"Her an darbe olabilir."

"Her an darbe olabilir."

Hasan Celal Güzel'den habername.com'a çok özel açıklamalar... Kemal Bozkurt'un Hasan Celal Güzel röportajını mutlaka okuyun.

Hasan Celal Güzel: “Her an darbe olabilir.”

Kemal Bozkurt
Habername/Özel

Türk siyasetinin ve entelektüel dünyasının en önemli isimlerinden biri olan Hasan Celal Güzel, son siyasi gelişmelerle ilgili olarak habername.com'a çok özel açıklamalar yaptı. Hasan Celal Güzel, Türkiye gündeminin değerlendirildiği söyleşide, Menderes-Demirel-Özal-Erdoğan çizgisinin özelliklerini açıkladı, bu çizgiye karşı yapılan askeri ve hukuki darbelerin tarihine ışık tuttu. Son derece çarpıcı açıklamaların yer aldığı bu röportajın ilk bölümüyle sizleri baş başa bırakıyoruz.


“Menderes, Özal, Erdoğan aynı çizgide siyasetçilerdir. Demirel, bu çizginin kırılma noktasıdır.”

“Demirel, 28 Şubat'ta darbecilerle beraber oldu.”

“Yargının siyasallaşması, çok partili hayatta, Yassıada Mahkemeleri ile başladı ve halen de devam ediyor. ”

“Türkiye'de askeri darbe dönemi kapanmadı, her an darbe olabilir.”

“Menderes, Özal, Erdoğan'ın ortak özellikleri, milletin egemenliği, piyasa ekonomisi ve inanç özgürlüğünü savunmalarıdır.”

“Askeri darbeler dönemi devam ederken, bir de başımıza yargı darbesi dönemi çıktı.”

“Danıştay ve Anayasa Mahkemesi, yasama ve yürütmenin önündeki iki büyük engeldir.”

“İdeolojilerine ve peşin hükümlerine göre davranan savcılar var.”

“Menderes, Özal, Erdoğan aynı çizgide siyasetçilerdir. Demirel, bu çizginin kırılma noktasıdır. Demirel, 28 Şubat'ta darbecilerle beraber oldu.”


Rahmetli Özal'ın Anavatan Partisi ile Tayyip Erdoğan'ın Ak Partisi arasında, parti kimliği açısından ne gibi farklar, benzerlikler var, karşılaştırır mısınız?

Aslında, merhum Menderes'in 14 Mayıs 1950'de iktidara gelmesinden itibaren, belli bir çizgi var Türkiye'de. Bu, halkın çok büyük çoğunluğunu temsil eden çizgidir. Bu çizgi kırılarak da olsa devam etti. Menderes, Demirel, Özal, Erdoğan.. Demirel'i bunun haricinde tutmak lazım. Çünkü özellikle 28 Şubat'ta darbecilerle beraber olduğu için, bu çizgide çok büyük bir kırılma meydana geldi. Ama Menderes, Özal, Erdoğan çizgisi gerçekten birbirini takip eden bir çizgi.

Bu çizgi, milli iradeye dayanıyor, halkla daha yakın, piyasa ekonomisini takip ediyor, halkın inancına değerlerine saygı gösteriyor. Bu noktada, Rahmetli Özal'la Tayyip Bey arasında çok büyük benzerlikler var; tabii ki farklılıklar da var.

Rahmetli Özal, Tayyip Bey'e göre daha tecrübeliydi. Tayyip Bey, politikada gayet tecrübeliydi ama devlet tecrübesi yoktu. Ama Tayyip Bey çok kısa zamanda kendisini yetiştirmesini bildi. Zeki ve kabiliyetli bir insan. Eksiklikleri telafi edebiliyor. Şu anda başlarına gelenler de birbirine benziyor. Özellikle Merhum Menderes, bu konuda en büyük mağduriyete, mazlumiyete düçar olan bir kişidir malum. Sayın Demirel arada sırada gidip gelmiştir, şapkayla beraber bildiğiniz gibi. Merhum Özal'ın ise herhangi bir askeri müdahaleye maruz kalmama şansı olmuştur.

