Darbelerin gelişi 93’ten belliydi!

Darbelerin gelişi 93’ten belliydi!

Türkiye`deki `karanlık` noktaların ortaya çıkarılabilmesi için 1993 yılında meydana gelen olayların tamamını aydınlatmak gerekiyor.

Türkiye`deki `karanlık` noktaların ortaya çıkarılabilmesi için 1993 yılında meydana gelen olayların tamamını aydınlatmak gerekiyor. Çünkü 1993’te Türkiye’de büyük bir kırılma yaşandı. Özgün Duruş`tan Ali Alptekin`in analizi:

 

28 Şubat ve onun devamı niteliğindeki darbe planlarının konuşulduğu şu günlerde bu olayların arkaplanında yatan süreci ve etkenleri anlamak için 1993 yılına bakmak gerekiyor. 1993 yılında yaşanan olaylar aslında bir yerde bir dönemin ve çok önemli kişilerin tasfiye edildiği bir yıl oldu. Bütün bu olaylarda kilit nokta ise Kürt Sorunu’ydu. Sanki birileri Kürt sorunun çözümünün ülkede demokrasinin kanallarının açılacağını ve İktidar yapısında önemli değişimlerin olacağını biliyordu ve bunu engellemek için de bu sorunda temel aktör niteliğindeki kişileri tasfiye etti.

1993’te olan önemli olayların bir kısmının dökümünü yaptığımızda öne çıkanlar şunlar.

         Gazeteci-yazar Uğur Mumcu 24 Ocak`ta evinin önünde arabasına bomba yerleştirilerek öldürülüyor 

         28 Ocak`ta işadamı Jack Kamhi`ye suikast düzenlendi. Kamhi yara almadan kurtuldu.

         17 Şubat`ta Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, bindiği askeri helikopterin düşmesi sonucu yaşamını yitirdi.

         7 Mart`ta Dev-Sol`un Türkiye`deki beyni Bedri Yağan 4 militan arkadaşıyla birlikte ölü ele geçirildi.

         17 Nisan`da Türkiye`nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal kalp yetmezliğinden dolayı sabah saatlerinde yaşamını yitirdi.

         25 Mayıs`ta PKK`lılar Bingöl-Elazığ karayolunu kesti: Otobüslerden indirilen 33 er kurşuna dizildi.

         Çatışmada 10 PKK`lı öldürüldü, kaçırılan 13 er, 1 polis ve 8 vatandaş kurtarıldı.

         30 Haziran`da PKK`lılar 5 il`de saldırıya geçti.

         Siirt`te 12, Diyarbakır`da 1 asker şehit edildi. Van`da bir oteli kundaklayan teröristler 11 kişiyi öldürdü.

         Mardin`de bir mezrada 7 vatandaş katledildi.

         Erzincan`da iki şoför ve bir muavin öldürüldü.

         2 Temmuz`da Sivas`ta gözü dönmüş insanlar, kendi ülkelerinin sanatçılarını, şairlerini, yazarlarını yakarak öldürdü.

         3 Temmuz`da Muğla ve Bodrum`da aynı anda 4 ayrı noktada birden orman yangını çıktı.

         22 Ekim`de Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Lice`de şehit edildi.

         29 Aralık`ta Kılavuzköy Jandarma Karakolunda 12 er, Mardin`in Savur ilçesinde 2 polis memuru şehit edildi.

         29 Temmuz 1993: Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, 30 Ağustos beklenmeden görevinden alındı. KKK`na 1. Ordu Komutanı Org. İsmail Hakkı Karadayı atandı.

         5 Şubat 1993: ANAP İstanbul Milletvekili, eski Devlet ve Maliye Gümrük bakanlarından Adnan Kahveci, Bolu Gerede yakınlarında trafik kazası geçirdi. Adnan Kahveci ve eşi olay anında hayatlarını kaybetti.

         5 Temmuz 1993: Erzincan`ın Başbağlar köyünde 33 kişi katledildi.

 

Vezir Düşüyor, Kaleler Oyun Dışı Kalıyordu

1993 yılına damgasını vuracak gelişmelerin öncüsü Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Fisunoğlu’nun teamüllere aykırı olarak erken emekli edilmesiydi. Bu Özal döneminin tasfiyesinde kilit bir hamleydi. Nitekim Fisunoğlu Nuriye Akmanla olan röportajında dengelerin değişmesini Özal’ın ölümüne bağlayarak şunları söylüyor.

