Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN Hocaefendi NFK'i ANLATIYOR

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN Hocaefendi NFK'i ANLATIYOR

Allah’a sonsuz hamd ü senâlar ve hadsiz, hesapsız şükürler olsun ki, asil milletimiz, değerli gençlerimiz İslâm’a hizmet edenleri unutmuyor.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN
12. 05. 1993- İstanbul (Necip Fazıl’ı Anma Programı)
Hazırlayan: Dr. Metin Erkaya
Allah’a sonsuz hamd ü senâlar ve hadsiz, hesapsız şükürler olsun ki, asil milletimiz, değerli gençlerimiz İslâm’a hizmet edenleri unutmuyor.
Allah-u Teâlâ Hazretleri, Habîb-i Edîb’i, Muhammed-i Mustafâ’sı için;
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِي لَهُ (يس:٦٩)
(Ve mâ allemnâhu’ş-şi’ra ve mâ yenbagî leh) “Biz Azîmüşşan, o Habîb-i Edîb’imize şiir öğretmedik. Hem şiir ona gerekmez de...” (Yâsîn, 36/69) buyuruyor.
Çünkü insanlar Kur’an’ın o eşsiz lirizmini, etrafındaki insanların şiirlerindeki ahenk gibi görüyorlardı da, Peygamber Efendimiz’i şair sanıyorlardı. Hâlbuki o, insanlığa Allah’ın yolunu gösteren, insanlığa kurtuluşu gösteren, çok yüksek vazifelerle muvazzaf, çok yüksek bir şahsiyetti.
Efsahu’l-Arab olmakla beraber, Arab’ın dil güzelliği bakımından, dil doğruluğu bakımından en fasihi, en tatlı, en güzel, en özlü konuşanı olmasına rağmen;
Elbette şiir bir ziverdir amma biz gibi nâkıslara;
Ol ki kâmildir, ânı muhtâc-ı zîver kılmamış.
dediği gibi Fuzûlî’nin; şiir bizler için bir süstür çünkü biz nâkısız, süslenmeye ihtiyacımız var; o kâmil olduğundan onu süse muhtaç kılmamış Allahu Teâlâ Hazretleri. Onun için şiirle meşgul olmamış Rasûlüllah Efendimiz.
Evet, şairlerin içinde sapıklara önderlik edenler var.
وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمْ الْغَاوُونَ (الشعراء:٢٢٤)
(Ve’ş-şuarâu yettebiuhümü’l-gàvûn) “Şairlerin bir kısmı sapıktır ve sapık insanlar onlara uyarlar.” (Şuarâ, 26/224)
أَلَمْ تَرَى أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ . وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لاَ يَفْعَلُونَ
(الشعراء:٢٢٥-٢٢٦)
(Elem terâ ennehüm fî külli vâdin yehîmûn) “Görmez misin ki, onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar. (Ve ennehüm yekùlüne mâ lâ yef’alûn) Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler.” (Şuarâ, 26/225-226)
Her türlü fitne, fesat, yalan ve iftira vadisinde şaşkın şaşkın, umutsuz, gayesiz, zevksiz, tatsız at oynatanlar, koşturanlar, deli divane gezenler; yapmadıkları, yapmayacakları şeyleri söyleyen yalancılar var.
Ama onların mukabilinde, Allahu Teâlâ Hazretleri’nin ayetle övdüğü şairler de var:
إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانْتَصَرُوا
مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا (الشعراء:٢٢٧)
(İlle’llezîne âmenû ve amilu’s-sàlihât) “Bir de bunlar gibi olmayıp da iman eden, Allah’ın rızası istikametinde güzel, uygun, doğru, münasip, haklı işler yapan; (ve zekeru’llàhe kesîran) Allah’ı çok zikreden, gönlünü Allah’a bağlamış; (ve’ntasarû min ba’di mâ zulimû) İslâm hücûma uğradığı zaman, onu korumak için, elindeki o beyan kuvvetini İslâm’ın hizmetine koymuş mücahid şairler de var!” (Şuarâ, 26/227)
İşte o necip, o asil, o mücahid, o Allah’ı çok zikreden şairlerden birisi de Necip Fazıl.
