Rüyanı görecek biri oldu mu?

Rüyanı görecek biri oldu mu?

Mümtaz şahsiyetler bize rehberlik eder, örnek olur. İşte o güzel örneklerden biri Mehmed Zahid Kotku.

“Kadir bilen milletlerin içinden, kadri bilinecek büyük insanlar çıkar.” diyor Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri adlı eserinde. O nedenle milletimizin yetiştirmiş olduğu kadir kıymet sahibi insanları anmamızın, kadri bilinecek insanların yetişmesi hususunda faydalı olacağı muhakkaktır. Mümtaz şahsiyetler bize rehberlik eder, örnek olur. İşte o güzel örneklerden biri Mehmed Zahid Kotku.

Hal tercümesi

1897’de Bursa’da dünyaya gelen üstad, Bursa Sanat Mektebi’nde tahsil görmüş ince ruhlu bir insandır. On sekiz yaşındayken Birinci Dünya Savaşı’na katılır ve senelerce askerlik yapar. Askerliği bitince de İstanbul’a gelir ve Gümüşhaneli Tekkesi’ne giderek Şeyh Ömer Ziyaüddin Dağıstanî’ye intisap eder. Bundan böyle Mehmed Zahid Kotku, hayatını tasavvuf eksenli yaşamaya başlar. Defalarca halvete girip yirmi yedi yaşında hilafetname alır. Ramuzu’l-Ehadis, Hizb-i Azam ve Delailü’l-Hayrat icazetnamelerini alır ve dersler verir. Tekkelerin kapatılmasından sonra ise Bursa’ya döner, orada evlenir. Memleketinde yaklaşık on beş sene imamlık yaptıktan sonra, 1952’de Fatih Zeyrek’teki Ümmü Gülsüm Mescidi’ne tayini çıkar. 1958’den, vefatı 1980’e kadar da İskenderpaşa Camii’nde görev yapar.

Talebelerine bile tepeden bakmayan şeyh

Çok tatlı ve yumuşak başlı olan Mehmed Zahid Bursevî, genellikle halk telaffuzu kullanırmış, bu da insanların hoşuna gidermiş. Karşısındaki insana söz hakkı tanır, kesinlikle bildiği bir şeyi bile sanki ilk defa duyuyormuş gibi hassas bir tavırla dinler, manalı ve nükteli cevap verirmiş. Özel hayatında ev halkına karşı müşfik ve latifeci davranır, kimseye doğrudan doğruya bir şey emretmez, telmih ve remiz ile söyler, anlaşılmaz ise sabredermiş. Bu sebeple onda tam bir tevazu ile sabr u sükûn görmek mümkündü. Talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmazmış. Kendi üstadlarına karşı oldukça saygılı ve bağlı olup, tekke arkadaşları, üstadının meclisine gittiğinde onun dizüstü oturup baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduğunu anlatırlar.

Gizli üniversite

Sosyal hayatta pasif bir şekilde kalıp yalnız ibadetle meşgul olmayı hoş görmezmiş. Sosyal hayatın tanzimi, cemiyetin yükselmesi için politikaya yani devletin iyi insanlar tarafından yönetilmesi gerektiğine talebelerinin dikkatini çekmiş. Onları bu yolda teşvik etmiş, nitekim bu teşvikleri meyvesini vermişti. Zira onun talebelerinden olan muhterem bir kaç zat iktidar olmuş ve devleti idare etmişlerdi. Onun dergâhı, gizli bir üniversiteyi anımsatırmış. Farklı alanlardan birçok profesör ve politikacı onun dizinin dibinde yetişmişti. Ekonomik olarak da çeşitli girişimlerde bulunmuş ve bunun neticesinde Balkanlar’ın ve Türkiye’nin en büyük motor fabrikasını ilk olarak o kurdurmuştu.

Ne bir kuruş az ne bir kuruş fazla

İstemeden ihtiyaç sahibine muhtaç olduğu şeyi verirmiş. Onun oturduğu muhitteki bir posta memuru, hoca efendinin vefat ettiği gün şu hatırasını aktarmış: “Bir kış günü, evde kömür yok. Para da yok. Çoluk çocuk soğukta… Hocamıza bir yerden havale gelmiş. O, postaneye zahmet etmesin diye ben evine götürdüm. Hocamız mütebessim bir şekilde: ‘Gel bu parayı senle ikiye bölüşelim.’ dedi. Ne bir kuruş az ne bir kuruş fazla… İhtiyacım olan kömür parası kadar… Tam tamına…”

Rüyayı bu türlü kim görür?

