Müzisyen Prof. Dr. Murat Salim Tokaç, sanat hayatının 45. yılını geride bıraktı

Müzisyen Prof. Dr. Murat Salim Tokaç, sanat hayatının 45. yılını geride bıraktı

"Büyük bir hazinenin bir eve sıkıştırılması gibi, babamla birlikte olmak, onun hocalığı benim için bir avantajdı. Küçük yaşta müziğe başlamanın değerini hissediyorum"-

İSTANBUL (AA) - AİŞE HÜMEYRA AKGÜN - Ney ve tanbur sanatçısı, Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Müdürü Prof. Dr. Murat Salim Tokaç, sanat hayatının 45. yılını geride bıraktı.

Kırıkkale'de 1969'da dünyaya gelen Tokat, 1992'de Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu ve aynı fakültede doktorasını tamamladı.

Henüz küçük yaşlardayken babası Dr. Turgut Tokaç'tan ut ve ney öğrenen sanatçı, 11 yaşındayken Selçuk Sipahioğlu'ndan kısa süre tanbur dersleri aldı. Bu derslerden sonra hem ney hem tanbur tekniğini büyük sanatkarları dinleyerek kendi kendine geliştirdi.

Tokaç, çeşitli koro ve topluluk çalışmalarının yanı sıra yurt iç ve yurt dışında sayısız konser verdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Samsun Devlet Klasik Türk Müziği Korosu ve İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğunda görev alan Tokaç, sanatla geçirdiği 45. yılı dolayısıyla bu akşam Ankara Gazi Üniversitesi Müzik Eğitim Bölümü Konser Salonu'nda "Nefesin Sırrı Mızrabın Sadası" başlıklı konserde müzikseverlerle buluşacak. Sanatçı, 12 Aralık'ta ise İstanbul'da Atlas 1948 Sineması'nda konser verecek.

- "Babam benim rol modelim, hikayem onunla başladı"

Soru: Müziğe ilginiz çok küçük yaşlardan başlıyor. Babanızın aracılığıyla bir yolculuğa çıktınız ama hayatınızın bir yerinde tıp da var.

Murat Salim Tokaç: Babam benim rol modelim, hikayem onunla başladı. Benim için önce hoca, sonra baba. Musiki, babamdan dolayı benim karşılaştığım bir sanat olduğu için anne karnına kadar iniyor. Tabii kendisi aynı zamanda askeri hekimdi. Babamla hastaneye beraber giderdim. Onun hastalarla ilgilenişi belki bilinç altımda bana sıcak geldi. Üniversite sınavı seviyesine gelinceye kadar sorduklarında, 'Doktor olmak istiyorum.' diye cevap verirdim. Üniversite sınavında da tercihim tıp fakültesiyle sınırlı olmak üzere, toplam 5-6 tercihti. Dolayısıyla benimki tıp ve müzik olarak her ikisi bir anda olan ve içinde bunu heyecan olarak yaşatıp ideallerine koşan bir çocuğun, bir gencin hikayesi.

Soru: Sanat hayatınızda 45 yılı geride bıraktınız. Nasıl geçti yıllar?

Tokaç: Aslında sanat hayatımın fiili olarak 50. yılı, enstrümanları ilk olarak 5 yaşımda elime aldım. Bir konser standartlarında sahneye çıkışımın ise 45. yılı. Geçirdiğim süreç, bugünün hızlı yaşanan dünyası gibi değildi. Kendimize ayıracak vaktimiz vardı. Büyük bir hazinenin bir eve sıkıştırılması gibi, babamla birlikte olmak, onun hocalığı benim için bir avantajdı. Nitekim biraz hocalığa da adım atmış birisi olarak, bu imkanlara sahip olamayan, kabiliyeti olduğu halde bir yerlere gelemeyen ve o imkanları istediği gibi değerlendiremeyen gençleri de gördük. Onun için yaşadığım süreci önemsiyorum. Küçük yaşta müziğe başlamanın değerini hissediyorum.

- "Okumayı yazmayı öğrenmeden, notanın alfabesini öğrenmiştim"

Soru: Sanat hayatınızda "Şöyle bir dönüşüm yaşadım" dediğiniz bir dönem var mı?

Tokaç: Babamın etrafında, sanat, musiki dolayısıyla tanıştığı birçok hocayı ben de tanıdım. Bunların hemen hepsi benim hayatımda bir etki oluşturdu. 1959-1965 yılları arasında İstanbul'da tıp fakültesi okumuş bir gencin kimlerle karşılaşabileceği aşağı yukarı malumdur. Yakın zamanda yitirdiğimiz Niyazi Sayın, Necdet Yaşar, Alaeddin Yavaşça, Bekir Sıtkı Sezginler... Yüksek sanat kabiliyeti olan sanatkarlarla tanışmam, çok kaynaktan beslenmeme sebep oldu. Rahmetli ses sanatkarı ve tıp doktoru Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça, doktora ya da ihtisas çalışmamı musiki sanatı alanında yapmamı söylemişti. Bu benim için güzel bir nasihatti. Bunu babamdan da dinlemiştim.

Soru: Ut, ney ve tanbur icranızda yıllar içinde üslubunuz nasıl gelişti?