Recep Tayyip Erdoğan, ne yazık ki 2007'den itibaren belirli zorbalıklarla karşı karşıya kalıyor. 27 Nisan'da maruz kaldığı muhtıra, bunlardan müşahhas olanlardan biridir. Bu arada onun döneminde, sonradan Nokta dergisinde de ortaya çıktığı gibi birtakım antidemokratik darbe hazırlıklarının olduğunu biliyoruz.

“Menderes, Özal, Erdoğan halkın içinden geldi.”

Bu üçünü karşılaştırdığımızda, sizin açınızdan hangi özellikleri öne çıkıyor? Menderes, Özal, Erdoğan; kısa bir karşılaştırma yapar mısınız?

Gayet tabii. Bir defa, benim ilk nazarda aklıma gelen, her üçünün de halkın değerlerine, inançlarına saygılı olması ve onları paylaşması. Bu özellikleri çok önemli ve müşterek bir özelliktir. İkincisi, her üçü de halkın içinde bulunan, halk çocuğu diyebileceğimiz kimseler. Bunlarla beraber olmuşlar. Özellikle bu unsur, merhum Özal'la Sayın Başbakan'da kendisini daha fazla gösteriyor. Merhum Menderes, biraz daha ağaoğlu, daha çiftlik sahibi ve hatta zengin ve CHP aristokrasisinin içinde başlangıçta yer almış, amma inanılmaz bir şekilde halkla kucaklaşmasını bilmiş bir şahsiyet. CHP'liler onu tenkit ederken, sanki bugün tenkit edilecek şeymiş gibi “devamlı tebessüm eden kişi” derlerdi. Evet, devamlı tebessüm ederdi. Onu ben çocukluğumda hatırlıyorum; yanaklarını sıkasım falan gelirdi, bu derece sempatikti.

Ben de rahmetli Özal'da aynı duyguya kapılıyordum…

Özal da öyleydi.. Üçüncü özellikleri, gerçekten temel hak ve hürriyetlere üçü de çok önem vermiştir. Bu arada piyasa ekonomisini uygulama konusunda birbirlerine benzerlikleri vardır.

Peki “Özal Menderes'i, Erdoğan da Özal'ı takip ettiler” diyebilir miyiz?

Diyebiliriz. Merhum Özal, sık sık bana Menderes'ten, onu ne kadar takdir ettiğinden bahsederdi ve Menderes'in hürriyetçi ülküsüne o da uyardı. Ama ben birçok bakımdan merhum Özal'ın Menderes'i de aştığına inanan biriyim. Sayın Erdoğan'a gelince, gerçekten rahmetli Özal'dan birçok bakımdan ders alıyor ve onu bazı konularda takip ediyor.

“Askeri darbeler dönemi devam ederken, bir de başımıza yargı darbesi dönemi çıktı.”

Hasan Bey, günümüze dönecek olursak, “Türkiye'deki askeri darbeler dönemi kapandı, yargı darbesi dönemi açıldı” diyebilir miyiz?

Hayır diyemeyiz. Şöyle söyleyebiliriz: “Askeri darbeler dönemi devam ederken, bir de başımıza yargı darbesi dönemi çıktı” diyebiliriz. Bunu bu şekilde ben tashih edeyim. Çünkü ben ne yazık ki askeri darbeler döneminin kapandığı kanaatine iştirak etmiyorum. Şu anda bile benim istihbaratıma göre, Silahlı Kuvvetler içinde darbeci olanlar var ve birtakım hazırlıklar içinde bulunuyorlar. Ben bunu hep söyledim. Daha önce de söyledim. Nitekim Nokta Dergisi'nin yayınladığı hatıratta bu açıkça ortaya çıkmıştır. Şu anda da bu vardır.

Yargı darbesi diye halkımızın söylediği darbeye gelince, ne yazık ki Türkiye bu konuyla yeni karşılaşmıyor. Yargının siyasallaşması konusu ta 27 Mayıs'a kadar dayanıyor. Yassıada Mahkemeleri yargının siyasallaşmasının bir nirengi noktası, bir başlangıcıdır. Bundan önce de İstiklal Mahkemelerinin siyasallaşması var. Ama esas demokratik dönemde yargının siyasallaşması, Yassıada Mahkemeleri ile olmuş, ne yazık ki devam etmiştir.

