Önceden söz vardı, sohbet vardı

Önceden söz vardı, sohbet vardı

Önceden söz vardı, sohbet vardı. İnsanlar günlerinin önemli anlarını sohbete ayırırlardı. Eş-dost sohbetleri, akraba-komşu muhabbetleri yaşardı.

Önceden söz vardı, sohbet vardı. İnsanlar günlerinin önemli anlarını sohbete ayırırlardı. Eş-dost sohbetleri, akraba-komşu muhabbetleri yaşardı. Sohbet vazgeçilmez bir gelenekti. Kolay kolay ihmal edilmez, göz ardı edilmezdi. Çünkü sohbet bir ihtiyaçtı, gıda gibiydi; gönüller ve ruhlar sohbetle beslenirdi.
Geniş ölçüde köy odalarında, şehirlerde köşklerde, dar çerçevede ise evlerin geniş salonlarında doyumsuz sohbet anları canlanırdı. Bu mekânlara çoğu kere çat kapı girilir, öyle resmiyet ve soğuk hava görülmezdi.
Sohbet bir aktarımdı, bir paylaşımdı, hasbi bir iletişimdi, durup dinmeyen bir gönül esintisiydi. Özelikle ilim meclisleri bir başka özellik taşırdı müdavimleri için. Gencecik ruhlar burada eğitilir, burada inkişaf eder, burada istikametini bulurdu. "Gönül ne kahve ister, ne kahvehane, gönül sohbet ister, kahve bahane"ydi.

TV muhabbetimizi bozdu
Fakat "Delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu" hesabı, evlerin başköşesine gelip TV yerleşince söz de azaldı, sohbet de; dostluk da zayıfladı, akraba-komşu görüşmeleri de. TV’ler bir de kontrolsüz olarak kullanılınca aile mahremiyeti sıkıntıya girdi, saygı ve fazilet ölçüsü daraldı. O güzelim sohbet alışkanlığımız maziye karıştığı gibi, aile sıcaklığı ve hasbiliği de ciddi ölçüde zayıfladı.
Toplumun genelinde durum bu merkezde iken, bu genellemenin istisnaları belli mekanlarda yaşamaya ve yayılmaya başladı. Kur’ân gündemli meclisler, iman merkezli dersler, kardeşliğin ve samimiyetin buram buram koktuğu ve soluklandığı nurlu sohbetler muhtaç gönüllere ulaşıyor, bir araya getiriyor.
Bu yeni tarz sohbetler yeterli mi, bütün bir toplum katmanlarına ulaşabiliyor mu? Bu soruya “evet” demek henüz mümkün değil. Bizi biz yapan değerlerimiz, kutsallarımız ve can damarlarımız çiğnendiği ve unutulduğu için sohbet geleneğimiz de hafızalardan siliniyor. Fakat toprağa gömülen tohum misali pek çok değerimiz yeni yeni filiz veriyor. Sohbet filizi de bu yeni sürgün veren tohumların çimlenmesi ve yeşermesiyle gün yüzüne çıkıyor.

Peygamberimizin sohbet arkadaşları
Sohbet geleneğinin ilk mimarı Peygamber Efendimizdir. Onun sohbet mekânı sade bir evdi. Şimdilerde Harem-i Şerifin sınırları içinde kalan Safa tepesinin yanındaki kutlu mekan. Vahyin o lahuti ikliminde başlayan bu sohbet bir anda muhataplarını buldu, şekillendi ve sürekli bir düzene girdi. Kısa zamanda cehlin, cehaletin, kinin ve husumetin puslandırdığı gönüller imanla parlayınca gerçek sevgiyi, kalıcı dostluğu, özlenen samimiyeti ve insanlığı bu sade mekanın cazibesinde buldular.
Peygamberimizin kendine has engin şefkatine, candan öte yakınlığına, ruhları yücelten tatlı diline, gönülleri fetheden nurlu sözlerine kulak veren insanlar ortak bir isimle anılır oldular. Bundan böyle onlara "sahabe-ashab" denildi.

Sohbetini dinleyen O’nun rengini alıyordu
Sohbet bir karakter oluşumu ve bir renklenmedir. Sahabeler, Peygamber S.a.v) Efendimizi dinleyince onun rengine bürünüyordu. Bu etkilenme kısa süre içinde huyları, karakterleri ve yapıları değişiyordu. Öyle ki, çöl yalnızlığının kaba ve sert havasında yetişen bir bedevi, bir saat kadar Peygamber sohbetinde bulunuyor, daha önce gözünü bile kırpmadan canlı canlı öz kızını kendi eliyle kazdığı çukura atarken, sohbetle sahabelik rütbesini elde edince, artık karıncayı bile incitemeyecek kadar bir şefkat ummanı oluyordu.
Yine medeniyetten, edepten, erkândan uzak bir ömür geçiren cahil ve vahşi gördüğümüz bir adam, bir gün gibi kısa zaman diliminde vahiy merkezli bu nebevi sohbete katılıyordu. Bu sohbetin aydınlattığı ruhu ve kalbi öyle bir "şarj" oluyordu ki, düğmesine basılan projektör gibi ulaştığı yerdeki bütün zulmetleri dağıtıyor, aydınlatıyordu. Bu hızlı eğitimi alan bir sahabe, daha sonraları Çin ve Hindistan gibi köklü devletlere gidiyor, o yerleşik medeni toplumlara insanlık ve medeniyet dersi veriyorlardı.
Peygamber (s.a.v) Efendimizin sohbetine devam eden ve onun dizi dibinden ayrılmayan sahabeler Resulullah’ın rengine bürünüyorlar, onun şahsiyetiyle bütünleşiyorlar ve bir yerde “kişilik transferi” yapıyorlardı.
Her sahabe kendi kabiliyet ve istidadına göre Resulullah’ın ahlaki özelliklerinden birinde parlıyor, o konuda özgünleşiyor ve örnek bir kişilik oluyordu.