“Doğan Güreş bana ‘Bu sene Genelkurmay Başkanı oluyorsun. Özal`la konuştum. Özal da böyle istiyor. Hükümet de böyle istiyor. Hayırlıuğurlu olsun` dedi. 17 Nisan`da Özal öldü. Durum tamamen değişti. Ben demokrasi aşığı, hukuka saygılı bir insanım. Gayri hukuki hiçbir faaliyette de bulunmamışımdır.Vaktaki Turgut Özal öldü. Menfaatler karşı karşıya geldi. Doğan Güreş, Karadayı, Halis Burhan ve de Vural Beyazıt`a dargınım. Bu şantaj mektubunu hepsi ortak imzayla yazmışlar.”

Merhum Özal hassas dengeleri gözetebilen bir devlet adamıydı. Lakin Özal’ın kurduğu/kurmaya çalıştığı dengeler birer birer ortadan kaldırılıyordu. Vezir Düşüyor (Kahveci) Kaleler ( Muhittin Fisunoğlu, Eşref Bitlis) Oyun dışı kalıyordu.

Kilit Nokta Kürt Sorunu

Bütün bu olaylara baktığımızda özellikle Kürtlerle ilgili mesele daha ağır basmaktadır. O dönemde Türkiye tarihin en sert çatışma dönemlerinin  henüz başındaydı ve sorun henüz kangrenleşmemişti, bu nedenle de silahsız bir çözümü hayata geçirmek bunun için toplumu hazırlamak daha kolaydı. Nitekim söz konusu olaydaki kilit isimlere baktığımızda Kürt sorununda demokratik çözüm için inisiyatif almış kişilerdi. Tamamı şüpheli şekilde ölen bu kişiler iç ve dış karanlık güçler tarafından ortadan kaldırılmakta gibiydi. Sıvas Madımak Yangını ve katliamı, Erzincan Başbağlar Katliamı Kürt sorununda inisiyatif alanların şüpheli ölümlerine karşı bir cevap niteliğinde gibiydi.

Eşref Bitlis’ten ABD’nin rahatsızlığı bu olanlar ile birlikte düşünülmelidir. Zaten 17 Aralık 1997’de Irak’ın Selahaddin Kentine gitmekte olan Eşref Bitlis’in Helikopteri ABD Çekiç Gücüne bağlı uçaklar tarafından (önceden bilgilendirilmiş olmalarına rağmen) taciz edilmiş ve mecburi inişe zorlanmıştı.

Kürt Sorununda inisiyatif alan Turgut Özal, Adnan Kahveciye bir Kürt raporu hazırlatmıştı.Oldukça radikal sayılacak görüşler bu raporun temeli niteliğindeydi. Raporda dile getirilen görüşler ise şöyleydi.

“Kürt sorunu bugün Türkiye`nin en temel sorunudur. Hatta sorun olmanın ötesine de geçmiş, siyasal yaşamı kilitleyen kriz haline dönüşmüştür. Bu tablonun altında kültürel, ekonomik, sosyal, siyasal etmenler yatabilir. Ama sorun kriz halini aldıktan sonra tek bir etmen dominant (belirleyen) hale gelmiş demektir ki, o etmen çözülerek sorun önce kriz durumundan çıkarılabilir.  Sorunun çözümü için somut ve kapsamlı öneri üreten hemen hemen yok gibidir. Ayrıca hiç kimse kusurlu olduğunu kabul etmemektedir. Sorunun bugüne kadar çözülememesinin tek sebebi Türkiye`nin bunu çözecek demokratik olgunluğa erişememiş olmasıdır. Eğer Kürt sorununa ciddi teşhis konmaz, ciddi çözümler uygulanmazsa Türkiye iç harbe sürüklenir. Herkes korkup sessiz kalırsa Türkiye felakete doğru gidecektir. Şehit olan her asker ve polisten sonra Kürtlere karşı ayrımcılığın arttığının belirtileri vardır. Hızla artan bu gidişi durduramazsak iç savaşa sürüklenmemiz kaçınılmazdır. Bu nedenle Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek siyasal alanda temsil olanağı sağlanmalıdır. Lozan Anlaşması`nda Ermeni, Rum ve Yahudilerden başka azınlık tanımadığımızın ifade edilmiş olmasından söz edilmesi kanımca yersizdir. Zira Lozan`ın imzalandığı yıllarda azınlık kavramının ifade ettiği manayla bugün azınlık kelimesinin ifade ettiği mana farklıdır. O yıllarda Fransa, Breton, İspanya da Bask diye bir azınlık tanımıyordu. Türkiye bu fikir evrimini geçirmek zorunda kalacaktır.”