“İdeolojilerine ve peşin hükümlerine göre davranan savcılar var.”

Peki 1971'den itibaren ne gibi gelişmeler yaşandı?

1971 Mart'ından sonra, 12 Eylül'den sonra sıkıyönetim mahkemelerinde de bu siyasallaşma etkilerini görürsünüz. Ama en kötüsü de 28 Şubat'ta meydana gelmiştir. Genelkurmay Başkanlığı'nda, Batı Çalışma Grubu cunta kuruluşlarına davet edilen yüksek yargı kuruluşlarının başkan ve üyeleri ile Ankara'daki savcı ve hakimler, adeta bir beyin yıkamasına tabi tutulmuşlar, kendilerine defaatle irtica brifingleri verilmiş ve bu brifingler çerçevesinde icraatta bulunmaları istenmiştir.

Bu açıkça yargının siyasallaşması vetiresidir, prosesidir. Bu prosesten geçen savcı ve hakimler, daha sonra hukuku uygulamak yerine, yargının görevi yürütülmekte olan hukuku uygulamaktadır, yani kanunları uygulamaktır. Bu defa kendi ideolojilerine ve peşin hükümlerine göre davrananlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Nitekim Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıları nesli böyledir. Vural Savaş, Sabih Kanadoğlu, ondan sonra Nuri Ok ve nihayet şimdi Ak Parti'yi kapatma davasını açan Abdurrahman Yalçınkaya. Yeni Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük bir kısmının siyasallaşmış yargının örneğini teşkil ettiğini görüyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye'de bu mekanizmaya artık hukuk denmez. Bu kişilere de savcı ve hakim denilmesi zordur. Çünkü artık o tarafsızlığı ve bağımsızlığı kaybetmiş durumdadırlar.

“Danıştay ve Anayasa Mahkemesi, yasama ve yürütmenin önündeki iki büyük engeldir.”

Özal ve Erdoğan çok güçlü ve tek parti iktidarı olarak göreve geldiler. Her ikisi de yargının siyasallaşmasını önleyici tedbirler almadılar mı, yoksa güçleri mi yetmedi?

Özal'la evvela başlayalım. Zaten benim esas konuşmam gereken devir de o devir. Çünkü ben o dönemde Başbakan Müsteşarlığı ve Bakanlık'lar yapmıştım. Özal döneminde de yargının tarafsız olduğunu söyleyecek değilim. Gayet tabii bunu söylerken, Türkiye'de tarafsız hakim ve savcılar her zaman olmuştur, müessesenin kendisine söylemiyorum.

Özal döneminde bizim sıkıntımız özellikle Anayasa Mahkemesi ile olmuştur. Reformları yapacakken Anayasa Mahkemesinin kanunları iptali ile karşı karşıya kalmışızdır. Bunu mümkün olduğu kadar Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerini ikna ederek aşmaya çalıştık. Bazen de yeniden değişiklikler yapmaya, Anayasa'yı değiştirmeye gayret ettik. Bu şekilde yaptık. Ama onun ötesinde yargının siyasallaşması, mahkemelere kadar intikal etmiş değildi.

Bir de Danıştay'da bu problemi görüyorduk. Danıştay ve Anayasa Mahkemesi zaten 1961 Anayasası'nda ve 1982 Anayasası'nda aynı espride devam etmişti. Yürütmenin ve yasamanın başına getirilmiş birtakım kurumlardır bunlar. Bunu değiştirebilmek konusunda Özal'ın talimatı olmuştur. Ülkedeki hakim sistemin değişmesi amacıyla, o dönemde çeşitli alternatiflere göre 35 maddelik bir Anayasa hazırladık,. Bunun içinde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı da yeniden düzenleniyordu. Bu şekilde kökten değişiklik yapma ihtiyacı hissetmişti ama ne yazık ki bu Özal'a nasip olmadı.

DEVAMI VAR

İkinci bölümde;
Başbakan Erdoğan, nasıl bir darbeye maruz kaldı?
28 Şubat süreci devam ediyor mu?
Anayasa Mahkemesine ihtiyaç var mı?
Ak Parti kapatılacak mı?

Kaynak:Haber Kaynağı