Ort. Uzm. Çamurcu Açık Konuştu

Ort. Uzm. Çamurcu Açık Konuştu

Siyasilere entelektüel muhalefeti ile tanınan Ortadoğu uzmanı ve Erdoğan'ın bir dönem çalışma ekibinde yer alan Kenan Çamurcu açık konuştu.

Siyasilere entelektüel muhalefeti ile tanınan Ortadoğu uzmanı Kenan Çamurcu, habername’nin sorularını cevaplandırdı. Bir dönem Başbakan Erdoğan’ın çalışma ekibinde yer alan Çamurcu, dış politikada yaşanan son gelişmeler ve Ortadoğu konusunda çok önemli açıklamalarda bulundu. Çamurcu, son günlerde Karadeniz gezisine çıkan ve gittiği her yerde protesto edilen İsrail Büyükelçisinin amacını da açıkladı.

İŞTE O SÖYLEŞİ:

1- İsrail’in Gazze’ de savaş suçu işlediğini gözler önüne seren BM Raporunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

BM’nin İsrail’in Gazze saldırısında savaş suçu işlediğine ilişkin Goldstone raporu son derece sorunludur. Böyle bir raporun bir Yahudi’nin elinden çıkması ve İsrail’i suçluyor olması bağımsız düşüncemize narkoz etkisi meydana getirmemeli. Raporda İsrail’in ağır savaş kapasitesiyle bir şehre saldırmasının “savaş” olarak nitelendiğini unutmayalım. Gerçi “savaş suçu” hukuki ithamı için bu niteleme kullanılıyor ama sonuç itibariyle kimyasal silahları, tankları ve savaş uçaklarıyla Gazze’ye tek taraflı saldırılmasına “savaş” yakıştırması yapılmış oluyor. Hal böyle olunca “savaş”ın bir de diğer tarafı olmak icap ediyor. Bu da rapora göre HAMAS’tır ve HAMAS da savaş suçu işlemiş ilan ediliyor.

2- Acaba gerçek bu mu?

Ayrıca “savaş suçu” dendiğinde İsrail’in şaibeli kuruluş serüveninden başlayarak Filistin’deki işgale, Gazze’ye uygulanan insanlık dışı kuşatmaya, meşru HAMAS hükümetine karşı girişilen darbeye, Filistin’in Gazze ve Batı Şeria olarak iki egemenlik alanına bölünmesine kadar pek çok sorun bir anda buharlaştırılabiliyor. Sanki ortada iki ayrı devlet ve devletler arası sorun varmış gibi “savaş”tan sözedilmesine öncelikle ilkesel ve dil bakımından itiraz etmeliyiz.

Öte yandan İsrail’in Gazze şehrine tüm savaş kapasitesini ve yasaklanmış silahları kullanarak saldırmasının BM raporuyla kayıtlara girmesini de olumlu bulmakta bir sakınca yok. Gerçi BM arşivleri İsrail’in böyle yasadışı ve BM kararlarına aykırı hareketlerine ilişkin kayıtlarla dolup taşıyor ama yine de bunlara bir yenisinin eklenmesinde beis bulunmayabilir. Çünkü gerçek bir yargılama ve adil bir hakemlik söz konusu olduğunda bütün bu kayıtlardan yararlanılacaktır.

3- İsrail ordusunun koruması altındaki fanatik Yahudilerin Mescid-i Aksa’yı baskın planlarına karşı neler yapılabilir?

Öyle anlaşılıyor ki tarihin bu anında artık İsrail’i durdurmaktan değil, siyonist niyetleri caydırmaktan bahsetmeliyiz. Tel Aviv’in Lübnan ve Filistin başta olmak üzere, Suriye, İran, hatta Türkiye’yi ilgi alanına alan ciddi tehdide karşı önlem geliştirirken sonuç ortaya çıkmadan ‘önleyici tedbir’ üzerinde çalışmak gerekiyor. İslam Konferansı Teşkilatı’nın kurumsal hantallığıyla bunun mümkün olamayacağı anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan’ın İran’ı ziyareti sırasında İslam devriminin lideri Ayetullah Hamenei, D8 grubunun yeni bir yapılanmayla faal hale getirilmesi meselesini gündeme getirdi. D8 ülkeleri, ticari işbirliklerini arttırmanın yanısıra güvenlik konusunda da yeni açılımlar üzerinde çalışabilirler. Türkiye’nin Mısır ve Suudi Arabistan’la yeni bir diplomasi çerçevesi geliştirmesi ve bu ülkeleri İsrail’e destek vermekten vazgeçirmesi lazımdır. Mısır ve Suudi Arabistan, Lübnan’ı İsrail’e karşı savunan Hizbullah’ı ve Filistin’i savunan HAMAS’ı zaafa uğratacak girişimlerde bulunmaktan caydırılmalıdır. Bunu Müslüman ülkelerdeki sivil toplum kuruluşları da sağlayabilir. Türkiye’de İslami ve diğer STK’ların bu sahada etkin olması gerekir. Hükümete de, bu ülkelerin Türkiye’deki misyonlarına da baskı uygulayarak İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik emellerinin önü alınabilir. Siyonistlerin Mescid-i Aksa’yı neden tahrip etmek istediği onlarca, yüzlerce toplantıyla, her türlü tanıtım mecrasıyla kamuoyuna anlatılmalıdır.

