Kralın karşısında bir mümin...

Kralın karşısında bir mümin...

Abdullah İbn Huzafe, en büyük kralın huzuruna, kaba elbiseleriyle ve bedevilerin basitliğiyle girdi. Fakat başı dikti. Göğsünde İslâm'ın şerefi ve...

İslam tarihinin en şerefli sayfalarından birini de Abdullah İbn Huzafe isimli sahabi doldurmuştur. Abdullah İbn Huzafe, Resulullah (sav)'a elçilik yapan sahabilerden birisidir.

Allah ve Resulü için, zor ve meşakkatli yollara çıkmış, Allah ve Resulü için canını feda etmeyi göze almış, Allah ve Resulü adına büyük krallar ve devlet başkanlarıyla görüşmüş, İslam'dan dönmesi için yapılan telkin ve teklifleri canı pahasına reddetmiş mübarek bir sahabidir o.

Raşid halifelerin ikincisi Ömer bin Hattab (ra) şöyle demiştir: "Abdullah İbn Huzafe'nin başından öpmek, her Müslüman'a bir vazifedir. İşte önce ben öpüyorum." [İbn Hacer]

İslam tarihinin en şerefli sayfalarından birini de Abdullah İbn Huzafe isimli sahabi doldurmuştur. Abdullah İbn Huzafe, Resulullah (sav)'a elçilik yapan sahabilerden birisidir. Allah ve Resulü için, zor ve meşakkatli yollara çıkmış, Allah ve Resulü için canını feda etmeyi göze almış, Allah ve Resulü adına büyük krallar ve devlet başkanlarıyla görüşmüş, İslam'dan dönmesi için yapılan telkin ve teklifleri canı pahasına reddetmiş mübarek bir sahabidir o.

İslâm, Abdullah İbn Huzafe'ye zamanında dünyanın iki büyük hükümdarı olan İran Kisra'sı ve Bizans'ın büyüğü Kayser'le görüşme imkânı vermiştir, Abdullah'ın, onların her biriyle, zamanın hiç unutamayacağı ve tarihin dilinden düşüremeyeceği bir hikâyesi vardır.

İran hükümdarı Kisra ile yaptığı görüşme...

Hicretin 6. yılında, Resûlullah (sav) ashabından bazılarını, yabancı devlet başkanlarına elçi olarak göndermeye karar verdi. Resûlullah (sav) elçilerle gönderdiği mektuplarla, onları İslâm'a davet ediyordu.

Resûlullah (sav) bu önemli işin tehlikeli olduğunu biliyordu... Bu elçiler, daha önce bilmedikleri uzak memleketlere gidecek-lerdi... Onlar gittikleri yerlerin ne dillerini ne de hükümdarların huy ve karakterlerini biliyorlardı. Bunlardan başka, onlar bu hükümdarları; dinlerini bırakmaya, şeref, itibar ve üstünlüklerini terk etmeye ve daha düne kadar bir kısmı onların uyruğu olan bir milletin dinine girmeye davet edeceklerdi.

Bu tehlikeli bir yolculuktu. Böyle bir yolculuğa çıkan; hayatını kaybetmiş, ondan dönen, dünyaya yeniden gelmiş demekti. Onun için, Resûlullah (sav) ashabını topladı ve konuşmak üzere kalktı. Allah'a hamd etti ve övgüde bulundu.  Şehadet getirdikten sonra şöyle konuştu: "Ben bazılarınızı yabancı devlet başkanlarına göndermek istiyorum. İsrail oğullarının Meryem oğlu İsa'ya karşı çıktıkları gibi bana karşı çıkmayınız"

Resûlullah'ın ashabı: "Ey Allah'ın Resulü! Biz, senin istediğini senin adına yerine getiririz. Bizi istediğin yere gönder" dediler. Peygamber (sav) Arap ve Arap olmayan hükümdarlara yazdığı mektupları götürmeleri için, sahabeden 6 kişiyi seçti, Abdullah İbn Huzafe es-Sehmî bu altı kişiden birisiydi. Resûlullah'ın mektubunu, İran hükümdarı Kisra'ya o götürecekti.

Tek başına bir yolculuk...

Abdullah İbn Huzafe binitini hazırladı. Ailesine ve çocuklarına veda etti. Dere tepe demeden amacına doğru yürüdü. Hem de Allah'tan baş-ka hiç kimsesi olmadan, tek ve yalnız başına, İran'a vardı. Hükümda-rın yanına girmek için izin istedi. Hükümdarın adamlarına, ona getirdiği mektubu hatırlattı.

Kisra, sarayının süslenmesini emretti. Oturumda hazır bulunmaları için, İran'ın büyüklerini çağırdı ve onlar da geldiler. Sonra Abdullah İbn Huzafe'nin huzuruna girmesine müsaade etti.

Kralın karşısında bir mümin...

Abdullah İbn Huzafe, üzerinde kadife elbiseler olan İran'ın en büyüğünün huzuruna, kaba elbiseleriyle ve bedevilerin basitliğiyle girdi. Fakat başı dikti. Göğsünde İslâm'ın şerefi ve gönlünde imanın yü-celiği vardı.

Kisra onun geldiğini görünce, hemen adamlarından birine mektubu elinden almasını işaret etti. Abdullah dedi ki: "Hayır! Resûlullah, bizzat kendi elimle vermemi emretti. Ben Allah'ın Rasûlünün (sav) emrine karşı gelemem..."

Kisra adamlarına: "Bırakın onu benim yanıma gelsin" dedi. Kisra'ya yaklaştı. Mektubu bizzat kendi eliyle verdi. Kisra, Hîre'li (Necef'le Kufe arasında bir bölge) Arap bir kâtibi çağırdı. Mektubu önünde açıp kendisine okumasını emretti. Mektupta şöyle yazılıydı

"Bismillâhirrahmanirrahim. Allah'ın elçisi Muhammed'den İran'ın büyüğü Kisra'ya, Selâm doğru yolda olanların üzerine olsun.."

Kisra, mektuptan bu kadarını duyar duymaz çok öfkelendi ve yüzü kıpkırmızı oldu. Boynundaki damarlar patlayacak gibi şişti. Çünkü Resûlullah önce kendi ismiyle, başlamıştı. Kâtibin elinden mektubu çekti aldı. Mektubun içindekileri öğrenmeden ve "O, benim kölemken, bana bunu mu yazıyor?" diye bağırarak yırtmaya başladı.

Abdullah İbn Huzafe'nin salondan çıkarılmasını emretti ve çıkarıldı.

'Allah da onun devletini parçalasın...'

Abdullah İbn Huzafe, başına daha neler geleceğinden habersiz, Kisra'nın salonundan çıktı. Öldürülecek miydi, yoksa serbest mi bırakılacaktı? Fakat çok geçmeden şöyle dedi: "Vallahi, Resûlullah'ın (sav) mektubuna bu şekilde zarar verildikten sonra, ne olacağıma aldırmam."  Hayvanına binip, oradan ayrıldı. Abdullah, Peygamber'in (sav) yanına geldiğinde. Kisra'nın davranışını ve mektubunu yırtma olayını anlattı. Resûlullah (sav): "Allah da onun devletini parçalasın" dedi sözüne başka bir şey eklemedi.  Kisra, Yemen'deki vekili Bâzân'a şöyle bir mektup yazdı: "Hicaz'da çıkan bu adama, güçlü kuvvetli iki adamını gönder de adamı bana getirmelerini söyle" Bâzân, iki gözde adamını Resûlullah'a (sav) gönderdi. Onlara Resûlullah'a (sav) götürmeleri için bir de mektup verdi. Mektubun içinde; Resûlullah'ın (sav) hiç gecikmeden Kisra'ya gitmesini emrediyordu... Ayrıca, Peygambere ait bilgi toplamalarını, onu iyice araştırıp, elde ettikleri bilgileri kendisine ulaştırmalarını istedi. Bu iki adam hızla yol alıp Taife geldiler. Orada Kureyşli tacirlerle karşılaştılar. Muhammedi (sav) sordular. Onlar: "O Yesrîb'de", dediler. Tacirler sevinç ve neşe içinde Mekke'ye döndüler. Kureyş'i tebrik edip şöyle dediler: Gözünüz aydın. Kisra, Muhammed'e baş kaldırdı. Sizi onun şerrinden kurtarmış oldu"

Bugün gidin yarın gelin

Bâzân'ın adamları da Medine'ye doğru yollarına devam ettiler. Oraya vardıklarında, Peygamberle (sav) görüşüp mektubu verdiler. Dediler ki: "Hükümdarlar hükümdarı Kisra, bizim hükümdarımız Bâzân'a: Seni, kendisine götürecek adamları buraya göndermesini yazdı, işte biz seni Kisra'ya götürmek için geldik. Eğer bizimle gelirsen, Kisra senin yararına olanı söyler ve sana kötülük etmez. Eğer kabul etmezsen, onun güçlü olduğunu, seni ve halkını yok edebileceğini biliyorsun" Resûlullah (sav) gülümsedi ve onlara dedi ki: "Bugün, siz kal-dığınız yerlere dönün ve yarın gelin"

'Allah onu öldürdü'

Ertesi gün, Peygamberin (sav) yanına geldiklerinde, dediler ki: "Kisra'nın yanına gitmek için hazır mısın?" Peygamber (sav) onlara: "Artık bugünden sonra, Kisra ile hiç görüşmeyeceksiniz... Allah onu öldürdü. Hatta şu ayın, şu gecesinde, oğlu 'Şîreveyh'î ona musallat etti' dedi.

Resûlullah'ın yüzüne bakakaldılar ve hayretlerini gizleyemediler. "Sen ne söylediğini biliyor musun? Bunu Bâzân'a yazalım mı?" dediler. Resûlullah (sav) : "Evet, ona deyin ki: "Benim dinim yakında Kisra'nın devletinin eriştiği yerlere erişecektir. Eğer sen Müslüman olursan, seni Yemen'e hükümdar yaparım" dedi.

"Bâzân'ın adamları, Resûlullah'ın (sav) yanından çıktılar. Gidip, durumu ona haber verdiler. O dedi ki: "Muhammed'in söylediği doğruysa o, peygamberdir. Eğer öyle değilse, onun hakkında bir şeyler düşüneceğiz"

Bir müddet sonra, Bâzân'a Şîreveyh'ın mektubu geldi. Mektupta şöyle yazıyordu: "Kisra'yı öldürdüm, onu sırf, halkımızın intikamını almak için öldürdüm. Çünkü o, halkın ileri gelenlerinin öldürülmesini, kadınlara saldırılmasını ve malların yağma edilmesini mubah görmüştü. Bu mektubumu aldığında, oradakilerin bana itaatlerini sağla"

Bâzân, Şîreveyh'in mektubunu okur okumaz, yere fırlattı ve Müslüman olduğunu açıkladı. Onunla birlikte Yemen'deki İranlılar da Müslüman oldular. İşte bu, Abdullah İbn Huzafe'nin, İran Hükümdarı Kisra ile görüşme hikâyesidir.

[Not: Bu metin, Halid Muhammed Halid'in 'Sahabe Hayatından Tablolar' adlı eserinden derlenmiştir. Uysal Kitabevi]

Etiketler :