Konstantin'in Sırrı başına ne işler açtı?

Konstantin'in Sırrı başına ne işler açtı?

Gazeteci Yazar Yaşar İliksiz, Konstantin’in Sırrı romanını Moralhaber.Net'e anlattı. Dursun Kabaktepe'nin röportajı:

Dursun Kabaktepe'nin röportajı

Haber7.com Yayın Koordinatörü Yaşar İliksiz, Barbar, Azobra ve Şarap Kıvılcımları ile başladığı edebiyat yolcuğuna Konstantin’in Sırrı ile yeni bir gizem kattı. Bir aşk hikayesi üzerinden kurguladığı romanında ciddi iddiaları gündeme getiren Yaşar İliksiz, yarım yamalak bilgilere dayanarak tek taraflı tarih yazanlara da meydan okudu. İliksiz, Fatih Sultan Mehmed’in ünlü ressam  Mehmet Siyah Kalem olduğunu savunurken bu belegeleri araştırma safhasında karşılaştıkları zorlukları ve bürokrasinin sert yüzüne nasıl tosladığını anlattı.  Yüzleşmeye cesaret edemediğimiz tarihi günahlarımıza da değinen İliksiz, Fatih’in hakkını veremeyen bir toplumdan şikayetçi oldu.

Romanda Fatih ile Akşemseddin’in Kur'an ayetleri üzerine yaptığı sohbetlerin önemli olduğunu vurgulayan İliksiz, “Kesinlikle hazır elimiz değmişken tebliğ vazifemizi de yerine getirelim. İnsanlar bu ayetleri bilsin, diye yazmadım.” dedi. İliksiz,  “İnanç sömürüsü yapmadım. Konu ve kurgu gereği bu ayetleri kullanmayı uygun gördüğüm” diyerek sözlerine açıklık getirdi. Bizde Moralhaber.Net olarak, bir gazetecinin neden mesleki kitaplar yerine roman ve şiir kitabı yazdığını, Konstantin’in Sırrı’nda yer alan Fatih Sultan Mehmed’in ünlü ressam  Mehmet Siyah Kalem olduğu sonucuna nasıl vardığını ve bu romanı yazarken başından neler geçtiğini Yaşar İliksiz’e sorduk.

 

-Gazeteciler genellikle kendi meslekleri ilgili kitaplar yazarlar. Siz Barbar, Azobra ve Şarap Kıvılcımları isminde üç ayrı şiir kitabı yazdınız.  Ardından Konstantin Sırrı geldi. Neden kendi mesleğinizle ilgili bir kitap değil de roman yazdınız?
Ne şiirler ne de roman önceden planladığım eserler değildi.  An geliyor ilham şekillendiriyor her şeyi.  Meslek içi meslek dışı ayrımı aklımın ucundan bile geçmedi. Neticede şiirler yaşantımdan kırıntılardı, roman da haber peşinde koşarken derlediğim bilgilerle yoğruldu. Hepsi mesleğimin bana armağanı diyebiliriz.

-Habercilikte kullanılan yazım dili tek düzedir. Tarih de buna benzer öğeler taşır. Roman ise ciddi bir kurgu ve üslup ister. Siz Konstantin’in Sırrı’nı yazarken bu ayrımı nasıl yaptınız?
Çok zorlandım. Gerçekten iki alanı birbiriyle kıyaslamak mümkün değil. Aralarında dünya kadar fark var.  Zaten ben haber yazarken de zorlanan biriyim. Yaptığım işin hakkını vermek istiyorum. Bu yüzden en azından şekil olarak kusursuz olması için yoğun çaba sarf ediyorum. Tabi sadece şekil değil, yazılan metnin ruhsal açıdan da okuyanları etkilemesini sağlamaya çalışıyorum. Roman haberden çok daha zor. Çünkü hem metin için hem de her kahramanın karakterini ayrı ayrı yansıtabilmek için özel gayret göstermek ve sürekli yoğunlaşmak gerekiyor.  

-Kurguda etkilendiğiniz yazarlar ve eserleri oldu mu?
Etkilenmemeye çalıştım. En azından bilinçli olarak okuduğum yazarlardan ve eserden etkilenmeden özgün kurgu oluşturmayı denedim. Eğer etkileşim varsa bu ancak bilinçaltından kaynaklanmıştır. Bilinçaltındaki etkileşimlere müdahale zaten mümkün değil. Mesela Borges’ın, Hitckock’un etkisi mutlaka vardır…   

ÇOK FARKLI ALANLARDA KİTAPLAR OKUDUM
Geçmişinizde hangi eserleri okudunuz? Ve onların hangi öğelerini bu eserde harmanlayarak kullandınız?