4- Sürekli Olarak Mescid-i Aksa’yı hedef alma nedenleri nedir?

Mescid-i Aksa’nın temsil kabiliyetiyle ilgili bir şey bu. Yapabilseler Ka’be’yi de hedef alırlardı. Ama coğrafi nedenlerle ona ulaşamıyorlar. Fakat Mescid-i Aksa avuçlarının içinde. Ayrıca Mescid-i Aksa etrafında her türlü tasarrufta bulunabileceklerine Müslümanları ve dünyayı alıştırmaya çalışıyorlar. O topraklardaki egemenliğin Tel Aviv’de olduğunu ve Mescid-i Aksa’nın ayakta durmasına izin verdiklerini, hatta bunu lutfettiklerini söylemeye çalışıyorlar. Bir de, BM’de İsrail’in kurulmasına yolaçan emrivaki sırasında Kudüs’ün egemenlik alanı dışında tutulmasına ilişkin şartı fiilen işlemez hale getirdikten sonra şimdi de bu şartı buharlaştırmaya çalışıyorlar. Tıpkı bir “kaza” sonucu Mescid-i Aksa yıkılırsa onu yeniden yapmanın bin türlü kayıt ve şartla imkansız hale getirileceği gibi. Hiç kuşkumuz olmasın, eğer Allah korusun, o kazılar nedeniyle bir gün Mescid-i Aksa çökerse orası önce uzun yıllar arsa olarak tutulacak, sonra da başka amaçlarla değerlendirilecektir. Müslümanlara Mescid-i Aksa’yı yeniden yapma fırsatı verilmeyecektir. Siyonistler nasıl ki kendilerinin Filistin topraklarına aidiyetini kanıtlamak için arkeolojiyi neredeyse ideoloji haline getirmişlerse ve en küçük bir buluntuyu dahi bu aidiyetin kanıtı olarak dünyanın gözüne sokuyorlarsa, buralardaki Müslüman varlığının kanıtlarını da aynı inançla yoketmeye azimlidirler.

5- İsrail Büyükelçisinin son günlerde çıktığı Karadeniz gezisinde karşılaştığı protestoları nasıl değerlendiriyorsunuz? Elçinin amacı ne olabilir?

İlginç biçimde Levy’nin Türkiye’deki Yahudi karşıtlığını dünyaya kanıtlamaya çalıştığı için bu gezisinin tam bir kışkırtma olduğu yorumları yapılıyor. Türkiye’nin İsrail’in denetimsiz ve kontrolsüz taşkınlıklarına yaptığı itirazların İslam dünyasında gördüğü hüsnü kabül belki de bu yolla telafi edilmek isteniyordur. Levy, temsil ettiği siyonist ideolojinin ve onun devletinin Türkiye’de ne kadar tepki çektiğini bilmiyor mu? Hele de böyle bir gerilim anında nereye gitse aynı tepkiyi görecekti. Zaten İsrail medyasında tepkiler “Trabzonvari” şeklinde nitelenerek dünyaya mesaj verilmiş oluyor. Demek ki Levy’nin gezisine yapılan yorumlar komploculuk değil, hakikati yansıtıyor büyük ölçüde. İsraillilerin anlaması gereken şey şu ki, Türkiye’de halkın çoğunluğu, Filistin’de İsrail adı altında bir devletin şaibeli biçimde kurulmasını Osmanlı imparatorluğunun zorbaca yıkılmasıya ilişkilendiriyor. Yani İsrail Filistin’de değil de İstanbul’da da kurulabilirdi. İşgal altındaki İstanbul, İngilizler tarafından Yahudilere verilebilir, Avrupa’daki Yahudiler de İstanbul’a göçerdi. Ha İstanbul’da, ha daha güneyde kurulmuş, ne farkeder? İsrail, işgal altındaki İstanbul topraklarının elimizden çalınmasıyla değil de daha güneydeki topraklarımız çalınarak kuruldu diye mi daha anlayışlı olmalıyız? Siyonistler zaman satın alma yöntemini uygulayarak 1948’deki emrivakinin unutulmasını umuyor. Hayır bu olmayacak! Ne 1948’de Filistinlilerin elinden topraklarının çalınması, ne de orada siyonist terör örgütlerinin etnik arındırma ve katliamlarla toprakları boşaltması asla unutulmayacak. Bu yasadışı süreç sonunda BM’deki bir emrivakiyle bir gecede icat edilen gecekondu devleti neden kabul etmek zorunda kalalım, bu sayfayı neden kapatalım.

Karadeniz turu yapan Levy, bunların düşünüldüğü ve hatıraların asla unutulmadığı topraklarda dolaştığını bilmiyor mu?

