Diyarbakır ne konuştu medya ne anladı?

Diyarbakır ne konuştu medya ne anladı?

Bazı medya kuruluşları Diyarbakır’da yaptığım konuşmanın içinden yalnızca “geri zekâlı”, “anadil” ve “değiştirilemez maddeler” ibarelerini ‘anlayabildi’. Salonda bulunan hiç kimsenin görmediği sonuçları çıkardı. Korumaya çalıştıkları darbe düzeninin esas

Doç. Dr. OSMAN CAN

Anayasa Hukukçusu

Geçen hafta sonu Yeni Anayasa Halk Toplantıları Platformu’nun davetlisi olarak Diyarbakır’da bir toplantıya katıldım. Bildiğim kadarıyla Türkiye’nin tüm illerinde yapılacak halk toplantılarının Edirne’den sonraki ikincisiydi. Üç konuşmacı vardı ve üçüne tanınan toplam süre 30 dakikaydı. Ancak halkın konuşması üç buçuk saati buldu. İsteyen Kürtçe, isteyen Zazaca isteyen de Türkçe konuştu. Kürtçe ve Zazaca tercüme edildi. Zaten bu platformun farkı da burada yatıyor. Uzmanlar yalnızca halkın kendini ifade etmesine yardımcı olacak, esas itibariyle halk konuşacak ve halkın talep ve beklentileri yeni anayasanın temel ilkelerine ve referanslarına dönüşecek. Bu yöntem belki de Türkiye tarihinde hiç olmayan bir yapısal dönüşümü başlatacak. Bugüne kadar halkın kendi anayasasını yapmadığını, yalnızca ya padişah veya darbecilerin fermanlarının anayasa diye dayatıldığı gerçeğini dikkate aldığımızda, bu yöntemin devrim niteliğinde olduğunu kabul etmek gerekir.

Umut Diyarbakır’dan yükselir

Diyarbakırlılar bu konuşma sırasında çok önemli olduğunu düşündüğüm saptamalar yaptılar. Örneğin bu anayasada aslında Türklerin de olmadığı, anayasanın onların dahi iradesini yansıtmadığını duydum. Bir diğeri, dünyada iki farklı kanun olduğunu, bunlardan birinin ilahi, diğerinin beşeri olduğunu dile getirdikten sonra, Türkiye’deki anayasa ve yasaların ne ilahi, ne de beşeri olduğunu ifade etti ve büyük bir alkış aldı. Bir genç Türkiye’nin ümit verdiğini, demokrasiye gebe olduğunu (biraz da dinleyicilerden özür dileyerek) “çirkin bir kadın olsa da, güzel bir çocuk doğuracağını” söyledi. Bu ifadeyi kullananların Türkiye ile duygusal bağı kalmamış denilen gençler olması hem şaşırtıcıydı, hem de umut verici... Türkiye’nin artık Ankara’nın kontrol edemeyeceği büyüklüğe ve karmaşıklığa kavuştuğunu dile getiren bir genç, ülkede 80 yıldır çığlıkların dinmediğini, buna Türklerin de dâhil olduğunu ifade etti. Dersim katliamında asılan Seyit Rıza’nın “Ben sizin hile ve yalanlarınızdan bıktım bu bana derd oldu, size karşı boyun eğmedim bu da size derd olsun” sözüne atfen, artık kandırılmak istemediklerini ve gerçekten demokratik bir anayasayı arzuladıklarını söyledi. Bir söz çok çarpıcıydı: “Ülkelerin türkülerini yapanlar kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür. Kanunları yapanlar nerede şimdi? Ancak türküleri yapanlar unutulmuyor”... “1876’dan beri bu ülkede kanun ve anayasa ile birlikte postal sesi duyduk. Her bir anayasa postal sesine eşlik ediyordu. Şimdi halkın anayasasını tartışıyoruz, alışamadım, her an bir postal sesi duyar mıyım diye endişeleniyorum. Ama bu defa galiba postal sesini duymadan bir anayasamız olacak. Ümitliyim!” ifadelerinin ise bölge insanın psikolojisini çok net yansıttığını düşünüyorum. İtiraf edeyim ki Diyarbakır’ı İstanbul veya Ankara’nın anlamak istediğinden çok farklı gördüm. Talepler oldukça rasyoneldi. Bu ülkeye, bu topraklara, tarihe ve kültüre sahip çıkma iradesi çok netti. Ankara’nın sorun kaynağı gördüğü Diyarbakır, aslında Türkiye’nin şansıdır...

Kısaca Türkiye sadece konuşmuyor. Türkiye talep ediyor.

