İlker Başbuğ'dan mektup var

İlker Başbuğ'dan mektup var

Ergenekon tutuklusu eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ'dan mektup var...

Başbuğ, yaşananların Türk Ordusu üzerindeki olumsuz etkilerine işaret ederek şöyle devam etti: Artık herkes tarafını belli etmelidir: Haksızlıklar karşısında ya suskun kalarak sağır ve dilsiz şeytan rolünü oynayacaksınız, ya da haksızlıklar karşısında sesinizi yükselteceksiniz
 
Genelkurmay Başkanlığı'ndan emekli olduktan kısa süre sonra 'Ergenekon Terör Örgütü üst düzey yöneticisi' suçlamasıyla tutuklanan emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi'nden AKŞAM Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'ya, isyanını dile getiren bir mektup kaleme aldı. 'Bu yaşananlar 2012 Türkiye'sine yakışmıyor. Balyoz, Ergenekon gibi isimlendirilen davalarda hukuk cinayetleri işleniyor. Silivri'de Türk Silahlı Kuvvetleri suçlanıyor ve yargılanıyor' diyen Başbuğ, şöyle devam etti: “Bütün bu yaşananların, Türk Ordusu üzerinde olumsuz etkilerinin olmadığı söylenemez... Unutulmasın ki, en beklenmedik bir anda bu ülkenin ordusuna ihtiyaç olabilir. Bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde olumsuz etkileri olabilecek durumlara bir an önce son verilmelidir.' Başbuğ'un mektubunun tam metni şöyle:
 
HUKUK CİNAYETİNİ GÖRÜN
 
- Türkiye'de son yıllarda çok garip olaylar yaşanıyor. Gariplikler o kadar çok ki, toplum yaşananları kanıksıyor ve olağanüstü durumlar bile olağanlaşıyor.
 
Garipliklerin yaşandığı alanların başında yargı gelmektedir. Bir gün bakıyorsunuz Türkiye'de, Cumhuriyet Savcıları, Türkiye Cumhuriyeti'nin 26. Genelkurmay Başkanı hakkında bir iddianame hazırlayabiliyor ve şu iddiayı ileri sürebiliyorlar:
 
'Şüpheli, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sızmış ve Ergenekon Terör Örgütünün bu kurum içindeki yapılanmasının üst düzey yöneticisi olmuştur.'
 
En tepedeki siyasetçisinden, sokaktaki sade vatandaşa kadar çok kimse olmaz böyle şey diyor ama, bu olay Türkiye'de oldu.
 
Sn. Başbakan, bu olayı şöyle değerlendiriyor: 'Genelkurmay Başkanlığı'na gelmiş bir insan için bu tür yakıştırmanın, bu tür benzetmenin doğru olmadığını ve insaf dışı olduğunu kesinlikle düşünüyorum.'
 
Yurtdışında da soruluyor: NATO'nun en güçlü 2. Ordusunun nasıl teröristler tarafından yönetildiği iddia edilebilir?
 
Cumhuriyet Savcıları, hazırladıkları iddianamede şunu da ileri sürüyorlar: Şüpheli, devlet yöneticilerini baskı altına almıştır.
 
Sn. Başbakan, bir konuşmasında ise şöyle diyor: 'Biz haftada bir Genelkurmay Başkanı ile rutin görüşme yaparız, gerek Hilmi Paşamızın, gerek Büyükanıt Paşamızın, gerek Başbuğ Paşamızın döneminde hepsiyle de bu çalışmalarımızı biz gayet başarılı bir şekilde yürüttük.'
 
Bu yaşanan durum doğal mıdır? Türkiye'de nasıl bunlar yaşanabiliyor? Böyle bir durum, dünyanın başka bir ülkesinde yaşanabilir mi? Türkiye'de nasıl bunlar yaşanabiliyor? O zaman insan sormadan edemiyor:
 
Türkiye'de 'Devlet içinde devletim diyen' başka bir güç mü var?
 
Bütün bu akıl almaz iddiaları bir tarafa bırakın ve olaya sadece salt hukuk açısından bakın. Ortada yine bir hukuk cinayetinin olduğunu hemen görebilirsiniz.
 
BU İDDİANAME ÇÖKER
 
Ülkenin en saygın hukukçuları, HSYK 1. Daire Başkanı açıkça ifade ediyor: Kamu görevlileri arasında yasal hiyerarşi varken, burada ayrıca oluşturulmuş bir 'örgütün' varlığını, hukuken ileriye süremezsiniz. Ancak, bazıları için bu görüşlerin hiçbir anlamı yoktur. Onlara göre, Genelkurmay Başkanı 'terörist', karargah 'terörist karargahı' olabilir ve Genelkurmay Başkanı bir albay'dan emir bile alabilir.
 
İddianamedeki 'terör örgütü kurmak ve yönetmek' suçlamasını oradan alıp, çıkarırsanız, bu iddianame depreme uğrar ve çöker.
 
İlgili ve sorumlu makamlar bu duruma daha ne kadar seyirci ve sessiz kalacaklardır?
 
Türkiye'de her zaman olduğu gibi yükselen karşı sesleri ve görüşleri de görmemezlikten gelemezsiniz: Tamam, 'terörist' denmesi yanlış, doğru değil! Ama ya 'darbeci' suçlamasına ne diyeceksiniz?
 
İNTERNET ANDIÇI YASAL BELGEDİR
 
Söylenecek şudur: Hazırlanan iddianamede ileri sürülenlere vicdanınızın sesini dinleyerek, Allah korkusunu da içinizde hissederek, dikkatlice bakınız ve okuyunuz. O zaman göreceksiniz ki; 'darbeci' suçlamasının en büyük dayanağı, askeri bir darbe ortamı oluşturmak amacıyla (demek ki sivil darbe ortamı da varmış) internet siteleri üzerinden kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetleri icra edilmesi ve organize edilmesidir.
 
Bugün gelinen noktada, geçmişte yapılan yanlışlıkların da etkisiyle, Silahlı Kuvvetler'de hazırlanan her 'Andıç' kolaylıkla darbecilik ile ilişkilendirebilecek bir belge olmuştur.
 
Genelkurmay Karargahı'nda hazırlanan 'İnternet Andıç'ı yasal bir belgedir. Andıç metninde hiçbir suç unsuru yoktur. Ancak bu belge kamuoyuna bir suç belgesi gibi sunulmuştur. Arkasından da, Andıç üzerinde imzası veya parafesi bulunan herkes, adeta dönemin Genelkurmay Karargahı tutuklanmıştır.
 
Sıra, dönemin Genelkurmay Başkanına gelmiştir.
 
Olayın nasıl gerçekleştiği de açıkça 7 Eylül 2012 günü yapılan duruşmada ortaya çıktı. 13. Ağır Ceza Mahkemesi 'İnternet Andıç' ı davası sanıklarının, Andıç'ın Genelkurmay Başkanına arz edilip edilmediğine ilişkin verdiği ifadelerden hareket ederek, Genelkurmay Başkanını hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve soruşturma savcılığının talebi üzerine de, Genelkurmay Başkanı tutuklanmıştır.
 
İşin ilginç yanı, sanıklardan hiçbirisi ifadelerinde Andıç'ı 'Komutana ben arz ettim' veya Andıç üzerinde 'Komutanın imza ve parafını ben gördüm' demedi. Bazıları, adeta yorumlarını söylediler. Yorumlar ise şöyleydi: 'Andıç Komutan'a arz edilmiş olabilir. Andıç'ın Komutan'a arz edilmesi gerekir.'
 
7 Eylül 2012 günü, dönemin Genelkurmay 2'nci Başkanı konuya şu sözleriyle açıklık getirdi: 'Komutana arz, Komutana arz edilmeli anlamındadır. Arz edildiği anlamında değildir.'
 
Ancak önemli olan söylenenler değil, söylenenleri mahkemenin nasıl yorumlayıp, değerlendireceğiydi. Elde hiçbir somut delil olmamasına rağmen, suç duyurusunda bulunuldu. Aslında, buraya kadar anlatılmak zorunda kalınan noktaların, hukuken hiçbir anlamı ve önemi yoktur. Ancak, aylarca bu noktaların üzerinde duruldu. Dikkatler konunun önemli noktalarından kaçırıldı.
 
OLMAYAN SİTELER
 
Esas, önemli olan noktalar neydi?
 
30 Ağustos 2008 tarihinden önce değişik tarihlerde açılmış olan internet siteleri, 42 adet, 4 Şubat 2009 tarihinde kapatılmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün tutanaklarına göre de bu tarihler arasında, bu sitelerde hiçbir güncelleme yapılmamıştır. İnternet Andıç'ı ile kurulması düşünülen sitelerde, hazırlık aşamasında iken faaliyete geçirilmeden, 19 Haziran 2009'da kapatılmıştır. Dolayısıyla, 4 Şubat 2009'dan, 30 Ağustos 2010'a kadarki süreçte, Genelkurmay Başkanlığı'nın iddia edilen suçlamalarla ilgili olarak kullanabileceği hiçbir internet sitesi yoktur. İnternet sitesi olmadan, olmayan internet siteleri üzerinden nasıl kara propaganda ve dezenformasyon faaliyeti yürütülebilirdi? Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir suçlama yapılabilirdi?
 
2012 TÜRKİYE'SİNE YAKIŞMIYOR
 
Bu noktaları iddianameyi hazırlayanlar da görmüş olmalı ki, oturup başka suçlamaları yazmayı da ihmal etmediler. Neler mi? İnternet siteleri içerikleri ile yayın politikalarını neden değiştirmediniz? Siteleri Şubat 2009'a kadar neden açık bıraktınız? Neden sizden önce açılmış bu siteler hakkında soruşturma açmadınız? Siteler ortaya çıktıktan sonra, bu siteleri siz açmadınız ama suçtan kurtulma nedeniyle neden kapattınız?
 
Bu suçlamalara karşı söylenebilecek tek bir şey vardır: El insaf! İnsafsızlık ancak bu kadar olabilir. Bu yaşananlar 2012 Türkiye'sine yakışmıyor.
 
Balyoz, Ergenekon gibi isimlendirilen davalarda hukuk cinayetleri işleniyor. Silivri'de Türk Silahlı Kuvvetleri suçlanıyor ve yargılanıyor.
 
'Kuvvetli Suç Şüphesi' sanal gerekçesiyle insanlar yıllardır, aylardır tutuklu olarak tutuluyor. Onların ailelerine eziyet ve işkence ediliyor.
 
Bizleri hapse nefret tıktı, milletimizin sevgisi çıkartacaktır.
 
Bunun için, artık herkes tarafını belli etmelidir: Haksızlıklar karşısında ya suskun kalarak sağır ve dilsiz şeytan rolünü oynayacaksınız, ya da haksızlıklar karşısında sesinizi yükselteceksiniz.
 
GÜÇLÜ ORDU ŞARTTIR
 
Bütün bu yaşananların, Türk Ordusu üzerinde olumsuz etkilerinin olmadığı söylenemez. Türkiye zor günler yaşamaktadır. Bir tarafta terör belası, diğer tarafta dış sorunlar. Türkiye güney komşuları olan Suriye, Irak ve İran ile sorunlar yaşamaktadır. Her gün maalesef terör olayları nedeniyle şehitler verilmektedir.
 
Türkiye zor bir coğrafyada bulunmaktadır. Bu coğrafyada ayakta kalabilmek için güçlü olmak zorundasınız. Bunun içinde ister 'Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye' deyin, isterse 'Güçlü Türkiye, Güçlü Ordu' deyin, Türkiye'nin güçlü olması ve güçlü bir orduya sahip olması şarttır. Ön yargıları, boş sözleri, bir tarafa bırakın, Güçlü Türkiye olmadan güçlü ordu olmaz, güçlü ordu olmadan da Güçlü Türkiye olmaz.
 
Türkiye'nin bugün ihtiyaç duyduğu şey iç huzur ve iç barıştır. Caydırıcı nitelikleri koruyan 'Güçlü Ordu'nun varlığının sürdürülmesidir.
 
BU DURUMA SON VERİLMELİ
 
Ordular temelde gücünü silahtan alır. Ancak, Türk Ordusu gücünün kaynağını milletinin güven ve sevgisinden, halkının yüreğinden alır. Onun için de Türk Ordusu, milli ordudur.
 
Bu ülke bizim. Bu devlet bizim. Bu bayrak bizim. Bu ordu bizim. Biz Türk Milletiyiz! Gerekirse, ülkemiz, milletimiz, devletimiz ve bayrağımız için canımızı veririz.
 
Son dönemlerde, Türk Silahlı Kuvvetleri zor günler yaşıyor. Şanssız ve talihsiz olaylarla karşı karşıya kalıyor.
 
Elbette, her kurum ve kurumları yönetenler de tenkit edilebilir. Ancak tenkitler, kurumu yıkan ve sarsan boyutlarda olmamalıdır. Bu ordu milletindir. Bizler emekli askerler olarak, bu yaşananlardan derin üzüntü duymaktayız.
 
Unutulmasın ki, en beklenmedik bir anda bu ülkenin ordusuna ihtiyaç olabilir. Bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde olumsuz etkileri olabilecek durumlara bir an önce son verilmelidir.
 
Kaynak: AKŞAM

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.