6- Dünya Siyonizmin zulmüne neden sessiz kalıyor?

Dünya dediğimiz, Avrupa’dır aslında. Yani Ortaçağlar boyunca ve Hitler’e gelinceye dek Müslümanlar da dahil her türlü farklılığa karşı düşmanca davranmış ve Yahudilere hayat hakkı tanımamış dünyadan sözediyoruz. Avrupa’nın hiçbir yerinde Yahudileri rahat bırakmadılar. Soyutladılar, gettolorda yaşamaya mecbur ettiler. Nihayet Hitler’le birlikte de Avrupa’dan silip süpürdüler ve Filistin’e sürdüler. Öyleyse bu etnik arındırmanın rüşveti Filistin’se o rüşveti verenlerin de siyonistlerin her yaptığına anlayışla yaklaşması mecburi oluyor demek ki. Ortada Yahudilere yönelik katliamlar nedeniyle işlenmiş ağır bir suç var ve bu suçun failleri de Avrupalılar. Ama dikkat edelim, onlar işledikleri suçun bedelini bizim cebimizden ödüyorlar! Filistinlilerin topraklarını gaspedip etnik arındırmaya tabi tuttukları Yahudilere yurt yaptılar. Kendi topraklarından bir karış bile vermediler. Şimdi siyonistlerin bu toprakları genişletmesine de, orada yerleşik insanlara zulmetmesine de göz yumuyorlar ki işledikleri suçun bedelini ödemek zorunda kalmasınlar. En çok da yıllık haraç ödemekle Almanlar bu işten zarar görmüş oluyor. Diğer Avrupa devletlerinin hiçbiri herhangi bir yaptırıma muhatap değiller.

Yani tabir caizse Avrupalılar, el çabukluğu marifet, Yahudilere yönelik katliam ve etnik arındırmayı tam bir faili meçhule dönüştürdüklerini düşünüyorlar. Aslında Yahudilerin Filistin’e göçettirilmesi etnik arındırmadır ama bu bile mükafat haline getirilebilmiş oluyor böylelikle.

Bir de İsrail’in bölgede sadece kendi ideolojisini değil, Batılı değerleri de temsil ettiğine ilişkin bir kabül var. Modernleşememiş Arap denizinde Batılı İsrail, Batı dünyasının Müslüman dünyaya karşı sopası işlevini görüyor. Enerji kaynaklarının tehdit ve şantajla elde tutulması için de İsrail iyi bir tetikçi.

Sayılabilecek başka onlarca nedenle Avrupa başta olmak üzere Batı dünyasının siyonist zulme sessiz kalması, hatta arka çıkması anlaşılabiliyor.

7- Ülkemizin dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bölgede ilerleyen süreçte etkin güce sahip olan bir ülke olarak kalıcı barışa katkımız olacak mı?

Türkiye’nin Batı’ya yürüyüşün faydalarını sorgulayacağı bir tarihsel an muhakkak gelecekti. Bu dönemin o an olup olmadığını bilmiyoruz. Ama Doğu komşularıyla ilişkilerini daha önce görülmedik biçimde iyileştirmeye çalışması belki bundan sonra entelektüel faaliyetle desteklenecek bir sorgulama dönemine girmemizi sağlayabilir. Fakat sorun şu ki, Türkiye’de entelektüel alan siyasetin kontrolü altında. Siyasete yol göstermek yerine siyasetin başlama vuruşunu yaptığı konularda geriden gelerek konuşmayı tercih ediyor. Hal böyle olunca siyasi kararlarla yapılabilecekleri geliştirmek, toplumsallaştırmak ve derinleştirmek mümkün olamıyor.

 

Türkiye öyle görünüyor ki soğuk savaş yıllarındaki yöntemi, yani karşıtlıklardan menfaat üretme yöntemini terkediyor. Bunun yerine komşularıyla ihtilafsız, barış ve işbirliğine dayalı yeni bir ilişki evrenine geçiyor. Bu kuşkusuz çok olumludur ve bu sayede çözülmeyecek sorun yoktur. Geçmişte, gerilim menfaat üretmek için fırsat kabul ediyorken, şimdi tam aksine gerilim, fırsatların kaçacağı zehirli atmosfer olarak görülüyor. Bu bakışaçısıyla atılan her adım hayırlıdır, bereketlidir. Şimdi yapılması gereken, mevcut zemini ulus üstü kurumlarla kalıcı hale getirmektir. Öyle ki, bir iktidar değişikli halinde komşularla kurulmuş yeni ilişki rejimi başka menfaat değerlendirmeleriyle ortadan kaldırılamasın. Yani yeni bir bölgesel uluslararası rejim kurulması gerekiyor. Bu meselenin de Türkiye’nin komşularıyla ilişkisinden ibaret görülmemesi hayati önem taşıyor. Asıl mesele, bölgesel rejimin tesisini bir an evvel gerçekleştirmektir.

Röportaj: Dilan Değirmenci-habername

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :