Emrullah Hatipoğlu’na sorduk!

Emrullah Hatipoğlu’na sorduk!

“İnsan olmak ve insan kalmak için İslam…” dedi.

Sultan I. Ahmet tarafından mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılan Sultanahmet Camii’nin, tarihî ve kültürel anlamda muazzam bir değer taşımakta olduğunu hepimiz biliyoruz. 20.000’ni aşkın İznik çinisiyle bezenmiş yapısıyla ve maneviyatıyla turistleri bile cezbeden bu tarihî caminin beyne’l-milel bir ilgiye mazhar olduğu aşikâr…

Ayrıca Ramazan’ın başlamasıyla Sultanahmet Camii, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin projelerinden biri olan tarihî bir geleneğe şahitlik etti: Enderun usûlü teravih ve cumhur müezzinliği geleneği… Ramazan boyunca bu gelenek 30 camide icra edilecek.

32 yıldır Sultanahmet Camii’nin imam-hatibi Emrullah Hatipoğlu Hocamız’la; Sultanahmet Camii, Ramazan ve enderun usûlü teravih hakkında çok kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.

Sultanahmet Camii’nde sizin de şahit olduğunuz, İslam’la müşerref olan birileri olmuştur muhakkak... Mesela?

Mesela ilk defa İstanbul’a gelip ezanı duyduktan sonra müslüman olan Amerikalı bir aileyi hatırlıyorum. Aynı zamanda etkilenen çok insan var. Nasıl? Bunu siz de her zaman görebilirsiniz. Burada çift ezan okunur. Dışarıda turistlere baktığınız zaman bazıları çok büyük dikkatle dinler, ona odaklanır. Birisi namazı görür, etkilenir hidayet bulur. Bir Cuma gününü düşünün, hocaefendi “Allahuekber” dediği anda yüzlerce insan ona katılıyor. Bu ibadete ilk defa şahit olan birisi için bu müthiş bir şey… İşte kalpler, dimağlar bir noktaya odaklanıyor ve manevi bir bütünlük cereyan ediyor.

(+)

Sultanahmet Camii’nin giderilmesi gereken ihtiyaçları var mı?

Bütün tarihî camiler bakıma muhtaçtır. Sultanahmet Camii dünyaya hitap eden, tarihî konumu itibariyle müstesna bir cami… Hitap ettiği kitleler itibariyle çok önemli. Hem müslümanlara hem de İslam dışı insanlara hitap ediyor. En çok turist buraya geliyor. Dünyanın hemen hemen her kesiminden cemaat bulursunuz burada. Tam manasıyla beyne’l-müslimîn ve beyne’l-milel bir yapı hâkimdir. Dolayısıyla muhafaza edilmeye daima ihtiyacı vardır.

Özellikle turistlerin Sultanahmet Camii’ne rağbet etmesi, diğer camilerden nasıl bir farkı olduğunu gösteriyor?

Tabii bir yönlendirme de var. Caminin kendi bir cazibesi var, ‘Blue Mosque’nun bir cazibesi var. Yabancı olarak gittiğiniz yerde en çok neyi tanıtırlarsa siz de onun etkisinde kalırsınız. Bu haklı bir tanıtım olur, hak etmiştir. Bir de (af buyurun) şişirilmiştir. Çok değeri yok ama fazla propaganda yapıldığı için… Fakat burası öyle değil. Sultanahmet’e gelen bir daha gelmeyi arzu ediyor. O yüzden burası tanıtımı “hak ediyor” diyorum. Ayrıca bu rağbet, bu camiyi yapana Allah’ın bir ödülüdür. Öyle ihlaslı bir sultan yaptırdı ki… Rabbimiz onun ödülünü sadece ahirette değil, dünyada da veriyor. İstanbul’da bundan daha şöhretli camiler var ama bu kadar ziyaretçisi olan pek yok. Süleymaniye muhteşem bir eser ama Sultanahmet kadar yoğun olmuyor. Belki bölgenin yani bütün tarihî eserlerin birbirine yakın olmasıyla etkisi var ama Sultanahmet Camii’nde farklı bir zarafet hâkim.

(+)

Turistlerin rağbeti camideki cemaati olumsuz etkiliyor mu?

Yok. Ziyaretçi cemaatimiz de artıyor.  Normal cemaate gelenler de nihayetinde artabiliyor.

Gençlerin ve medyanın Ramazan ve cami algısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de cemaatte bir gençleşme vardır. Medya zaten halkın ilgisini görünce o da ilgi gösteriyor. Gazetelere bakıyorsunuz, Kur’an-ı Kerim mealleri veriyor, Ramazan sahifeleri hazırlanıyor. Televizyonlar Ramazan münasebetiyle iftar ve sahur programları hazırlıyor. Bu neyi gösteriyor? Marifet iltifata tâbidir. Yani ilgi bilgiye götürüyor. Halk camilere ve değerlerine ilgi gösteriyor, birileri de “burada bir şey var” diyor. Camilerde yapılan ibadetler sayesinde sosyal yapı güçlenir, herkes tek vücut haline geldiğini burada hisseder. Ki Ramazan ayında bu duyguları daha yoğun yaşıyoruz. Toplumdaki manevi ilgiye medya da ortak oluyor bir şekilde. Bu da İslam’ın yüceliğindendir. Kendini kabul ettiriyor.

Mesela güneş tutulması hadisesi… Bütün dünya aynı anda buna odaklanabiliyor, bu mucizevî hadisenin görüntülerinin peşine takılıyor. İşte İslam da yüceliğinden ötürü cezbediyor, birileri dinimizin farkına varmayı artık mecburî bir vazife sayıyor.

Bu yıl 30 camide ilk defa Enderun usûlü teravih ve cumhur müezzinliği geleneği ihya edildi. Bundan kısaca bahseder misiniz?

Enderun usûlü teravih geleneği şudur; eskiden saraylarda, paşa konaklarında icra edilen teravihlerde değişik usûller, makamlar ile bir icrâ gerçekleştirilir. İlahiler, salat u selamlar, Kur’an tilaveti olur. Teravihlerin her dört rekatı bir makama göre icra ediliyor. Bu hem dinlendirici bir nitelik taşıyor, hem de cemaat namaza daha bir yoğunlaşma ve takip etme imkânına sahip oluyor. Teravihin kaçıncı sırasındayız, makamdan bile anlayan varmış vaktiyle…

(Tam bu suali yönelttiğimiz sırada Ahmet Şahin Hocamız teşrif ettiler. Kendileri bu geleneği icra edenlerdendir.)

Sırf Ramazan boyunca değil, Ramazan sonrasında da neleri fark edebilmeliyiz sizce?

Hiç güneşsiz hayat olur mu? Bizim manevi hayatımızın güneşi de İslam’dır. Kur’an bu manada Allah’ın “nur indirdik” dediği bizim manevi dünyamızın güneşidir. Müslüman varlığımızın, kişiliğimizin devam etmesi Kur’an’la olan bağlantımızla mümkündür. Güneş yalnız bir ay bize doğmuyor. 365 gün değil mi? Müslüman olarak da, biz mevsimlik müslüman değiliz. Bir aylık müslüman değiliz. Ramazan dışında da Ramazan içinde olduğu gibi bu ihtiyacı duyar isek, Ramazan’da yaşayacağımız güzelliklerin sürekliliğini sağlamış olacağız. Ramazan bir rahmet ayı çünkü… Düşünün artık… Zenginler fakirleri mecburen hesaba katacaklardır. Zekât bu maksatla emredilmiş. Böylece ihtiyaç sahibi birisinin Allah’a karşı saygısı, inancı artacak, hem de o zekâtı veren zengine karşı düşmanlık beslemeyecek. Çünkü servet düşmanlığıyla başlıyor her şey… Her zaman için fakirlerin olduğu iftar sofraları makbuldür. Aç-susuz, muhtaç olan insanlar aranacak ki bulunsun, onlar memnun edilsin.

İslamsız insanlık hayatı olmaz. Bütün değerlerimiz İslam’la mümkündür. Yeme-içme işini bütün hayvanlar yapıyor. Hayatı böyle gördüğümüz zaman onlardan bir farkımız olmaz. İnsan “insan” olabilmek, “insan” kalabilmek için daima İslam’la yoğrulmalıdır. Ramazan Müslümanlığı olmamalı yani.

Bizim kaynağımız Kur’an-ı Kerim ve Rasulullah’ın sünnetidir. Onlara sarılalım inşallah. Ve ilim erbabını da dikkate alalım. Bir turist İstanbul için bir rehbere muhtaçtır da, ya insan… Rehbersiz olmaz. Ve bizim rehberimiz Peygamber’dir. Âlimler de onun mirasçıları… Ramazan-ı şerif mübarek olsun ve hayırlar getirsin.

 

Hatice Algın - dunyabizim.com

Etiketler :