Çok sayıda ve farklı alanlarda kitaplar okudum.  Özellikle şiir, bilimkurgu ve çizgi roman alanında Türkiye’de yayınlanmış eserlerin yaklaşık yüzde doksanını okuduğumu söyleyebilirim.  Din, tarih, mitoloji, bilim ve sosyoloji konusunda okumalar yapmayı seviyorum.  Mesleğe başlamadan önce de çok okuyan biriydim. Mesleki okumalar da zorunluluk olarak onlara eklendi. Bu durumdan şikâyetçi değilim bilakis memnunum.

Eserin muhteva ve kurgusunu, Dede Korkut öykülerinden Joerge Luis Borges metinlerine, Kutsal Kitaplardan Halk Hikâyelerine, Doğu Klasiklerindeki mesellerden Batının güncel çok satan romanlarındaki öykülere varana kadar çok katmanlı ve kapsamlı oluşturmaya çalıştım. Tabii ki şu da olsun diye bir gayretim olmadı. Öykünün güzelliği ve çekiciliği için hangisinden ne kadar gerekiyorsa hepsinden o kadar kullanmaya gayret ettim

İSTANBUL’UN GERÇEK ÖYKÜLERİNİ OKURLARA ULAŞTIRMAK İSTEDİM
- Konstantin’in Sırrı kaza süsü verilmiş bir cinayetle başlıyor. Öldürülen meçhul kişiye ait ve tarihin çok eski zamanlarına dayanan gizemli bir muska ile heyecanı artıyor. Muska ile İstanbul arasında nasıl bir bağ kurdunuz?

Muskanın esere girişi şöyle oldu: Metnin büyük bölümü şekillendiğinde, mantık ve bilgi hatası yapmamak için eseri konusunda uzman arkadaşlarla paylaştım ve görüşlerini aldım. İşte o aşamada Ali Murat Güven kaza sonucu ele geçen nesnenin kâğıttan ibaret olmasının mantıksal açıdan sorunlu olduğuna dikkat çekti. Düşündüğüm zaman ona hak verdim. Mehmet Siyahkalem’in çizimini daha mantılı şekilde nasıl öyküye katabilirim diye düşünürken aklıma muska geldi.  Muskanın İstanbul’dan çok gizemle ve tarihle çağrışımından hoşlandım. İstanbul’la bağlantısını ise içinde yer alan çizimle sağladım.  Çizim sayesinde İstanbul’un yıllardır önemi fark edilmeyen tarihi mekânlarının gerçek öykülerini okurlara ulaştırmak istedim.

JANET’LE TUNÇ, KEREM’LE ASLI’NIN ÇAĞIMIZA UYARLANMIŞ HALİDİR
- Kitabınızda aşk, polisiye ve tarih konularının yanında dinî, felsefî ve siyasi sorgulamalar bulunuyor. Siz tüm bu öğeleri aktarırken okuyucuya neler vermek istediniz?

Aşk hayatın yadsınmaz gerçeği. İbni Arabî Büyük Aşka giden yolun Küçük Aşk’tan geçtiğine inanır. Yani İlahi Aşkın hakkının verilmesi için insanın beşeri aşkın hakkını vermesi gerektiğini savunur. İnsanın insana yönelik aşkı bu açıdan önemliydi. Polisiye ve tarihi konuları, öyküye merak uyandırıcı ve akıcılık sağlayıcı çerezler olarak kullandım. Din, felsefe ve siyasi konular ise insanları akla ve bilgiye çağrı mekanizmaları diyebilirim

-Romanın kahramanı Janet’in gayrimüslim Tunç’un da Türk milliyetçisi olmasının simgesel bir mesajı var mı?
Ünlü Halk Hikâyesi Kerem ile Aslı’nın çağımıza uyarlanmış halidir o kahramanlar. Öte yandan günümüz siyasi şartlarında her ikisinin de özel misyonları var.

HER KAHRAMAN BENİM PARÇAM
-‘Her yazar aslında kendi otobiyografisini yazar’ diye edebiyatçılar için söylenen güzel bir söz vardır.  Siz romanınızda seçtiğiniz Malik, Agâh, Tunç, Janet ve diğer karakterle aranızda nasıl bir bağ kurdunuz?

