Hükümet yargı oligarşisini aşmalı

Hükümet yargı oligarşisini aşmalı

Kurtulmuş: Danıştay’ın son olarak aldığı başörtüsü kararı için “Yanlış bir karar, kabul edilemez. Bu kararda öncelikle hukuki bir yanlışlık var. Bu Danıştay’ın vazifesi değil” diyen Kurtulmuş, “Bir yargı oligarşisi var. Hükümet bunları aşmak zorunda” ded

Yurt gezilerini  sürdüren Halkın Sesi Partisi (HAS Parti) Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’la Düzce’deki programı sırasında konuştuk. Yüksek yargıdaki sorunlardan yeni anayasa tartışmalarına kadar pek çok konuda sorularımıza cevap veren Prof. Kurtulmuş, 12 Haziran’da ‘çift sandık’ önerisinde ısrarlı.

Yurt çapındaki gezileriniz devam ediyor… Halkın ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Programlarımız çok verimli geçiyor. Halkın büyük bir ilgisini görüyoruz. Bizi ilgi ve alakayla takip ettiklerini görüyoruz.

Kendinize ne kadar şans tanıyorsunuz?

Ben bunları konuşmayı uygun bulmuyorum. Temkinli davranmak gerektiğine inanıyorum ben. Ama halk bizi gönül defterine yazmış ve muktedir siyasetin merkezi olarak görüyorlar. Biz de bütün hazırlıklarımızı iktidar olmak üzerine yapıyoruz. Şu anda 22 tane çalışma grubumuz var. Arkadaşlarımız dış politikadan savunmaya kadar geleceğe ilişkin çalışmalarımızı ‘gölge bakanlar kurulu’ gibi devam ettiriyorlar. Kamuoyundaki var olan takdirin en kısa zamanda tasvibe dönüşeceğini düşünüyorum.

Danıştay’ın ALES sınavındaki başörtüsü kararı çok konuşuldu. Bunun anlamı nedir?

Fevkalade yanlış bir karar… Antidemokratik bir karar, kabul edilemez… Biz uyarılarımızı hep yapıyorduk. Bu kararda öncelikle hukuki bir yanlışlık var. Danıştay, bir İdari Yüksek Mahkeme olarak, idarenin kararlarında yerindelik denetimini yapacak bir kurum değildir. Bu Danıştay’ın vazifesi değil. İkincisi ise ne demokrasi bakımından, ne bireysel hak ve özgürlükler bakımından, ne kadın hakları açısından, ne de inanç özgürlükleri açısından savunulacak bir tarafı yok. Biz artık 21’inci yüzyılda hiçbir kimsenin devlet karşısında ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edilmediği özgür bir Türkiye’nin inşasından yanayız. Kadınlar ve erkekler, inancı, mezhebi, meşrebi dolayısıyla hiçbir kimsenin kamudan hakkını alamaması doğru değil. Türkiye’nin bunları aşması lazım. Üçüncü olarak da Türkiye’de gerginliklerin, tartışmaların azalması bakımından fevkalade zararlı bir karar.

Hızlı bir yargı reformuna ihtiyaç var

Yüksek yargı çok tartışılıyor. Yüksek yargıya hakim zihniyeti ve sizin yargıya ilişkin projelerinizi sormak istiyorum.

Bir yargı oligarşisi var. Eksik olmakla beraber 12 Eylül’de bir adım atıldı. Türkiye’nin yapması gereken; Hizbullah meselesinde de bir daha gördük ki, bu ülkede ‘Türkiye’de bu yargı sisteminde adalet yok kardeşim’ duygusu yaygınlaşırsa toplum çöker. ‘Adalet mülkün temelidir’ sözü de sırf bunun için söylenmiş. Dolayısıyla adaletin zamanında temin edilmesi çok önemlidir. Türkiye’de çok hızlı bir yargı reformuna ihtiyaç var. Bunun da birkaç yönü var; birincisi yargı oligarşisi dediğimiz yargının teknik olarak düzeltilmesi ve millet egemenliğini engelleyecek yargı düzenlemelerinin bir kenara bırakılması, ikincisi de yine mahkemelerin üzerindeki iş yükünün azaltılması…  Üçüncüsü de yasaların muhtevasını değiştirmek gerekiyor. Bazı yasalar var ki seçim yasası, toplu görüşme yasası gibi 12 Eylül 1980 darbesi ruhunu taşıyan yasalar... Anayasamız, 1980’den bu yana birçok değişiklik geçirmesine rağmen halen 12 Eylül ruhunu taşımaktadır. Bütün bunları kim yapacak? Hakimler, savcılar, vatandaşlar yapmayacak, Meclis yapacak. Bundan da bu konuları bizim kadar konuşmasına rağmen yargı reformunu yapmayan hükümet sorumludur. Mutlak bir iktidar var, yeni değil 8 senedir iktidarda… Birçok şeyi yapıyor ama bunu yapmıyor. ‘Efendim direnirler…’ Direnirlerse, dönersiniz millete, Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaptığınız gibi milletten güç alırsınız. Hükümetin, 12 Eylül 2010 referandumundan sonra hiçbir şekilde mazeret üretme hakkı kalmamıştır.  ‘Yapacaktım, ama yaptırmadılar…’  Bunları aşmak zorundalar…

12 HAZİRAN’DA İKİ SANDIK İSTİYORUZ

Siz 12 Haziran’da milletin önüne iki sandığın konulması önerisinde bulundunuz. Bunda ısrarlı mısınız?

Biz şunu söylüyoruz: Tanzimat’tan beri bu ülkede ana tartışma anayasayı kimin yapacağı sorusudur. Türkiye’de iki güç anayasa yapar; ya askeri bürokrasi ya da Avrupa yanlısı siyasi bürokrasi… Bunu hep gördük. Bu açıdan bakıldığında 12 Eylül 2010 tarihini ben bir dönüm noktası olarak görüyorum. Bundan sonra Türkiye’de anayasayı millet yapar.

Peki nasıl olacak?

Parlamentoda kavgalar başlıyor bitmiyor, kaldı ki meşru olmasına rağmen temsil gücü eksik bir parlamento… Eğer samimiyse, sadece kendine demokrat değilse, biz bu açıdan hükümete iki şık sunuyoruz. Ya siyasi partiler seçim yasasını, Meclis iç tüzüğünü değiştirmeliler ya da bizim baştan beri teklif ettiğimiz Anayasa Meclisi’ni yapacaklar. Doğrudan millet tarafından dar bölge sistemiyle çift turda seçilen anayasa yapacak bir heyetin oluşturulması gerekiyor. Toplumun bütün kesimleri burada temsil edilecek. Biz bunu referandum öncesinde de dile getirdik; hem millet önünde hem de iktidar partisine… Ama o zaman sayın Başbakan bize “Bunlar olmaz. Böyle şey mi olur” gibi şeyler söylemişti. Şimdi sayın Başbakan “Anayasayı anayasacılar değil millet yapacak” diyor. Görüyorum ki Başbakan bizim durduğumuz yere gelmiş de nasıl olacağını söylemiyor. Bu, Burhan Kuzu veya bir başkası vasıtasıyla olacak iş değil. Doğrudan millet tarafından yapılması lazım. Çok net söylüyorum: Türkiye ya bahsettiklerimizi hayata geçirir ya da anayasacılık oynamaya devam eder.

Bireysel özgürlükler konuşulmalı

Geçtiğimiz aya eyalet ve çift dillilik tartışmaları damgasını vurmuştu… Bu konuda ne diyorsunuz?

Türkiye’de siyasi özerklikler değil, bireysel özgürlükler konuşulmalıdır. Zaten sistemin yapısı bürokratik oligarşi iken verilecek olan özerklikler halka ilave özgürlükler kazandırmaz, tersine yeni feodal düzeni ortaya çıkartır. Bizim tercihimiz devletin hiçbir korkuya kapılmadan vatandaşlarına özgürlüklerini doya doya yaşatmasıdır. Bunu yapan irade insanına ‘Hazreti İnsan’ gözüyle bakmalıdır. Ayrıca İl Meclisleri açılmasını öneriyoruz. Bütün illerin, güvenlik, adalet ve savunma dışındaki bütün kararlarını kendisinin vermesini düşünüyoruz. Bunun için de İl Genel Meclisleri’nin Belediye Meclisleri ile bütünleştirilerek ‘İl Meclisleri’nin oluşturulmasını istiyoruz. Bunun için de merkezi bir denetim için ‘Yerel Yönetimler Bakanlığı’ gerekiyor. Projemiz budur. Türkiye artık korkularının esiri olan bir ülke olamaz. Bunun Türkçesi Adem-i Merkeziyetçilik’tir. Türkiye zamanında bu hakkı tanımadı, şimdi eyalet tartışmalarıyla vakit kaybediyor. Ana dil konusunda bu ana sütü gibi helal bir haktır. Hiç kimse ana dilini kendisi seçmiyor. Zengin bir kültürümüz var. Bu kültürlerimize sahip çıkacağız. Ama Türkiye’de resmi dil ve eğitim dili Türkçe’dir. Bu, bütün Türkiye’de böyle olacaktır. Ama devlet okullarında devlet imkanlarıyla ana dillerin geliştirilmesi sağlanmalıdır.

