BİZİM MİLLET ÇOK SOPAYA LAYIK, ÇOK!

BİZİM MİLLET ÇOK SOPAYA LAYIK, ÇOK!

Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin 1999 yılında yaptığı ve halen güncelliğini koruyan sohbetini okumaya var mısınız?

BİZİM MİLLET ÇOK SOPAYA LAYIK, ÇOK!

M. Es'ad Coşan

İlk müslümanlar gittikleri yere sırf İslâm’ı yaymak için giderlerdi. Sırf cihat için giderlerdi. Sonra gevşemiş müslümanlar. Ticaret için gitmişler de namaz kılarken ötekileri müslüman etmişler. Halbuki dünyanın her yerine sırf İslâm’ı yaymak için gidecek bir zümre olması lazım. Müslümanların hepsi öyle olması lazımdı. Sahabe-i kirâm gibi olması lazımdı. Öyle değiliz. İş yok bizde. Yazıklar olsun bizim Müslümanlığımıza! Kusurluyuz. Herkes kendi işinde gücünde. Sanki kâr ediyoruz. İşte her iş ters gidiyor. Piyasa alt üst oluyor. Dünyanın iktisadî, ekonomik dedikleri bunalımlar, kriz dedikleri sarsıntılara, kârları alıp götürüyor.

Neden?
Allah yolunda gitmeyince, kâr etmek istiyorsun istiyorsun olmuyor. Böyle gideceğine böyle gidiyor işte. Var mı bir diyeceğin?

Allah para harcayınca zengin ediyor da fakirliği yok ediyor da, yolunda gitmeyince, zenginliği ilerlettirmiyor da fakir yapıyor.

Var mı bir diyeceğin?

Oh olsun! İyi de oluyor. Allah’ın her şeyi iyi. Neylerse güzel eyler. Bizim gibi edepsizlere çok daha cezalar lazım.

Biz nasıl müslümanız ki İslâm için çalışmıyoruz? İslâm için biz çalışsaydık dünyada kâfir kalır mıydı? Şu bilgileri anlatsaydık. Allah’ın birliğini anlatmak zor mu? Bu putların tapılacak bir şey olmadığını anlatmak zor bir şey mi?

Çalışmamışız. Elin, başka dinin mensubu yamyamların diyarına onların dinine çekmek için misyoner gönderiyor. Adamlar orada fok balığı yakalamışlar. Eskimoların hayatını görüyorum buzların üstünde, fok balığını yakalıyorlar. Buza testereyle delik açıyor. Oradan oltayı atıyor fok balığını mızrakla, deliğe nefes almaya gelirken yakalıyor. Koca balığı çekiyor. Tulum gibi yağlı bir balık. Buradan duvar kadar var. Kalın, büyük balık. Çekiyor tamam; balık yakalıyor. Balığın karnını yarıyor. Ondan sonra vıcık vıcık, kanlı kanlı, parça parça, çoluğuna çocuğuna dağıtıyor. Çatır çatır yiyorlar. Pişirmek filan yok. Buzların arasında. Acıdım. İbtidaî geliyor. Elleri yüzleri kan çatır çutur yiyorlar. Pişirmek filan yok. Buzdan, zaten evleri.

O adamların yanına o papaz gitmiş o buzdan klübelerin yanına küçük bir kilise yapmış. Onları çağırıyor. Geliyorlar kiliseye oturuyorlar. Bir şeyden haberleri yok. Adam kalkıyor kitaptan bir şeyler okuyor. Onlar oturuyorlar. Gösteriyor televizyonda, ama artık nasıl oraya çekiyorsa çoluğu çocuğu. Uyuyan uyuyor da anlayan anlıyor onlar artık o dinin mensubu oluyor. Şuurlu olan şuurlanıyor. Onların çocuklarını alıyor, kolejlerde okutuyor. Tekrar oraya papaz gönderiyor. Onların dilini iyi anlar diye. Yayıyor kendi dinini…

Biz niye yapıyoruz?

İşte misal.

Biz niye yapmıyoruz?

Var mı tanıdıklardan Eskimolar diyarına gitmiş bir insan?

Yok. Yok.

Var mı Güney Amerika’ya Brezilya’ya giden, gitmiş bir insan?

Yok.

Var mı Çin’e gitmiş bir insan?

Yeni yeni. Yeni yeni başladılar, birkaç kişiyi biliyorum. İslâm için çalışmak lazım!

Şimdi gelelim demiş; “Benim günahlarımın afv u mağfiret olunmasını istiyorum.” O zaman Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;

“Bilmiyor musun ki müslüman olduğun zaman eski günahlarının hepsi yıkılır, silinir, süpürülür, günah kalmaz.”

Müslüman olunca günah kalmaz. İşte biz de onun için başkalarını müslüman etmeye çalışalım diyorum.