Adnan Kahveci bu raporu hazırladıktan bir süre sonra 5 Şubat 1993 Yılında Bolu yakınlarında esrarı hala çözülememiş bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Bolu-Gerede karayolunda yeni yapılan Otobanda ters yöne girerek kaza geçirmesi hayli usta bir şoför olduğu bilinen Kahvecinin ölümündeki şüpheleri güçlendirmiştir. İlginç olan oradaki İtalyan firmasının görevli mühendisini Türkiye ile suçlulara ilişkin iade anlaşması olmayan Honduras’a göndermiş olmasıydı, bu da kuşkuları güçlendiren bir başka olguydu. 

Özal’ın ölümüne gelirsek ailesinin ısrarlı olarak otopsi talep etmesine rağmen otopsinin yapılmamış olması üzerinde durulması gereken bir husustur. Merhum Turgut Özal uzun bir zamandan sonra Türkiye’nin kendi kaderini kendi eline almasını sağlayacak bir strateji geliştiriyordu, onun gayesi Osmanlı hinterlandında uluslar arası güç odaklarının tahakkümü dışında bir inisiyatif ve beraberlik geliştirmekti. Özal bunun için ülkenin ,bir kısmı hakiki, büyük kısmı ise uydurulmuş kendi iç meselelerini öncelikle ve muhakkak çözmek gerektiğini bilincindeydi. Özal’ın attığı bütün adımları, statüko ile olan çatışmaları, izlediği siyaseti bu bağlamda anlamak gerekir. Kürt sorununda aldığı inisiyatif ve attığı adımlar bununla irtibatlıdır. Şayet ölümünde bir “karanlık el”in rolü varsa yerli ve yabancı güç odaklarının Özal’ın ne yapmaya çalıştığını anlamış olmaları sebebiyledir. [1]

Uğur Mumcu’nun Ölümü’de bu tasfiye sürecinde önemli bir halkaydı. Uğur Mumcu suikastten önce 12 Mart’ın Savcısı Baki Tuğ’dan Öcalan’ın MİT’le irtibatını gösterebilecek belgeyi istediği, hatta Baki Tuğ’un beyanına göre 27 Ocak için randevulaşmışlardır, ama bu eline geçmeden 24 Ocakta suikaste uğradı. Mumcu’nun Öcalan üzerinde yoğunlaştığı, ayrıca Talabani ve Barzani’ye gönderilen akıbeti meçhul silahlar ile ilgilendiği bilinmektedir  (Ergenekon davasında Ümit Oğuzhan’ın ifadesinde bunlar mevcuttur).

İfade ettiğimiz gibi açıklamaya çalıştığımız ve açıkça görüldüğü gibi Özal’ın planı adı konulmayan kanlı bir darbe ile tasfiye edilmiştir. Özal’ın tasfiyesi Türkiye’yi kanlı ve karanlı bir girdaba soktu. Bu kanlı ve karanlık girdaptan ortaya 28 Şubat çıktı. İşte Ergenekon rotası şaşırtılan Türkiye’nin Kürt meselesinde çatışmaya dayalı çözümünde vazife ve inisiyatif almış bir organizasyondur. Sorun bu ekibin daha sonrasında vazifesinin dışında ve üstünde inisiyatif almak istemesinden çıkmıştır. Daha da ilginci Ergenekoncuların da Balyoz başta olmak üzere diğer darbeleri planlayanlarında içe kapalı, küresel akıntılara ters düşen Baasçı bir anlayış taşımaları da onların neden tasfiye sürecine tabi tutulduklarını da açıklamaktadır. Bu zihniyetin anlamadığı bu bölgede birilerinin bu anlayışa hayat alanı açmayacağı aşikar değil mi? Özgün Duruş-Ali Alptekin

 

Etiketler :