Celaleddin Ökten (v.1961) Osmanlı’nın son dönemi kelam âlimlerindendir. Beyazıt Soğanağa Camii’nde İhyau Ulumi’d-Din okuturmuş. Mehmed Zahid Kotku’dan yaş itibariyle büyük olmasına rağmen ona intisap etmiş. Bir gün hoca efendinin yanına gelir ve: “Efendim, pasaport için Ankara’ya müracaat ettim. Altı-yedi ay geçti, hâlâ bir haber yok!” diyerek yakınır. O zamanlar pasaport çıksa bile “Hac mevsiminde Suudi Arabistan için geçerli değildir.” diye pasaportlara damga vururlardı. Pasaportu da öyle herkese vermezlerdi. Hoca efendi: “Verirler, meraklanma, inşallah verirler.” diye cevap verir. Celaleddin Hoca o sırada, hoca efendinin evindeyken oturduğu yerde uyuyakalır. Rüyasında kendisini Ankara’da pasaport dairesinde görür. Memur, pasaportu imzalayıp “Al!” diye eline uzatır. O da sevinçle alır ve bu sevinçle uyanır. Kalktığı vakit bakar ki hoca efendinin huzurunda uyumuş. “Böyle mübarek bir zatın huzurunda uyuyakaldım, ihtiyarlık ne kötü, uyumamam lazımdı…” diye kendi kendine kızar, biraz da mahçup olur. Hocamız ona mütebessim bir ifade ile bakarak: “Nasıl, pasaportu aldın mı eline?” der. Celaleddin Hoca da: “Aldım efendim.” der. Hakikaten de birkaç gün sonra Ankara’dan pasaportu gelir.

Celaleddin Ökten’in başka bir gün yine hoca efendiyi ziyaret etmesinden sonra diğer talebeler onu arabayla evine kadar bırakırlar. O zaman yanındakilere şunları söyler: “Çocuklar, hocanızın kıymetini bilin. Ben fıkıh bilirim, senelerce İhya okuttum, yüzlerce talebe yetiştirdim. Eğer ben bu hocayı tanımadan göçseydim, imanın hakikatlerini tam anlamış olarak göçer miydim göçmez miydim, şüphe ediyorum. Hocanızın kıymetini bilin. Bu hocanın rüyalara bile tasarrufu var.”

Beklettin beni evladım!

Sedat Bey adında bir doktor, liseyi henüz bitirmişken, üç defa rüyasında bir kişiyi görür. Bu kişi: “Evladım bana gel!” diyor. Ama kimdir bu, bilmiyor. Liseden sonra tıp fakültesini kazanıp İstanbul’a gelen Sedat Bey, Kadırga Yurdu’nda kalmaya başlar. Yurdun mescidinde, başka fakültelere giden birkaç arkadaşıyla beraber düzenli olarak sabah, akşam ve yatsı namazlarını kılarlar. Fakat bazı akşamlar, diğer arkadaşlarının olmadığını görür. “Siz haftanın bazı günleri topluca camide olmuyorsunuz. Nereye gidiyorsunuz?” diye sorar. Onlar da: “Gizli bir şey değil. Bir hoca efendi var, sevip bağlandığımız. Ona gidiyoruz. İstersen sen de gel.” derler. O da kalkıp gider. Yatsı namazını Mehmed Zahid Kotku’nun imamlık yaptığı Ümmü Gülsüm Mescidi’nde, onun arkasında kılar. Namaz bittikten sonra bakar ki üç gece rüyasına girip “Gel!” diyen hoca! Hayretler içinde oturup kalır. Cemaat dağıldıktan sonra üstad, yanına gelir ve: “Beklettin beni evladım!” der. Önüne oturup ders tarif eder, tarikate alıp dervişlik öğretir.

Hatime

Mehmed Zahid Kotku üstadımızı anlatmak için ne kadar uğraşsa da bu fakir, çabasının nakıs kalacağını biliyor. Onu, bizzat tanıma şerefine nail olanlardan dinlemek lazım. Bunun için kaleme alınmış eserleri okumak gerek.

Bu fakir sadece hatırlatmak istedi o gönül erini, o mütevazı insanı, o Allah dostunu. Kapısına geleni boş çevirmeyen, kendisinden talep edilmediği halde veren, talebelerini müşfik bir baba edasıyla yetiştiren, soru sormaktan çekinenlerin içinden geçenleri -Allah’ın izniyle- bilip daha sorulmadan cevabını veren o Anadolulu evliyayı unutmayalım istedi.

Alvarlı Efe Hazretleri’nin bir beyti ile sonu bulalım:

Dilerim her dü-âlemde dârın dâru’l-emân olsun

Rahm eyleye Mevla sana, melekler şâdümân olsun

 dunyabizim.com

Etiketler :