MGA 28 Şubat'ta nasıl çalıştı

MGA 28 Şubat'ta nasıl çalıştı

Milli Güvenlik Akademisi'nden öğretim üyesi olarak mesleki kariyerini noktayan Emekli kurmay albay'dan Önemli açıklamalar

Milli Güvenlik Akademisi'nden öğretim üyesi olarak mesleki kariyerini noktayan Emekli kurmay albay ,Stratejist ve Milli Güvenlik Uzmanı Mesut Ülker gelecekte TSK'yı yönetecek kurmayların nasıl yetiştirileceğini anlattı...

Nuriye Akman'ın röportajı

Emekli kurmay albay ,Stratejist ve Milli Güvenlik Uzmanı Mesut Ülker, TSK'nın stratejik eğitim birimlerinde planlayıcı ve eğitimci olarak görev yaptı ve en son Milli Güvenlik Akademisi'nden öğretim üyesi olarak mesleki kariyerini noktaladı.

Daha sonra AK Parti'den Bursa Milletvekili adayı olmak istediyse de şansı yaver gitmedi. Önümüzdeki seçimde yeniden Ak Parti'de siyaset yapmayı deneyecek. Kendisiyle sivil bürokratlara da harp oyununun öğretildiği Milli Güvenlik Akademisi'ndeki beş buçuk aylık eğitim başta olmak üzere, sivil-asker ilişkilerinin bugünü ve geleceğini konuştuk.

-Milli Güvenlik Akademisi 28 Şubat'ta nasıl çalıştı?

-Ben 28 Şubat'ta akademide değildim. Hemen onun akabinde, 2002'de akademiye geldim. Fakat o sürecin devamına ilişkin olarak oturmuş bir sistem devralmış olduk. Yani o gözlüklerle, o formatla, 28 Şubat sürecinde akademide yapılan uygulamalara bilfiil şahit oldum ve yaşadım.

-Akademi, askerin güvenlik konseptini sivillere kabul ettirmek amacını mı güdüyor?

-Kağıt üstünde böyle bir şey yok.Ancak düzenleyici ve yönlendirici unsur asker olduğu için doğal olarak böyle bir algı ortaya çıkıyor. Akademide dört ana bilim dalı var. Politik dış ilişkiler, ekonomi, sosyo-kültürel, askeri-politik. Benim orada bulunduğum, 2002-2007 yılları arasında Türkiye'yi ilgilendiren önemli temel konularda konferans seminer ve sempozyum seklinde işlenip dönem sonunda daha geniş bir açıdan milli güç unsurlarını dikkate alarak, ülke meselelerine bu perspektifle bakılıyordu. Bir anlamda Türkiye'nin daha iyi yönetilebilmesini sağlamak için kamudan üst düzey bürokratların katılımıyla oluşturulan akademik bir ortam.

-Bildiğim kadarıyla yalnız bürokratlar değil, diğer siviller de müdavim oluyor.

-Evet kontenjanın yüzde 10'u asker. Diğerleri ağırlıklı bürokrat , akademisyen ve sivil toplum örgütlerinden katılıyor. Sivil toplum örgütleri adı altında bir iki kontenjan var. Bir veya iki kişi de mesela Nasuh Mahruki gibi arkadaşlarımız oluyordu. Müdavimlerin sayısı o dönemde 60-70'i bulurken, bugünlerde yirmilere kadar inmiş durumda.

-Amaç, "katılımcılara milli güvenlik konularında bilgi ve planlama becerisi kazandırmak, asker ve sivil müdavimler arasındaki koordinasyon ve işbirliği ruhunu pekiştirmek" deniyor. Nasıl yapılıyor bu?

-Örnek vereyim. "Türkiye-AB ilişkileri" konusu İlber Ortaylı hocanın konferansıyla başlayıp seminerle desteklenerek yaklaşık 10-12 saat işleniyor. Bu konu üzerinde Akademiye katılan farklı kurumlardan gelen bürokratlar görüşlerini bildirerek nasıl bir politika oluşturulması gerektiği konusunda çalışmalar yapıyorlar.Yani Türkiye'nin milli güç unsurları dediğimiz coğrafi güç, ekonomik güç, politik güç, askeri güç, insan gücü ,teknolojik güç gibi değerlerini dikkate alarak konular işleniyor. Dönem sonunda bu bilgiler ışığında ve katılımcılar kendi donanımlarıyla harp oyununda rol alıyorlar.

-Siviller de harp oyunu oynuyor!

-Evet. Harp oyununun bütünü içerisinde bir ülkenin gerginlik, kriz ve harp dönemlerinde tüm milli güç unsurlarıyla harbin sevk ve idaresinde yapılması gerekenler noktasında müşterek planlamalar, müşterek koordinasyonlardaki neler yapması gerektiğini ortaya koyan bir eğitim. Sivil ve asker bürokrat arkadaşların harp oyunu içerisinde görevleri var. Dolayısıyla Harp Oyununun icrası sırasında sivil, asker tüm müdavimler arasında koordinasyon ve işbirliği kavramları da gelişmiş oluyor. Fakat tabii ki bu harp oyunu askeri bir yaklaşımla olduğu için askerin öncelikleri, askerin bakış açısı, askerin güvenlik algısı ve tehdit algılamaları öne çıkıyor.

-Sivil müdavimler harp oyunu oynamaktan mutlu oluyorlar mı?

-Bazı uygulamalardan rahatsız olan müdavimler olabiliyordu. Çünkü burada yetişkin insanlarda bazı hassasiyetler çok önde oluyordu. Mesela inandıkları doğrularda bazen çok ısrarcı olabiliyorlardı. Bazı uygulamalar bana da ters gelebiliyordu.

-Size ne ters gelmişti?

-28 Şubat sonrasında oluşturulan psikolojik atmosferin buraya yansıdığını gördüm. Sanki siviller üzerinde psikolojik bir etki oluşturmak isteniyormuş gibi bazı uygulamalar olabiliyordu. Tabii böyle olunca katılımcılar psikolojik olarak etki altında kalabiliyorlar.Düşüncelerini serbest ve hür iradeleri ile ortaya koyamayabiliyorlar yani maske kullanıyorlardı bazen. Mevcut durumdan yana tavır sergileyebiliyorlar. Yani bazı katılımcılar gerçek düşüncelerini ortaya koyamıyorlardı. Bu da bana ters geliyordu. yönetim, kendi bakış açısıyla müdavimlerin kamuya hizmet vermesini sağlamak istiyordu. Ama diğer yandan da çok etkileyici ve güzel uygulamalar vardı. Bunun sağlanması için de akademik çalışmaların yanında psikolojik olarak katkı sağlayıcı unsurlar anlamında bu eğitim sırasında veya sonunda mesela Çanakkale'ye gezi düzenlenerek bu toprakların nasıl vatan olduğunu yerinde görmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin imkan kabiliyetlerini tanıtmak isteniyordu. Bu gerçekleştirilirken Çanakkale'ye askeri uçakla seyahat ediliyordu.

-Askeri uçakla mı?

-Askeri uçakla, tabii. Ayrıca Çanakkale'de karşıdan karşıya geçerken firkateynle, Türk deniz kuvvetlerinin imkân kabiliyetlerini gemide brifing alarak öğrenmek, cephelerde Atatürk'ün o dönemki kahramanlıklarının yerinde ilgililer tarafından anlatılması gibi bir tarzla, o sizin söylediğiniz konsepti önde tutmak... Sonuç olarak bu bilgiler ve tecrübeler çerçevesinde harp oyununun en üst seviyesi olan hükümet seviyesi Milli Güvenlik Akademisi tarafından temsili olarak oynanıyor. Örnek vereyim, içişleri bakanlığından katılan genel müdür arkadaşımız, "başbakan" rolüyle harp oyununda kriz ve gerginlik dönemleri ve harp esnasında hangi kararları nasıl alacağını simule edilmiş bu harp oyununda gösteriyor. Böylelikle sivil ve asker arasındaki koordinasyona ilişkin provalar yapılmış oluyor.

-Sivillere harp oyunu öğretmek demokrasiye ne kadar uygun?

-Bu konu çok tartışmalı. Ancak eğitimin sonucu olarak kazanılan bilgilerin gerçek uygulamada ne kadar ve nasıl uygulanacağı böyle bir sistemle geliştirilebiliyor. Esas tartışmalı konu bu düzenlemelerin askerler tarafından mı yoksa devleti yönetme sorumluluğunda bulunan sivil irade tarafından mı yapılacağı konusu. Tabiî ki tüm gelişmiş demokrasi ve ülkelerde bu tip düzenleme ve uygulamalar askerlerin de içinde olması gerektiği kadar ancak sivil otoriteler tarafında düzenlendiğini biliyor ve görüyoruz. Buradaki diğer sıkıntı , eğitim esnasındaki uygulamalar.

-Ne gibi?

-Mesela konferansçıların büyük bir bölümü hep aynı dünya görüşüne sahip kişilerden oluşuyordu. Bu da konulara çok taraflı bakışı mümkün kılmıyordu. Diğer yandan bazı katılımcılar vesayetçi bir ilişki modelinden bahsediyorlardı. Onun da ötesinde, mesela seçim kriterleri içerisinde akademiye katılacak olan müdavim eşlerinin başörtüsü sorgulaması yapılıyordu. Bir insan hakkı olarak değerlendirilmesi gereken başörtünün sorgulanması ne kadar demokrasiye uygun veya değil. Orada verilen eğitimde eşlerin bir ilgisi yok ki.

-Bürokratın karısı başörtülüyse müdavim olamıyor mu?

-Olabilenler de vardı ancak tercih edilenler ve sıcak yaklaşılanlar tabiî ki o zamanki değerlendirmeler ve algılamalarla eşlerinin başı açık olanlardı. Bu uygulamada müdavimlerin seçim esnasında nitelik belgesinde müdavim eşlerinin de fotoğrafları isteniyordu. Eğer eğitime kabul edildiyse tanışma kokteylinde eşi de davet ediliyor. Ama tabii orduevinde yapılıyor bu.

-Orduevinde yapılınca otomatik olarak eşi gelemiyor tabii.

-Tabii böyle bir psikolojik sıkıntı söz konusu. Sonuçta bu uygulama ve değerlendirme demokrasiye aykırı, çünkü orası akademik bir platform. Sadece tecrübe ve bilgi alışverişi olmalı. Ama işte 28 Şubat'taki algıların eseri olarak bazı müdavimler sanki derin devletin adamıymış gibi algılanıyordu. Aslında bu çok doğru olmayan bir yaklaşım çünkü orada kazanılan bilgi ve tecrübeler mesleki anlamda da çok faydalı olabilecek şeyler. Bu yüzden akademiyi bitirenler bazı görevlerde nitelikleri eşit ise tercih edilebiliyorlar.

-Artık Devlet Personel Başkanlığı bu müdavimleri seçiyor bildiğim kadarıyla.

-Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği yasası değiştikten sonra evet. Seçim daha önce Genelkurmay'daydı. O zaman çok daha sıkıydı, tamamen 28 Şubat anlayışıyla paralel bir uygulama, tercihler ve yönlendirmeler vardı. Mesela konferansçıların seçimi, orada verilmek istenen mesajlar vs açısından.

-Şimdi nasıl peki, daha mı makul ölçüler kullanılıyor?

-Makulden ziyade ciddi bir kırgınlık, küskünlük var her iki tarafta da. Son bir iki dönemde müdavim sayısı çok düştü. Anladığım kadarıyla sivil irade de bu konuda kendi bürokratlarını askerlerin rahle-i tedrisinden geçirmeyi arzu etmiyor herhalde.

-Eşler konusu enteresan. Ali Bayramoğlu'nun köşesinden öğrendim. İkinci Kolordu Komutanlığının 14 Şubat 1997 tarihli emrine istinaden 8. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığının 19 Şubat 1997 tarihli haber toplama konulu yazısından öğreniyoruz ki, Türkiye Cumhuriyetini ve Silahlı Kuvvetleri iç ve dış tehditlere karşı koruma ve kollama vazifesi Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin eş ve çocuklarına da yüklenmiş. Bu yazı, onları haber toplama vasıtası olarak tanımlıyor. Ve ailelerin elde edeceği her türlü belge, bilgi ve haberi üst komutanlığa ulaştırması emrediliyor.

-Bu bir alan ihlali olmakla beraber askeri personeli bağlayan bir konu. Burada esas vurgulanması gereken 28 şubat döneminde bazı birlik komutanlarının kendi kişisel uygulamaları ve tercihlerinden kaynaklanan bu durumu sistemin tamamına mal etmek çok yanlış olur. Sanıyorum bu emirde bu şekildeki uygulamalardan bir tanesi. Yoksa sistemin bilgi toplama kaynakları yazıda belirtildiği gibi aileler ve çocuklarına verilen bir sorumluluk değildir. Bu konu çok iyi ayırt edilmelidir. Bütün sistemlerde yanlış yapanlar olabilir. Bunlar yüzünden bütün sistemi bu şekilde değerlendirmek doğru olmaz kanaatindeyim.

- Sizin mesleki yaşamınızda eşinizden, çocuklarınızdan muhbirlik yapmaları istendi mi?

- Bunu tekrar vurgulamak isterim. Bu tip istek ve talepler tamamen sistemdeki kraldan çok kralcıların talepleridir. Ben öyle bir şeye maruz kalmadım. Çünkü benim yaşam kriterlerim itibariyle alan ihlali yapmam söz konu değil. Yani bu, bi anlamda sistemi başka yönlere çekmek isteyenlere " bu bize hizmet etmez " mesajını veriyordum belki.

-Eşiniz tesettürlü mü?

-Yoo hayır.

-Sizin çevrenizde böyle kendisine muhbirlik sıfatı yüklenen kadınlar oldu mu?

-Evet ,daha önce görev yaptığım yerlerde birkaç görevli kişinin ve eşlerinin ekstra görevler verilerek bu bahsettiğimiz anlayışla bilgi toplama faaliyetlerinin genişletildiğini değerlendiriyorum. Tahmin ediyorum ki böyle bir iki arkadaşımız vardı. Biliyorduk bunların hanımlarını. Mesela bunları bazı ilişkilere bu anlayışla baktıklarını, onları raporladıklarını...

-Bu devam ediyor mudur sizce?

-Bence devam etmiyordur. Çünkü şu anda sistem bir tsunami yemiş durumda. Son bir iki yıldan beri yaşadığımız olaylar sonrasında sistem bugünlerde demokratik algıların biraz daha öne çıkmasına şans verecek şekilde yeniden düzenlenmeye çalışılıyor. Esas mesele askerlikteki komutan sorumluluğu anlayışı.

-Komutan sorumluluğu ne demek?

-Bir birliğin yaptığı veya yapamadığı her şeyden komutan sorumludur anlayışı. Yani bir üsteğmen kendi takımındaki bütün faaliyetlerinin sistem içerisinde değerlendirildiğini biliyor. Bir albayın alay komutanı olarak alayındaki olaylar terfisinde bir kriter. Dolayısıyla o alayda iş kaza sayısının çokluğu, intihar eden personelin çokluğu, jilet atan erlerin çokluğu, vb.. olaylar onların bir anlamda bu konudaki yönetsel zafiyetlerini gösteriyor. Dolayısıyla sistem geleceğe ilişkin o değerlendirmeyi yaparken bunları dikkate alarak komutana sorumluluk çıkartıyor. Bazıları hiç alan ihlali yapmadan, bahsettiğimiz sistem dışı taleplerde bulunmadan, kişinin hak ve özgürlüklerine çok saygı göstererek o limitlerde kalırken diğer x komutan, personelin ailesine gidip, onun akrabalarını araştırıp, kendi dünya görüşü ile paralel bazı bakış açılarıyla değerlendirip uygulamalarda bulunabiliyor. Bu da yönetimi bazen hukuk dışı uygulamalarla karşı karşıya bırakabiliyor. Bu tamamen kişinin erdemliğiyle ilgili bir konu.

-Dursun Çiçek konusunda komutan sorumluluğu nasıl işlemeliydi?

-Ben Albay Dursun Çiçek'e inanmıyorum. Albay seviyesindeki bir insan hiçbir zaman o kadar büyük görev ve fonksiyonları içerecek bir planı asla kendi başına hazırlamaz, hazırlayamaz. Bakın bunun sorumluluğu konusu hiç şu ana kadar gündeme gelmedi. Albay Çiçek'e kim emir verdi? Bakınız onun amirleri terfi edebildi. Hâlbuki komutan sorumluluğu altında o albayın böyle bir şey yaptığından sistem içerisinde x komutan veya komutanlar sorumlu olmalı.

-Islak imza konusunda Başbuğ'u yanılttılar. Siyasi iktidar bunun bedelini ödetecek mi?

-Bence siyasi iktidar bedel ödetmekten ziyade sisteme katkı sağlama ve destek olma yolunu şeçti. Bunu da önümüzdeki dönemde sivil asker ilişkilerinin normalleşmeye doğru gittiğinin çok somut göstergesi olarak değerlendiriyorum. Hukuki süreç tamamlandıktan sonra iktidardan ziyade sistem, kendi içersinde iktidarın ve kamuoyunun da vicdanlarının rahatlayacağı şekilde gereğini yapacaktır.

-Yeniden yapılanmada kurmayların yetişme biçimi de değişecek mi?

-Değişmesi gerektiğine inanıyorum. Zaten kurmaylık eğitimi devamlı olarak güncelleştirilen bir süreç. Özellikle bu yaşananlardan sonra Harp Akademileri kanununa bu noktada el atılması gerekir diye düşünüyorum. Harp akademilerinde konu kapsamlarının demokrasi anlayışını daha çok öne çıkartan bir algıyla yeniden değerlendirilmesini önemsiyorum. Ayrıca mesela sivil asker ilişkilerinin daha sağlam bir zemine oturabilmesine yardımcı olabilecek uygulamalardan biri olarak, Milli Güvenlik Akademisinin ,Milli Güvenlik Genel Sekreterliği vasıtasıyla başbakanlığa bağlanması gibi. Tabi bu konulara ilgili ortamlarda tartışarak, paylaşarak karar vermek gerekir.Ankara'daki belirli ortamlarda bu konular konuşuluyor zaten.

-Yani nasıl yetiştirilecek Anadolu'dan alınan bir çocuk?

-Burada yeni oluşacak ilişki modelinde siyasi iradenin demokrasi içerisinde üstünlüğünün esas olacağı bir sistemle yetiştirileceğini değerlendiriyorum. Çünkü tehdit algılamaları da gözden geçirilecek, gelişen ve değişen dünyanın öncelikleriyle paralel kendi değerlerimizle uyumlu bir eğitim modeli geliştirilecek sanıyorum. Mesela harp akademilerinde kurmaylık tezleri daha çok kendi sahalarına ilişkin olarak yapılacak. Gazeteden okuduğumuz gibi şimdiki bir kurmay yarbayın irticai bölücü faaliyetlere ilişkin tez hazırlaması olmayacak. Öncelikle Harp Okullarında ve Harp Akademilerinde değişen eğitimle beraber davranış modelleri de değişecek diye tahmin ediyorum.

-Nasıl?

-Mesela harp okuluna alınan öğrenciler yüzde birlik dilimden seçiliyor. Dolayısıyla psikolojik olarak bir Harbiyeli kendisini üstün modda görüyor. Duygusal anlamda böyle yetiştiriliyor. Bu da kurumun da üstünlük algısını pekiştiriyor.

-Terfi sistemi de değişmeli mi?

-Mutlaka elden geçirilmesi lazım. Sanıyorum bu konuda da yoğun çalışmalar devam ediyor. Şimdiki sistemde terfi itaat ve sadakat kültürüne bağlı. Bu anlayışla kişiler " yanlışları görüyor ve biliyor, bildikçe susuyor, sustukça yükseliyor, yükseldikçe susuyor " süreci işliyor. Dolayısıyla uygulamada daha az katılımcı bir tarz ortaya çıkıyor. Şu anda çok güzel bir şans yakaladık. Beş ile on yıla ihtiyacımız var. Beş ile on yıl içerisinde bu yapı tamamen demokrasinin gereği uygun yere geçecek kadar iç dinamiklerle hazır. Çünkü askerlerde bu süreçte değişim ve dönüşümü belki sivillerden daha çok arzu ediyorlar. Dünyanın bu hızlı değişimine ayak uydurmak istiyorlar. Hiç kaygıya gerek yok. Ama gereği yapılırsa. Siyasi iradenin kendi kontrol alanında, kendi sorumluluğunda olan konularla mutlaka ilgilenmesinin sisteme katkı sağlayacağını değerlendiriyorum.

-Siyasi irade Ağustos'dan çok önce sürece dahil olsun diyorsunuz.

-Evet. İlgililerin, " Bu süreçte neler yapıyorsunuz, terfi kriterleriniz nelerdir, buna ilişkin olarak siz yeni komuta kademesini neden böyle yaptınız? " şeklindeki katkılarıyla sistemin daha demokratik yapıya dönüşmesi sağlanabilir diye düşünüyorum. Özellikle bu yaşanılan dalgalı dönemden sonra bu şekilde bir ilişki modeli oluşturulmazsa kaybedilen güvenlerin kazanılması zorlaşacaktır. Ayrıca bu sahadaki demokratikleşme konusunda mesafe alınamaz. Cumhurbaşkanı da aynı şekilde kendi konumu ve sorumluluklarıyla sürece bu şekilde katkı yapmalıdır. Çünkü sisteme dışarıdan katkı ve müdahale yok. İçeride kapalı çevrim var. Burada siyasi irade anlamında demokratik olarak mutlaka bu algının daha öne çıkması gerekiyor. Onun için sayın başbakanın başta sayın cumhurbaşkanı da dâhil bu konularla çok yakından ilgilenmesinin sisteme olan katkısını da çok önemsiyorum. Mesela 2020-2025 lerin kuvvet yapısı hakkında bilgilendirildikten sonra taleplerin diğer süreçlerle de değerlendirilerek üzerinde tartışılarak karar verilmesinin yönetim açısından çok yararlı olacağını, bu ilişki modeline bir an önce geçilmesinin demokratikleşmeye ivme katacağını düşünüyorum.

Etiketler :