Ve biz konuşmacılara düşen görev, halkın bu şekilde özgürce konuşmasına imkân sağlamaktı. 10 dakikayla sınırlı konuşmamın ana hatlarını şu şekilde belirlemiştim: Anayasa nedir? Bir ülkedeki devlet yapısını ve iskeletini düzenleyen temel metindir. Devlet ise vatandaşların hayatını kolaylaştırmak amacıyla üretilmiş bir kurumdur. Kutsiyeti yoktur. Yüce değildir. Olmamalıdır. Anayasayı ortaya koyan irade, devletin kimin çıkarlarının bekçisi olacağını da belirler.

Küçük bir zümre tarafından üretilmiş bir anayasa, bu küçük zümrenin çıkarını gerçekleştirmeye programlıdır. Asker tarafından üretildiyse, askeri ülkenin efendisi yapmanın ‘hukuk’sal aracıdır. Tek parti rejimi tarafından üretilmişse, tek bir partinin ideolojisini egemen kılmanın aracıdır. Devlet aygıtı, yargısı, bürokrasisi, askeri ve polisi itibariyle bu ideolojinin taşıyıcısı haline gelir. Varlık nedenini ideolojiye dayandıran bir anayasa, toplumu tek tipleştirmek zorundadır. Bu nedenle farklılıkları asimile etmek, gerektiğinde yok etmek, sürgün etmek, inkâr etmek zorundadır. Bu kaçınılmazdır. Halk tarafından üretilmeyen bir anayasanın ‘halkın’ ortak çıkarını amaçlaması pek mümkün değildir. Bunun örneğine pek rastlanmaz.

Halka danışılmadan anayasa yapılmaz

Halkın üretmediği bir anayasa, toplum sözleşmesi olmaz. Bu ülkede bu nedenle henüz barış yapılmamış. Tek parti diktatörlüğü ve ardından askeri diktatörlüklerinin dayattığı ideolojik yapılanmalara tahammül etmek zorunda bırakılmış.

Bu ülke insanlarına nasıl yaşamak istedikleri, hangi şartlar altında birlikte yaşamak istedikleri, nasıl bir devlet yapısı arzuladıkları, kendi özgürlüklerine ne oranda müdahaleye izin verdikleri sorulmamış. Hangi dili veya dilleri resmi dil ilan edecekleri sorulmamış. Federasyon, özerklik, dil, bölge, inanç, ibadet, kültür, eğitim, müzik vs ne varsa, hiçbiri hakkında halka soru sorulmamış, halkın onayı alınmamış.

Bu ülkenin merkeziyetçi bir yapıya sahip olması gerektiği halka sorulmamış. Bu ülkede yaşayan insanların hangi şartlar altında vatandaş olup olamayacakları sorulmamış. Bu ülkede devletin hangi dini, dinin hangi mezhebini, hangi yorumunu esas alacağı sorulmamış.

Ne Türk olabildik ne de Kürt

Elinde silah bulunduran birileri tüm bu konularda Ankara’da oturup karar vermiş, 100 yıl boyunca toplumun buna sadakat göstermesi istenmiş. “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” denmiş, adeta devletin millet olmasa da var olabilecek kutsal bir irade olduğu kabul edilmiş, buna aykırı olan özgürlüklerin yok sayılacağı ifade edilmiş. Başkent şurası olacak, şu veya bu ilkelere sadakat gösterilecek denmiş.

Ana dilinizin ne olacağına anneniz değil, Ankara’daki birileri karar vermiş. Danışma Meclisi’nin hazırladığı taslakta dahi yer almayan bu ifade beş geri zekâlı darbeci generalden oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından darbe anayasasına konmuş.

Bu ülkede biz hiç olmadık. Kürt olmadı, Türk olmadı, ‘insan’ idi ‘öteki’ kılınan. Biz bize uygulanacak kuralları yapmadık. İrademiz adeta işgal edildi. Artık bize ait kararların bize, halka sorulması aşamasına geldik. Daha doğrusu, halka sorulmasını bırakın, halkın oturup bunları karara bağlaması, yani kendi sözleşmesini yapması aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Mağdur yok artık. Hep birlikte sesimizi yükselteceğiz ve Ankara’ya duyuracağız. Bu ülkenin kaderini darbecilere ve onların izdüşümlerine bırakmayacağız. Bu ülkenin barışı bizim elimizde!”

Bazı medya kuruluşları ise bu konuşmanın içinden yalnızca “geri zekâlı”, “anadil” ve “değiştirilemez maddeler” ibarelerini ‘anlayabildi’. Salonda bulunan hiç kimsenin görmediği sonuçları çıkardı. Kendi zihin dünyalarındaki şablona göre anlamlandırarak farklı bir medya operasyonuna imza atmaya çalıştı. Korumaya çalıştıkları darbe düzeninin esas itibariyle onlara da zarar vereceğini görmedi, görmüyor. Ancak darbe düzeniyle sorunu olmayanlar dâhil olmak üzere herkesin özgürlüğünü sağlayacak bir anayasa talebi ve mücadelesi devam edecektir.   Star-Açık Görüş               

anayasa@yahoo.de 

Etiketler :