Hacı dayılar, hacı amcalar, hacı ağabeyler, hacı kardeşler! İslâm için çalışalım diyorum birisini müslüman etmek çok sevaptır. Onun ömrü boyunca yaptığı bütün ibadetlerin sevabı sana gelecek. Bir misli. Ondan hiç bir şey eksiltmeyecek Allah. Ona verdiği kadar sen de sebep oldun diye sana da aynısını verecek.

Namaz kıldı, sen kılmadın ama sen onun müslüman olmasına sebep oldun. O namazın sevabı senin defterine geçecek. Oruç tuttu, hacca gitti, sevabı gelecek. Sadaka verdi, hayır yaptı, zekat verdi; sevabı sana gelecek. Bir misli. Bir kopyası.

İyi değil mi?

“Hocam benden geçmiş. Sen ah benim karşıma gençliğimde çıkacaktın da ben de bu düşüncelere göre hayatımı düzenleyecektim de İslâm’a çağıran bir insan olacaktım.”

Olsun. Yaş yetmiş iş bitmişse çocuğunu yetiştir. Çocuğunun da içi geçmişse torununu yetiştir.

“Gel torunum ben seni çok seviyorum. Benim yapamadığım işi sen yap. Ben sana Mercedes alacağım, BMW alacağım. Sen yeter ki çalış. Hafız olursan BMW alacağım. Fakülteyi bitirirsen ev alacağım. Şunu yaparsan bunu yapacağım. Sana şu kadar maaş bağlıyorum, çalış…” desen.

Hacı baba zengin ya… Yapar.

Ben bütün aile efradına vaad ettim. “Kim hafız olursa bir araba alacağım.” Torun geldi diyor ki;

“Dede ne marka alacaksın?” Marka soruyor, benimle pazarlık yapıyor.

Dedim;

“Hangisini istiyorsun?”

“BMW”

“Tamam. Sana BMW alacağım.”

Gençlerin hoşuna gidiyor, BMW süratli filan diye. Kurnaz.

“Kaç model?”

“Kaç model” dedi, eski alırım diye korkuyor.

“Param olursa yenisini alacağım. Gıcır gıcır yenisini alacağım sen hafız ol.”

Bir tanesi sekizinci sayfada takıldı şimdi. Her cüzden sekiz sayfa ezberledi. Şimdi lise sonda. İmtihanlar var filan. Telefonla soruyorum, pek ilerlemiyor diyorlar. İnşaallah dua edin, hacıların duası makbul. Evlatlarımız hafız olsun. Din alimi olsun.

Dine çağırana “dâi” derler. Dâi, davetçi.

Avrupalıların misyoner dediğine İslâm’da ne derler?

Dâi, derler.

Dâi, “davet eden” demek. İslâm’a davet eden.

Çoğulu nasıl gelir?

Duât, duâ-ı İslâm ne demek?

“İslâm’ın misyonerleri” demek. İslâm’ı yaymak için çalışan.

Çocuğunu gönder bir diyara. Ben şimdi arkadaşlara söylüyorum. Elhamdülillah, çok şükür yâ Rabbi, Allah beni uluslararası hoca yaptı. Türkiye hudutlarından çıktık, olduk uluslararası hoca.

Ben şimdi diyorum ki;

“Çocuklarınızı yetiştirin. Her birini bir ülkeye gönderin. Brezilya’da bir kapımız olsun. Gittiğimiz zaman kalacağımız bir arkadaşımız olsun. Bir camimiz olsun.”

Avustralya’da var üç dört tane. Mehmed Zahid Kotku Camisi var. Elhamdülillah! Sidney’de koca levhalı Mehmed Zahid Kotku Dergâhı var. Kimse bir şey demiyor orada. “Dergâh” demek Avustralya’da yasak değil.

Türkiye’de diyemezsin çünkü kanunlar var. Orada diyemezsin. Cami kuramazsın. Kurarsan Diyanet alır. Diyanet alırsa çalıştırmaz, ben alırsam çalıştırırım. Kur’an kursu kuramazsın. Diyanet’e vermen lazım. Diyanet’e verirsen hocası maaşlı memur. Kaytarır. Ben kendim çalıştırsam aşk ile şevk ile çalıştırırım; olmaz, olmaz.

Neden olmaz?

“İşte belki sen kötü telkinde bulunursun da, bilmem idare tehlikeye girer de, rejim bilmem batar da, yatar da...”

Öyle bir şey olmayacak, sadece Kur’an öğreteceğim. Gel incele. Diskoteklere, birahanelere bir şey demiyorsun...

Bursa’da tek bir cadde üzerinde 15-20 tane birahane saydım. Sosyal meskenlerden aşağı doğru dikkatimi çekti. Birahane, birahane, birahane tam unuttum ama 20’ye yakın; bir cadde üzerinde. Amma rağbet var, millete bak. Amma bira âşıklısı...

Satış olmasa, kâr olmasa o kadar açılır mı?

Kabahat millette… İçiyor, istiyor.

Bizim millet çok sopaya layık, çok!

----------------------------------------

* 19 Mart 1999

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.