Sahabelerle diz dize otururdu
Resulullah'ı analarından babalarından ve kendi öz çocuklarından daha çok seven her biri, hiç kimseden görmedikleri şefkati, sevgiyi, yakınlığı, yardımı, dostluğu ve fedakarlığı bizzat Resulullah’tan görüyorlar, ona hitap ederlerken de Arap geleneğinde en candan bir söz olan "Anam babam sana feda olsun yâ Resulallah!" ifadesini sıkça kullanıyorlardı.
O, seven ve sevilen bir insandı. Öyle ki, herkes kendini Ona en sevgili sanırdı. Yine herkes kendini Onu en çok seven insan olarak kabul ederdi.
Selman'ın anlattığı gibi, "O bizimle beraber oturur ve biz kendisine, dizimiz mübarek dizine dokununcaya kadar yaklaşırdık ve istediği zaman yanımızdan kalkardı."
Ashabını seviyor ve mahremlerini koruduğu gibi koruyordu. "Sakının ashâbımdan ve onlara uygunsuz söz söylemeyin", "Benim ashâbım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uysanız hidâyeti bulursunuz" ve daha nice sözleri, bu sevginin deliliydi.

Asr-ı saadetin tadını yakalayalım
İşte yaşadığı, yaşattığı ve kıyamete kadar da bütün insanlara yetecek kadar bolca bıraktığı sevgi gönüllere, evlere ve aileye girer ve yaşarsa, sohbet ve muhabbet bütün orijinalliğiyle devam eder, asırlar öncesinin tadı, tuzu ve lezzeti tekrar ılık ılık içimize akar, ruhumuzu kaplar.
Önemli olan, öne çıkarılması gereken ve sürekli önde olması gereken bir şey varsa, o da "ekranlar"dan daha çekici ve sürekli bir cazibe alanı oluşturup, yaşatmak

Artık zamanımızda birbirlerini çok seven insanların bile zaman zaman fikir ayrılığına düşmeleri ya da birbirlerine zaman zaman katlanamamaları doğal olmaya başladı. Kadın erkek ilişkilerinde dengeyi tutturmak da oldukça zorlaştı. Efendimizin bu sıcak sohbet ikliminden arkasından dilerseniz ilişkiler daha da kopmadan yapabileceğimiz küçük manevralarla iletişimin tamamen kopmamasından bahsedelim.
Tartışılan konuyu kişileştirmeyin.
Onun hoşlanmadığınız davranışlarından konuşuyor olsanız bile genel bir konuda konuşuyormuş gibi davranın.
Ses tonunuzun, bakışlarınızın ve jestlerinizin düşmanca olmamasına özen gösterin. Yaklaşımınız daima objektif olsun.

Özel konuları arkadaşlarınızın yanında konuşmak üstelik de onları hakem yerine koymak gibi bir hataya düşmeyin.
Ancak ortada konuşulan genel bir konu varsa ve herkes bu sohbete katılıyorsa siz de fikrinizi söyleyin.
Tartışma sırasında herhangi bir sözüne ya da hareketine sinirlenseniz dahi ona sakın hemen cevap vermeyin. Aksi halde kendinizi hiç söylemek istemediğiniz şeyleri söylerken bulursunuz.
Derin bir nefes alın ve 10 saniye düşünün, gerçekten vermek istediğiniz cevabı kafanızda toplayın ve ondan sonra konuşun.
Her zaman genel konularda konuşmayı tercih edin çünkü bu hem kısırdöngüye girmekten ve karşılıklı suçlamalardan kurtaracak, hem de bilgileri paylaşmanızı ve ilgi duyduğunuz alanlarda birbirinizi geliştirmenizi sağlayacaktır.
Nerede durmanız gerektiğini bilin. Tartışmaktan kaçmak elbette yanlış. Ama bazı durumlar vardır ki sıcağı sıcağına tartışmak yerine zaman geçmesini beklemek ya da tartışmayı kesmek en iyisidir. Onun üzerine gitmeyin ve onun da sizin üstünüze gelmesine izin vermeyin.
Birbirinizi dengelemeyi bilin
Onun daha gergin olduğu durumlarda sizin daha sakin, sizin sinirli olduğunuz durumlarda da onun daha ılımlı olması tartışmanın büyümesini engelleyecektir.

Alaycı tavırlar, küçümseyen bakışlar ve iğneli sözler daima olumsuz etki bırakır ve her şeyi berbat etmekten başka bir işe yaramaz.
Tartışma boyunca ciddi, iletişime açık ve anlayışlı olun. Rahatsızlıklarınızı ve görüşlerinizi net bir biçimde ifade edin.

Tartışma bittiyse gerçekten bitsin. İşi uzatmayın ve hiçbir fikir mücadelesinin sonunda gerginlik çıkarmayın.

Gönüllerinizde muhabbet tomurcuklarının açması dileği ile.

kadinveaile.com

Etiketler :