Müthiş bir şahsiyet…
Gençliğinde çekici, yakışıklı bir delikanlı… Heybeliada Deniz Askerî Okulu’nda, kim bilir belindeki kılıcıyla cumartesi pazarları dışarı çıktığı zaman, bakanı nasıl hayran bırakan cazibedâr bir kimse…
Necip Fazıl Kısakürek
Tefekkürünün, düşüncelerinin derinliğinin her birisi yüz hatlarına nakşolmuş. Her çizgisinin, yüzündeki her hattın muhakkak ki bir başka sebebi, kaynağı var. Olağanüstü bir şahsiyet… Enerji dolu bir insan...
Dokunsanız patlayacak gibi bir zekâ dolu kocaman bir baş… Ve insana korku veren bazı tikleri vardı. Pırlanta gibi çok yüzlü, çok yönlü, çok ışıklı, çok yönden ışıl ışıl, pırıl pırıl bir şahsiyetti.
Diline, sanatına diyecek yok; herkesin anladığı, temiz, pırıl pırıl, arı duru, açık seçik bir Türkçe’yi şahane güzellikte kullanıyor. Türkçe’yi, hece şiirini en güzel eserleriyle yüceltmiş bir kişi… Şaheser eserler veren; her eseri, her mısraı şaheser olan; her benzetmesi, her beyti deftere yazılıp ezberlenecek olan bir eşsiz emsalsiz üstad… Çok çarpıcı ve sarsıcı benzetmeleri olan, harika teşbihleri olan bir kimse…
Pascal, hayatında bir dönüş yapmış da inkârdan imana, dindarlığa gelmiş. Onu anlatırken, “Kadıköy’de kalkmak üzere olan vapura koşup koşup da, vapurun ayrılması üzerine ona yetişemeyen, atlayamayan insan…” diye, gözünün önüne bir sahne sererek anlatmak istediğini anlatan büyük bir söz ustası.
Ruhum kelle şekeri, vehimlerse karınca;
Kömürden kara rengim, onlar beni sarınca…
diye anlatmak istediği şeyi çok az sözle, çok muhteşem bir biçimde unutulmayacak şekilde anlatabilen bir usta…
Muazzam bir mütefekkir… Bu nesiller üzerinde çok büyük hakkı olan bir şahsiyet…
اَلدَّالُّ عَلَى الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ (حم. طب. خط. عد. عن أبي مسعود
الأنصاري؛ ت . ع . وابن أبي الدنيا عن أنس؛ حم . عد. عن
سليمان بن بريدة عن أبيه؛ هب. عد. عن ابن عباس)
(Ed-dâllü ale’l-hayri kefâilihî) (1) “Hayra delâlet eden, hayrı yapmış gibi ecir alır.” hadis-i şerifine göre, çok büyük sevaplar kazanan bir kimse… Çok muhteşem bir çığır açmış olan bir zat...
Bir profesör arkadaşımızın Londra’da, Türk elçiliğinde bir resmî işi için beklerken, Türkiye’yi güya tanıtan, kuşe kâğıda basılmış bir eserde okumuş olduğu satırlar:
“—Türkiye Cumhuriyeti, İslâm dininin ve İslâm kültür ve medeniyetinin bütün izlerini tamamen silerek, Batı ailesine dâhil olma kararındadır.”
Kuşe kâğıtlara milletin parasıyla, devletin hazinesiyle milletin idam fermanını yazan insanların karşısına;
“—Olmaz böyle şey, yapamazsınız! Yapamayacaksınız! Yaptırtmayız! Yaptırtmayacağız!..” diye çıkan muazzam bir mücahid...
Hapse girmek, ölmek onun için bir şeref… Hiçbir şey kendisini yıldıramamış.
Necip Fazıl Kısakürek Kayseri'de - 07. 04. 1965
Muhteşem bir yazar ve eşsiz bir konferansçı, konuşmacı… Konuşmalarında salonlar mutlaka tıklım tıklım dolar, balkonlardan insanlar taşardı; yer bulamazdınız, giremezdiniz, çıkamazdınız.
Üstad’ın sanki olağan hiçbir şeyi yoktu, her şeyi olağanüstüydü. Efsanevî bir hayatı vardı. Konuşması, edası, tavrı, cevabı, tenkidi, her şeyi hamâsi, efsanevîydi.
Hiç de ortamı, çevresi, muhiti müsait olmadığı halde —hani birisi söylemiş ya bizim nâmımıza, “Biz bu rejimin imalat kusurlarıyız!” diye— muhitine inat ve milletin fertlerine verilmek istenen şeklin tamamen zıddı, dindar, mü’min bir edebiyatçı… Zamânenin Ka’b b. Zübeyr’i, Hassan b. Sâbit’i, Kâb b. Mâlik el-Ensàrî’si gibi... Rıdvânu’llâhi teàlâ aleyhim ecmaîn.
Ömrü boyunca bir ideali görmek için, tahakkuk ettirmek için gece gündüz, şehir şehir, kasaba kasaba, salon salon gezen bir insan… Ve bütün mücahidlerde emeği, alın teri, katkısı olan bir usta…
Evet, Peygamber SAS Efendimiz’e şiir gerekmiyordu ama Peygamber SAS Efendimiz: (2)
وَإِنَّ مِنَ الشِّعْرِ لَحِكْمَةً (الديلمي عن علي)
(Ve inne mine’şşi’ri lehikmeten) “Şiirlerin bir kısmı mahzâ ibrettir, hikmettir ve güzeldir.” buyurmuş.
Ümeyyetü’bnü Ebi’s-Salt’ın yüz beyitlik şiirini dinlediği zaman;
كَادَ أُمَيَّةُ بْنُ أَبِي الصَّلْتِ أَنْ يُسْلِمَ (خ. ه. عن أبي هريرة)
(Kâde ümeyyetü’bnü ebi’s-salti en yüslime) “Ümeyyetü’bnü Ebi’s-Salt neredeyse müslüman oluyordu.” buyurmuş.
Lebid’in (Elâ küllü şey’in mâ hala’llàhe bâtılun) mısrası için;
أَصْدَقُ كَلِمَةٍ قَالَهَا الشَّاعِرُ، كَلِمَةُ لَبِيدٍ: أَلاَ كُلُّ شَيْءٍ مَا خَلاَ الله
بَاطِلُ (خ. ه. عن أبي هريرة)
(Asdaku kelimetin kàlehe’ş-şâir) “Şairin söylediği en doğru söz, Lebid’in (Elâ küllü şey’in mâ hala’llàhe bâtılun) ‘Dikkat et ki, Allah’tan başka her şey bâtıldır.’ sözüdür.” diye takdirini bildirmiş.(3)
Ka’b b. Zübeyr’e hırkasını giydirmiş Peygamber SAS Efendimiz.
İşte öyle bir hırka giyecek kimse Necip Fazıl, hizmeti ile...
Maraşlı bir aileden doğmuş. O mübarek Maraşımız’ın toprağında bir füsun var; şair ruhlu insanlar yetiştiriyor, hem de kuvvetli… Türkçe’yi çok güzel kullanan insanlar…
Mektup yazdım Hasan’a,
Ha Hasan’a ha sana…
gibi tatlı, güzel, zerafet dolu sözler söyleyen evlatlar [Abdürrahim Karakoç] yetiştiren diyardan...
Amerikan, Fransız kolejlerinde Batı’nın dışı yaldızlı ama içi bakalit, karanlık, çürük kültürünü ve zaafını teşhis etmiş. Bahriye mektebine sıradan insanları almazlar; her yönden sıhhatli ki orada bir müddet okumuş. O ruhunu, kelle şekerini karıncaların sardığı gibi vehimler sardığı için, bu vehimlerin cevabını bulmak için de bizim edebiyat fakültemizin felsefe bölümüne gitmiş.
Ama felsefe kimi doyurmuş ki? Hangi filozofu kurtarmış ki?..
Fransa’ya gitmiş. Belki iftiradır, belki gerçek; böyle insanlar düz kalıplara sığmazlar, kaidelere uymazlar. Talebelik küçük bir şeydir Necip Fazıl gibi büyük ruhu olan bir insan için. Belki de nefret etmiştir Fransızcıklardan; kendisi istemiş, dönmüş gelmiştir şu bizim çamurlu, isli paslı, tatlı vatanımızı özlediği için...
Velûd bir edip. Her sahada eser vermiş. Tiyatro, fıkra, hikaye, makale, tarih, tenkit, biyografi, tasavvuf, din…
Ve arkadaşlarımızın anlattığı gibi şöhretin tadını tatmış, barajını aşmış, övgüleri, sevgileri görmüş, alkışları tatmış bir kimse. Ama bir büyük değişikliğe uğrayıveriyor.
Gazzâlî de öyle olmuş. Gazzâlî de altın sırmalı cübbe giyip kocaman kavuk sararken Şam’daki Emeviye camiinin minaresinde itikâflara girivermiş; kitapları, medreseyi, tedrisi bırakıp ruhunu doyuracak yolları bulmaya yönelmiş.
Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî, Konya’nın sevilen sayılan bir alim, fazıl kişisi iken Şems-i Tebrizî ile karşılaşınca hayatının çizgisi altüst oluvermiş.
Hacı Bayrâm-ı Velî hâkezâ, Akşemseddin hâkezâ böyle... Yine bir fikir adamı olan -yakın zamanımızın misali- Nureddin Topçu (rahmetu’llâhi aleyhim ecmaîn) hâkezâ… Geziyorlar, arıyorlar ve birden gözümüzün önünde ani, büyük bir değişmeyle karşılaşıyoruz.
Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulur ki, bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللَّهُ بِقَوْمٍ
يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ (المائدة:٥٤)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenû) “Ey iman edenler! (Men yertedde minküm an dînihî) Eğer sizden biriniz imanın kadri kıymetini bilemezse, zâhiren iman etmişken sonra irtidada düşüverirse, ayağı kayıverirse, İslâm’dan dönerse, ayrılırsa...”
Cümle kâinat Allah’a mutî olsa, Allahu Zülcelâl Hazretleri’nin celal ve azametine bir ilave yapamazlar. Cümle kâinat, fezalar, dünyalar, kehkeşanlar Allahu Teâlâ Hazretleri’ne âsî olsalar, azamet ve celalinden bir zerre eksiltemezler. Çünkü;
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (يس:٨٢)
(İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekùle lehû kün feyekûn.) “Allah-u Teàlâ Hazretleri bir şeyin olmasını istediği zaman, o işin olmasını emreder, ol der, o şey olur.” (Yâsin, 36/82)
(Men yertedde minküm an dînihî) “Eğer siz giderseniz, siz dönerseniz, siz irtidat ederseniz, (ve sevfe ye’tillâhu bi-kavmin) Allah öyle bir kavim getirecektir ki, (yuhibbuhüm) Allah onları sever, (ve yuhibbûnehû) o insanlar da Rablerini severler. Onlar Allah âşıklarıdır, àşık-ı sàdıklardır.”
Öyle kavimler getirecektir buyurduğu gibi; ya da şairin;
Aşk odu evvel düşer âşıka, andan mâşuka;
Şem’i gör kim yanmadan yandırmadı pervaneyi.
mânasıyla, Gümüşhânevî Hazretleri (kaddesa’llàhu sırrahu’l-aziz) ticareti terk edip, babasına bir özürnâme gönderip;
“—Babacığım, ben ilmi, irfanı, imanı seviyorum; ticaretten mutlu olamadım, olamıyorum. Beni affet! Ben İstanbul’da kalacağım, ilim irfan öğreneceğim.” diye İstanbul’a yerleşmişken; Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî Hazretleri, Trablusşam müftüsü kalkıp Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî Hazretleri’ne geliyor ve diyor ki:
“—Bak, ben Trabluşşam’dan sırf seni irşad için geldim. Vazifem seni irşad etmek, senin meş’aleni yakmak…”
Ve halvete giriyorlar. Nice nice halifeler yetiştirmiş, nice nice eserler yazmış, nice büyük tesirler meydana getirmiş olan o Gümüşhânevî Hazretleri, böylece hizmete başlamış oluyor.
Necip Fazıl, mekânı cennet olsun, o da öyle… Müthiş bir kabiliyet…
Abdülhakim-i Arvâsî Hazretleri onu ele alıyor. Evliyâullahın nazarında insanların gönülleri ve kabiliyetleri ve istikballeri âyan, Allah’ın lütfuyla... Ve Necip Fazıl, o mübarek zâtla tanıştıktan sonra o Mevlânâ, Hacı Bayrâm-ı Velî, Gazzâlî, Akşemseddin, Nureddin Topçu gibi, birden o eşsiz cihad hareketine, o yola giriyor. Sanatını, varlığını, hizmetini, heyecanını, gayretini, bütün kuvvetini o “Sonsuzluk Kervanı” dediği, bağlandığı büyüklerinin izinde, o hizmette ömrünü geçiriyor. En mühim olan nokta o...
Bizim kardeşlerimizden birisi, Hocamız Mehmed Zâhid-i Bursevî Efendimiz’e gelmiş. Oturmuşlar, saatlerce sohbet etmişler. Samimi, Karadenizli bir kardeş;
“—Efendim, bu ne haldir; içimde size karşı öyle bir sevgi, öyle bir bağlılık var, öyle bir tad duyuyorum ki, biliyorum sizi rahatsız ediyorum belki, çekiniyorum ama sohbetinize doyamıyorum ve yanınızdan da ayrılmak istemiyorum. Bu ne haldir? Çok şükür ki sizi bulmuşum...” deyince, demiş ki;
“—Evladım, sen mi bizi buldun, yoksa biz mi seni bulduk?”
Kendisinin ağzından dinlemiştim.
Evet, işte Necip Fazıl böyle bir meşale ile tutuşturulmuş ve ondan sonraki hizmetleri ile bakıyoruz karşımızda çok samimi bir derviş, bir tarikat ehli, bir tarikat kardeşimiz... Ama başkalarına da faydası olan ve çok ince meseleleri çok zarif bir şekilde, kendi zevkine göre çok güzel anlatan;
1. Râbıta-ı Şerif,
2. Halkadan Pırıltılar,
3. Çöle İnen Nur,
4. Tanrı Kulundan Dinlediklerim,
5. Peygamber Halkası,
6. 101 Hadis,
7. İman Atlası (İlmihal) diye çeşitli dinî, tasavvufî; yani pasif değil aktif, cayır cayır yanan ve yakan, konuları öyle anlatan eserler yazan bir kimse… Bu dil ile tasavvufa, Peygamber Efendimiz’in hayatına, es-Selâm kitabıyla, şu güzel Türkçemizle çok güzel katkılar sağlamış olan bir mübarek kimse hâline geliyor.
Kendisini seviyoruz. Yol arkadaşımız, tarikat kardeşimiz, tanıdığımız bir kimse. Fakat sadece o değil. Necip Fazıl bir bayrak bizim için… Bizim karşımızdakiler Tevfik Fikret’i bayraklaştırmışlar bize.
Tevfik Fikret, Robert Kolej’de hoca… Yazdığı şiirlerle İslâm’a, kurbana, bayrama, müslümana rencide edici ifadeler kulanmış bir kimse... Türkiye’de Batıcılığı, Batı hayranlığını, Batı kültürünü benimsemeyi temsil eden bir kimse... Onun için bayraklaştırılmış. Ve kurnazlar edebiyat kitaplarında Tevfik Fikret’e çok büyük bir yer ayırıyorlar, Tevfik Fikret’i çok ballandıra ballandıra tafsilatıyla anlatıyorlar. Kurnazlıkları şu:
“—Tevfik Fikret çok büyük bir şair, çok büyük bir mütefekkir... Bak onun tercihi Batı olmuş, Batı medeniyeti olmuş. İslâm medeniyetine önem vermemiş, karşı çıkmış, tenkit etmiş. Aman bunu iyi öğrenin, işte siz de böyle olun! O bir bayraktır.” diyorlar.
Edebiyat fakültesinde, şimdi profesör olan hanım öğrenci arkadaşımız vardı. Biz de edebiyat fakültesindeyiz, o da edebiyat fakültesinde. Ben şarkiyat bölümündeyim, o Türkiyât bölümünde. Tevfik Fikret’ten söz açıldı da;
“—Ben onu sevmiyorum!” deyince,
“—Aa! Hayatımda ikinci defa Tevfik Fikret’i sevmeyen insan gördüm!” dedi.
Dedim;
“—Hep başka yerlerde dolaşmışsın, milletin içine girmemişsin de ondan...”
Çünkü bu millet imana, İslâm’a hizmet edeni seviyor da, ona hıyanet edeni affetmiyor. Sen milletin içine gir bakalım!
Edebiyat kitapları bir şeyler yazabilir. “Bir rakı şişesinde balık olsam!” diyenler, yazdıkları kitapları meyhanelerde yazanlar, Büyükadalarda gayrimüslimlerle sohbet ederek, eserlerini edebî eser diye ortaya koyanlar, Tevfik Fikret’i severler.
Onlar meyhaneci Agop’u severler, kendilerine içki servisi yapan kimseyi severler. Dünyaları farklı... Ama millet sessiz bir protesto ile, sessiz bir nefret ile onları hiç sevmez. Ancak resmî zorlamalarla anılırlar.
Hac yolculuğumuz var… Onun vefat ettiği günde (25 Mayıs) Türkiye’de bulunamayız diye düşündük. Onun için, “Aynı aydır, üç gün önce, üç gün sonra fark etmez; önce biz anmış olalım, anma vazifemizi yapalım!” diye bu toplantıyı yaptık.
Ama biz Necip Fazıl’ı yalnız bir dost, bir üstad, bir kardeş olarak görmüyoruz; Necip Fazıl bir bayrak, bir İdeolocya Örgüsü’nün muallimi... İnsanları Hakk’a, imana, İslâm’a davet eden bir mücahid, bir aksiyon insanı…
İstiyoruz ki, Necip Fazıl’ı çok iyi tanısın kardeşlerimiz; Necip Fazıl’ın divanını, şiirlerini ezberlesin!..
Bakü’ye gittiğimiz zaman;
“—Fuzûlî de Azerî şairlerdendir.” dedim.
Bana orada anlattılar:
“—Hocam, isterseniz sizi burada bir köye, kasabaya götürelim; o kasabanın ahâlisinin hepsi, Fuzûlî’nin divanını baştan sona ezbere bilir.” dediler.
Biz de kardeşlerimizden Necip Fazıl’ın bütün şiirlerini, mânasını anlayarak ezbere bilmelerini istiyoruz.
Sözümüzü Ahmed Haşim’in bir şiiriyle tamamlayalım:
Ne sen, ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan şu mesâ;
Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ
Olan şu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Cümle geçmişlerimizin ve Necip Fazıl’ın ruhu için, el-Fâtiha!
…………………………
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàh!
12. 05. 1993 - İstanbul
-------------------------------------------
[1] Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.274, no:22414; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVII, s.226, no:628; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.85, no:86; İbn-i Hibbân, Tabakàtü’l-Muhaddisîn, c.IV, s.217; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VII, s.383; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.342; Ebû Mes’ud el-Ensârî RA’dan.
Tirmizî, Sünen, c.V, s.41, no:2670; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VII, s.275, no:4296, İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Kadài’l-Havâic, c.I, s.39, no:27; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.357, no:23077; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.298; Süleyman ibn-i Büreyde babasından.
Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.116, no:7657; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.90; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.34, no:2384; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.IV, s.351, no:1031; Ukaylî, Duafâ, c.III, s.306, no:1317; Sehl ibn-i Sa’d RA’dan.
Bezzâr, Müsned, c.V, s.150, no:1742; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI,s.266; İbn-i Hibbân, Tabakàtü’l-Muhaddisîn, c.III, s.555; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.418; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXVIII, s.193; Hz. Aişe RA’dan. RE, 207/5.
[2] Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.210, no:803; Hz. Ali RA’dan. Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.293, no:733; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
[3] Buhàrî, Sahîh, c.XII, s.212, no:3553; Müslim, Sahîh, c.XI, s.337, no:4187; İbn-i Mâce, Sünen, c.XI, s.188, no:3747; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.391, no:9072; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIII, s.100, no:5784; Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.II, s.452, no:568; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.244; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.I, s.362, no:370; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VIII, s.506, no:26538; Ebû Hüreyre RA’dan.
Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.468, no:3561.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.