Otobiyografik bağdan ne kadar söz edebiliriz bilmiyorum fakat her kahraman benim parçam. Hepsine benden haller var. Bilmediğim şeyi yansıtamazdım okura.  Dolayısıyla onların duyguları, düşünceleri, yaşadığı haller, benim duygularımla, düşüncelerimle ve hallerimle yakından ilgili. Janet’in siyasi kavgalardan ve dinsel inatlaşmalardan kaçıp salonlara sığınması lise yıllarında benin kullandığım yöntem, Tunç’ta cahiliye dönemimden yansımalar var. Malikle kendimi pek özdeşleştiremem ama Agâh, yaşadığım ve kitaba yansıtmam gereken bazı gerçekleri yansıtmak için kurguladığım karakter.

- Kitaptaki Ayasofya’ya yeniden çan dikme hayalleri kurarak büyüyen çocuk neyi ifade ediyor?
O çocuk bizim hâlâ yüzleşmeye cesaret edemediğimiz tarihi günahlarımızın eseri. Fatih’in hakkını veremeyen toplumun, onun ruhunu yaşatamamanın bedeli olarak görmeye mahkûm bırakıldığı kâbus.

FATİH SULTAN MEHMED ÜNLÜ RESSAM MEHMET SİYAH KALEM
-Kitabınızda ciddi bir de iddianız var. Fatih Sultan Mehmed’in ünlü ressam Mehmet Siyah Kalem olduğunu düşünüyorsunuz? Nedeni açıklar mısınız? Sizi bu iddiaya götüren süreçte neler yaşadınız?


Bu iddia ilk dillendirildiğinde garipsedim ve mantıklı bulmadım. Ancak Fatih’in çocukluk defterinin tevafuk eseri olarak bulunması ve onun zamanındaki Nakkaşhaneden geriye iz kalmamış olması şüphelerimi artırdı. Sonra her iki çizimle ilgili eksper görüşleri, neden olmasın dedirtti. İnsanların bu konunun dillendiriliyor olmasından duyduğu kaygı ve dillendirenlerin kimliklerini gizleme telaşı ilginç ve sorgulamaya değer geliyor bana… Fatih‘in çocukluk defterinin sadece 12 sayfasının resmini alabilmem 6-7 yıl aldı. Her iki çizimin birbirine benzeme olasılığı ile ilgili kriminal rapor alma girişimim başarısız kaldı.  

-Bazı zorluklardan bahsediyorsunuz. Mesela Fatih’in raporu istediğinizde bazı yetkililer ‘Fatih Sultan Mehmed’in  Mehmet Siyah Kalem olduğunu ispatlamak size mi düştü?’ demişler. Bu süreci anlatır mısınız?
Garip gelişmelerdi. Kriminal laboratuarında görevli polislerle yaptığımız görüşmelerde çizimlerin yüzde 90’lara varan oranda paralellik gösterdiği söyleniyordu. Ancak onların rapor yazma yetkisi yoktu. Raporu Ankara’daki yetkililerin yazması gerekiyordu.  Ankara’daki yetkili ile yaptığımız görüşmede “Böyle bir olasılık olsa, Murat Bardakçı ve İlber Ortaylı düşerdi peşine. Onlar varken sana mı düştü?” tarzında garip tepki dile getirildi. Haydi, o neyse de adamın telefonda film üzerinden bana kâğıt eksperliği yapmaya kalkması gerçek anlamda komediydi.  Laboratuara verdiğimiz çizimler filmlerden elde ettiğimiz çıkışlardı. Adam gerçek evrak vermişiz gibi aka satmaya kalktı. Üzerinde filigran bulunan 15.yüzyıla ait kâğıtların o çağa ait olmadığını sahte olduğunu söyledi. Bu yalanı söyleyen adamın hangi sözüne kıymet verebilirim ki…  

KONSTANTİN’İN SIRRI MEYDAN OKUMA
-Kitabınız size bunları söyleyenlere bir mesaj olarak algılanabilir mi?  

- Evet, öyle bir yönü de var. Fakat tabii ki salt bu amaç için yazılmış eser demek de haksızlık olur.