Tokaç: Evde neyzen bir baba ve muhtelif Türk müziği enstrümanları var. Ben okumayı yazmayı öğrenmeden, notanın alfabesini öğrenmiştim. Şarkıların sözlerini okuyamıyordum ama notaları okuyordum. Evde ut vardı. Bir hafta sonu babam elime udu verdi. Sonra gizli eğitim sistemi, beni sıkmadan başlayan bir süreç oldu. Ut çok uzun sürmedi. Bana hissettirmeden, sevdirmek üzere yönelttiği tanbur ve öncesinde başladığım ney, benimle iki kardeş gibi büyüyen enstrümanlar oldu ama bu süreçte yine Tanburi Cemil Beyler, radyodaki bütün üstatların kayıtları, kasetlerle bizim evimizde hazır halde kulaklarımıza sunulmuştu. Tabii her sazın kendine ait teknik bir döngüsü var. Tanbura başlamam şöyle oldu, Selçuk Sipahioğlu, TRT Ankara Radyosu'ndaydı, abimizdi. Bir izin seyahatimizde teknik alıştırmalarla başladık. Sonradan her defasında egzersizler çok daha ağırlaştırıldı. Tabiri caizse komanda eğitimi üzerinden devam ettik. Cinuçen Tanrıkorur da babamdan beni emanet aldı. Zannedersin babamla anlaşmalı gibiydiler. Sağ tarafta yediğim fiskenin karşılığını, sol tarafta Tanrıkorur'dan gördüm.

- "Tasavvuf, musikinin içinde ayrılmaz bir parça"

Soru: Bestelerinizde klasik musikinin yanı sıra çağdaş tınılar görüyoruz. Bu iki formu dengede tutmayı nasıl başarıyorsunuz?

Tokaç: Mesela zeybek, bizim klasik Türk müziğinde icra olarak sazlara uygunluk açısından yakın gibi gözükmeyen bir form ama tınılar bizim tınılarımız. Rahmetli Talip Özkan, yıllarca Paris'te yaşamış bir büyüğümüz. Onun bağlamasından çıkan zeybek tınıları, beni zeybeklere yakınlaştırdı. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarından Cenk Güray ile çalışarak zeybek repertuvarı hazırladım. Yabancı müzisyenlerle farklı organizasyonlardan gelen teklifleri, yaptığım musikinin temel taşlarına aykırı düşmeyecek şekilde hep düşündüm. Bundan da herhangi bir şekilde hiç zarar görmedim. Çünkü ben kendi ifademle onlarla birlikte olma tercihini hep söyledim. Ama bir tarafta da kendi enstrümanlarımla, tanbur ve neyle solo olarak yaptığım icralar benim için saklı ve çok özel olmuştur. Bu bizim müziğimizde çok alışık olmadığımız bir şeydi, tek bir sazla solo bir konser yapmak.

Soru: Eserlerinize tasavvufi atmosfer nasıl yansıyor?

Tokaç: Tasavvuf, musikinin içinde ayrılmaz bir parça. Pek çok toplumda musikinin başlangıcı. Bir eğitim modellemesi olarak saraydaki enderunun haricinde Mevlevihaneler mesela bugünün konservatuarlarının karşılığında. Dolayısıyla manevi kültürle birleştirdiğimiz musiki sanatının, bütün olarak ele alınması, kemale erme yolunda insana çok faydalı olduğunu görüyorsunuz.

Soru: Geriye baktığınızda, 45 yıllık sanat hayatınızda gençlere bırakmak istediğiniz temel mesaj nedir?

Tokaç: Bugünün çok hızlı yaşanan dünyasında, bizim dönemimize göre süreçler biraz daha zor olabilir ama insan azmettiğinin peşinden koşmalı. Kabiliyetiniz hangi düzeyde olursa olsun, çalışma azminiz ve disiplininizle donatmadığınız müddetçe, o kabiliyet sizde, aradan 50 yıl da geçse aynı durumda kalır, ilerlemez. Siz hissetmezseniz bile karşınızdaki hisseder. Antenlerinizin açık olması, ikili ilişkilerde muhabbet, okumak ve Türkçeye iyi hakim olmak gerekiyor.

Soru: Son çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?

Tokaç: Haliç Üniversitesi Konservatuvarında öğrencilerimizle hocalarımızla müzik eğitimine devam ediyorum. Başka vesilelerle değişik üniversitelerde okuyan öğrencilerimizle dönem dönem birlikte oluyor, benim geçirdiğim o süreçleri sahnede onlara yaşatıyorum. Özellikle son 5 yıldan bu yana sahnede yaptığım etkinliklerde bir genci ağırlıyorum. Yapabildiğimiz kadar prodüksiyonlara devam ediyorum. (Ankara ve İstanbul'da) İki konserdeki repertuvarım 45 yılın hikayesi. Birisi Ankara'da, diğeri de 12 Aralık'ta İstanbul'da. Tabii bu konserlerde yine hedef kitlemiz gençlerimiz. 45 yılın hikayesinin müziğe yansıması bir anlamda konserde icra olunacak. Konsere gelenlere karekod üzerinden bir sürprizimiz de olacak. Dijitale verilmemiş bir icramızın, ilk defa o salondaki dinleyicilere ulaşmasını sağlayacağız.

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.