Siz referandum sürecinde ‘Yetmez ama evet’ sloganını kullandınız ama bu daha sonra farklı yerlere çekildi. Liberaller kullanmaya başladı bu sloganı…

İlk önce biz kullandık. Kastımız, sadece anayasayı değil, sistemin topyekun mantığını değiştirmek… Sistemin sahibi milletten başkası değildir. Özde ve sözde vatandaş olmaz. Birinci sınıf, ikinci sınıf vatandaş olmaz. Devletin milletten başka hiçbir sahibi olamaz. Artık iktidar korkaklığından dolayı mı siyasi hesaplarından dolayı mıdır nasıl derseniz deyin eksik bir anayasa getirmesine rağmen biz bu anayasa değişikliğine ‘evet’ dedik. Ama Erdoğan, 12 Eylül akşamı yaptığı konuşmayla yeni anayasayı seçimden sonrasına bırakarak topu taca bile değil tribünlere attı.

12 EYLÜLCÜLER HÂLÂ YARGILANMADI

Bakın, referandumun en temel mantığı darbecilerin yargılanacağı yönündeki ifadelerdi. Bugüne kadar hükümet ve parlamento bu konuda hiçbir adım atmadı. Hatta referandumdan gelen kazanımların hiçbirinin hukuki alt yapısı hazırlanmadı. İstense bunların tamamı bir haftada tamamlanır. Bu durum, bu hükümetin samimiyetsizliğinin en temel göstergesidir. Halka verdiği sözü yerine getirmiyor iktidar. ‘Efendim zamanaşımı var…’ diyorlar. Ben de biliyorum. Ama hukukta milletin kararından başka hiçbir yargısal düzenleme olmaz. Millet kararını vermiş. 12 Eylülcüleri yargılayamayan bir hükümet 28 Şubat’ın da hesabını soramaz.

Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu ile alakalı düzenleme çok konuşuldu. İçki lobileri kendi hayat algılarına yönelik bir tehdit olarak gördüler. Bu düzenleme için neler söylersiniz?

Bu işin iki yönü var: Dünyanın her yerinde devletin sorumluluğu gençleri alkol ve tütünden uzak tutmak, bunların kullanımını mümkün olduğunca azaltmaktır. Ne kadar uzaklaştırırsanız o kadar iyidir. Bu açıdan bakıldığında bu düzenlemeyi doğru buluyorum. Ancak sayın Başbakan’ın sözlerini yersiz ve yanlış buluyorum. Bir ülkenin başbakanı vatandaşları için ‘aksırıncaya tıksırıncaya kadar’ muhabbeti yapamaz. Kaldı ki sayın Başbakan Tevfik Fikret’in o şiirini de yanlış değerlendiriyor. Fikret, içki masasında yiyenleri içenleri kastetmiyor, kamu mallarını hırsızlayan haramzadeleri kastetmiştir, zaten Osmanlı’nın çöküşündeki ana etken de Harun gibi gelip Karun gibi gidenlerdir. Esas buna dikkat çekmek lazım. Ama maalesef Türkiye’de her hafta basit konulardan polemik malzemeleri çıkartılıyor.

‘Şeriat gelecek’ korkusuyla oy topluyorlar

Çok karikatürize olmuş bir anlayış var: ‘Şeriat gelecek…’ Bu zihniyeti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu, Türkiye’de iki tarafın gerilim özetidir. CHP ve zihniyeti diyor ki ‘Aman bunlara oy vermeyin, bunlar şeriatı getirecek.’ Bunlar korkularla oy toplamaktır. Diğer taraftan AKP de ‘Aman bunlar milletin ensesinde boza pişirecek’ diyor. Ne irtica gelir, ne cumhuriyet elden gider… Elden giden ancak Türkiye’nin geleceğidir. Bu ülkenin ümitleri sönüyor. HAS Parti toplumu asla bölmeyecek. Biz kamplaşma yapmıyoruz, illa yapılacak bir şey varsa o da tanımlamadır. Bu memleketin bu kadar zengin kaynaklarını küresel beylerin lehine kullananlar ve maalesef kaynakları elinden alınan millet var.  Bir tarafta on binlerle ifade edilen bir kesim, diğer tarafta 72 milyon vatandaş var. YENİ AKİT- FAHREDDİN DEDE

Etiketler :