-Kitabınızda geçen tarihi bilgiler bir meydan okuma mı? Açıklar mısınız? Neden?
Meydan okuma sayılır. Çünkü maalesef insanların putperestlik yanı her çağda olduğu gibi bu çağda da ağır basıyor. Kendileri yapıyor, kendileri tapıyorlar. Yarım yamalak bilgilere, tek yanlı bakış açıları ile tarihler yazılıyor, sorgulanamaz gerçekmiş gibi kabul ettiriyor ve yeni metinlerin onlar üzerinden kurgulanması isteniyor.  

Asr suresinde ifade edildiği gibi ziyanda olmaya meyilliyiz. Araştırmıyoruz, nakledileni gerçek kabul edip aktarıyoruz. Halbuki gerçeği bulmak için akıl etmeye  mecburuz ve akıl yürütmede sadece ana kaynaklar üzerinden yapıldığında sağlıklı olur. Maalesef biz kendi ana kaynaklarımızı kendi ellerimizle yok ettiğimiz için Fethin tarihini dahi yüzde 80’lere varan oranlarda yabancı kaynaklardan derleyerek yazabiliyoruz.

FATİH İLE AKŞEMSEDDİN’İN KUR’AN SOHBETLERİNE YER VERDİM
-Aslında konuşurken ve yazarken çok da dini referanslar kaygısı gütmüyorsunuz ama ben satır aralarında Kuran’ı Kerimden pek çok cümle gördüm. Hatta bir yerde nerede ise Hızır ile Musa’nın yolculuğunu anlatmışsız… Eseri yazarken Kuran’ı Kerim’den de etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz?

Dikkatli okuma yapmışsınız, tebrik ederim. Kitabın bir bölümü Fatih ile Akşemseddin’in Kuran ayetleri üzerinden yaptığı sohbet üzerine kurulu zaten. Onu saymazsak evet, İstanbul’un bulunduğu yerle ilgili söylenceleri harmanlarken Kuran’ı Kerim’de o yerin İstanbul olduğuna inanılan ayetlerine de telmih yaptım, gözünüzden kaçmamış.   Özellikle Kızıl Saçlı Adam’ı pek çok yerde Kuran’ı Kerim’den ayetlerle ve Hz. Ali’nin cümleleri ile konuşurdum.

Ama kesinlikle hazır elimiz değmişken tebliğ vazifemizi de yerine getirelim, İnsanlar bu ayetleri bilsin tarzı duygular içinde yazmadım onları.  Öte yandan kesinlikle inanç sömürüsü de yapmadım. Zaten sen sorana kadar bugüne dek hiçbir söyleşimde de bu nokta yer almadı. Hem konu hem kurgu gereği kullanmayı uygun gördüğüm için öyle oldu…

- Kitapta küçük çaplı da olsa bir iki müstehcen sahne yer alıyor. Neden o sahneleri kullanmaya gerek duydunuz?
Janet’in ve Tunç’un nasıl bir sosyal çevrede yaşadığını gözden kaçırmamak gerekiyor.  Oraya yansıyanların devede kulak kaldığı aşikâr. Bence olması gerekiyordu, olması gerektiği kadar olduğu için de senin ifadenle de küçük çaplı kaldı…  Nasıl dini bilgileri kullanırken inanç sömürüsü yapmamışsam o sahneleri kaleme alırken de “aman bu sahneler okur çeker” tarzında ahlaksızlık sergilemedim…

-Yazarı Konstantin’in Sırrı’nı okuyan okurundan neler bekliyor? Ve kitabının nasıl okumasını istiyor?
Öncelikle keyiflendirici ve sürükleyici bir edebiyat eseri okumanın tadını çıkartsın isterim. Kitap ilk çıktığı günlerde bunu söyleyemiyor ve kararı okurun vermesini istiyordum. Ancak bugün aldığım olumlu ve olumsuz tepkiler ışığında kitabın kurgusal ve edebi yönden beğenildiğini ve okuyana haz verdiğini bilerek gönül rahatlığı ile bunu ifade edebiliyorum. Yani önce sadece edebiyat eseri olarak okusun ve tadını çıkartsın. Sonra tarihi, siyasi sosyolojik tartışmalara kafa yorsun. Zaten okurken ya hak vererek katılacak ya da muhalefet edip, burası olmamış diyecektir. Araştırılması gereken konular ise benim onlara birer armağanım olsun. Sayemde bir iki soru işareti sahibi olup, araştırma yapma ihtiyacı hissederlerse ne mutlu bana!

Moralhaber.Net

Etiketler :