve geçmiş olsun dileklerini iletmiş.

Bülent Arınç çifte standarda isyan ediyor:

“Biz hocayla aynı karede bir fotoğraf versek başımıza gelmeyen kalmaz.”

Arınç’ın bu cümleyi sadece sitem için söylediğini sanmayın.

Cübbeli Ahmet ve benzeri isimlerle tesadüfen de olsa aynı kareye girmekten gerçekten korkuyorlar.

Haklılar da...

Çünkü Baykal’a gösterilen hoşgörü onlara gösterilmiyor.

Rejim elden gidiyor ve ülkede büyük bir kriz çıkıveriyor.

Hac ve umre şirketlerinden birinin Medine temsilciliğini yapan bir arkadaşımdan dinlemiştim.

Bülent Arınç umreye gelmiş.

Tam o günlerde Cübbeli Ahmet de Medine’deymiş ve tesadüf eseri Arınç’la aynı otelde kalıyormuş.

“Aman” demiş Arınç, “Ne olur şu adamla asansörde falan karşılaşmayalım...”

Cübbeli Ahmet’in Arınç’la görülmesi başkadır, Baykal’la görülmesi başkadır.

Birincisinde “irtica” hortlarken ikincisinde “insani görev” sözkonusudur!

Başörtüsü ve hatta çarşaf da böyledir.

Giyene göre, adamına göre, o anki keyfe göre yasak veya serbest olabilir.

Bir yanda irtica simgesi sayılıp çarşaflar yakılırken diğer yanda aynı çarşaflara parti rozetleri takılıp siyasi şov yapılabilir.

Emine Erdoğan başörtülü olduğu için GATA’ya alınmazken, daha başka başörtülüler ve hatta çarşaflılar askeri hastaneye ziyaretçi ve refakatçi olarak kabul edilebilir.

Çifte standardın bizim ülkemizde sonu yoktur.

Şimdi de kendi hayatımdan bir örnek vereyim.

Selçuk Üniversitesi’nde İnşaat Mühendisliği okurken 1992 yılında kendi isteğimle kaydımı alarak Medine İslam Üniversitesi’ne kaydoldum.

Diploması Türkiye’de kabul ediliyordu ve mezunları YÖK tarafından verilen denklikle İlahiyat Fakültesi mezunu sayılıyordu.

Okula başladığım yıl Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurmuştum ve yurt dışında okuyan öğrenci olarak adıma dosya açılmıştı.

Her yıl okuldan aldığımız öğrenci belgesini Riyad Büyükelçiliği’ne gönderiyorduk ve askerlik tecilimiz yapılıyordu.

Pasaportlarımız her yıl öğrenci pasaportu olarak uzatılıyordu.

Hiçbir resmiyeti ve geçerliliği olmayan kaçak medreselerde değil, bütün dünyada kabul gören ve diploması her yerde geçerli saygın bir üniversitede okuyorduk sonuçta...

İki yıl Arapça hazırlık ve dört yıl fakülte eğitiminin sonlarına gelmiştim ki, 28 Şubat zihniyeti bize ömür boyu unutamayacağımız darbeyi vurdu.

Diplomalarımızın denkliği iptal edilmişti.

Sanki boşuna okumuştuk...

Devletimiz bize hayatımızın kazığını atmıştı.

Böylece, bizim devletin sözüne asla güvenilmeyeceğini öğrendim.

Artık o yaştan sonra başka bir okul daha okuyamazdım.

Çalışma hayatıma yönelik planlarım da alt üst olmuştu.

Hayalimde ülkeme dönüp yüksek lisans ve doktora yapmak, üniversitede akademisyen olarak çalışmak vardı.

Denklik iptal olunca hepsi yattı.

Oysa akla ve mantığa göre, denkliğin iptalinin kararın alındığı yıldan itibaren o üniversiteye kayıt yaptıranlar için uygulanması gerekirdi.

“Diploma denkliğinin olmadığını bilerek bu tür okullara kayıt yaptıranlar sonucuna katlanır” denilebilirdi.

Fakat her türlü akıl ve mantık kuralı rafa kaldırılarak denklik iptali geriye doğru da uygulandı.

Kazanılmış haklar geri alındı.

Bizden birkaç yıl önce denklik alıp göreve başlayanlar bile görevden alındı.

Yüksek lisans yapanların yüksek lisansları iptal edildi.

Öylece ortada kalakaldık.

Daha bitmedi...

Bizim diplomalarımızın değersiz birer kağıt parçası muamelesi gördüğü günlerde Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde bizimle aynı okuldan mezun olan öğrenciler yüksek lisans yapıyorlardı.

Okul aynı okul, diploma aynı diploma...

Bizimkiler geçersizdi, onlarınkiler geçerli...

Çünkü onlar Cezayirliydi.

Bunu o günlerde dile getirmeyi çok düşündüm fakat o arkadaşlarım zarar görür düşüncesiyle sustum.

Ama bugün sanırım anlatmamın bir sakıncası kalmadı.

28 Şubat zihniyeti ve milliyetçiliği bu olsa gerek...

Kendi ülkemde yabancıya kapı açılırken benim ve benim gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yüzüne o kapılar kapatılıyordu.

Bundan daha büyük ve daha saçma çifte standart olabilir mi?!.

Duydum ki YÖK şimdi diplomalarımıza bazı ek dersleri de almamız kaydıyla denklik veriyormuş...

Ba’de harâbi’l-Basra..

Ne işime yarayacak bu saatten sonra verilen denklik?

Haydi denklik aldık diyelim; ya acılarla geçen o koskoca kayıp yılların hesabını kim verecek?..

Kaynak: Habertaraf
 

Etiketler :